İlişkide tekil takılıp “ben!” demek yerine “biz!” diye konuşanların mutlulukları daha uzun sürüyormuş
Bunu ben uydurmadım, Kaliforniya Üniversitesi araştırmış, yazmış ki farkındaysanız bu tarz araştırmalar hep Kaliforniya Üniversitesi’nin başının altından çıkıyor. Elbette ki çift olmak kavramını benimsemeden çift olunmaz fakat sürekli olarak “Biz şuraya gittik”, “Biz bunu severiz”, “Biz ondan hiç hoşlanmayız” şeklinde konuşan çiftleri siz de omuzlarından tutup hafifçe sarsmak istemiyor musunuz bazen?
Mümkün mü yârinizle yedi yirmi dört aynı şeyleri sevip aynı şeylerden nefret etmeniz? Fikir ayrılıkları da ilişkinin tatlandırıcısıdır. Ortak zevklerinizin olması şahane lakin görüyoruz, “biz” konuşmasının sonu sosyal medyada “Merve-Furkan Forever” şeklinde açılan ortak hesaplara kadar gidiyor. Yani hem konuştuklarınız hem de paylaştıklarınız ortak olacak. Öylesine derin ve sarsılmaz bir ortaklık da... Ne diyeyim, sarsılmaz inşallah. Ve siz de tekrar tekil Instagram hesabına geçmek durumunda kalmazsınız.
DİZİ MÜZİĞİ İŞİNDE PARA VAR MI?
Varmış. Alp Yenier öyle dedi. Kendisi, geçtiğimiz ay Datça’da gerçekleşen Altın Badem Ödül Töreni’nde “Fazilet Hanım ve Kızları” dizisinin müzikleriyle
Asın bayrakları! Hoşlandığımız kişiden nihayet mesaj geldi! Bizden mutlusu yok, içimiz taşmış da... Şimdi ne cevap vereceğiz?
Flörtün o tatlı başlangıcında telefonla konuşanlardan mısınız yoksa mesaj yazanlardan mı? Koyu bir telefoncuyum ve biliyorum ben ve benim gibilerin sayılarının gün geçtikçe azalmakta olduğunu. Artık varsa yoksa mesaj. WhatsApp’ı olmayanı insandan saymıyorlar zaten. Eh, haliyle mesajlaşmanın da yazısız bir kullanma kılavuzu oluştu.
Ondan mesaj geldiğinde...
Öyle sırtlan gibi atlayıp da cevabı hemen yapıştırmamak gerek zira çok hevesli gözükebiliriz; mesaja yedi saat sonra cevap verirsek çok hevessiz gözükebiliriz; ekranı emojilere boğarsak karşı tarafa itici gelebilir; emoji kullanmazsak adımız soğuk nevaleye çıkabilir... Ooooof! Yani tam olarak ne yapmalı hocam?
Independent gazetesi geçenlerde yazmış, İngilizlerin yüzde otuz beşi, flörtleşme aşamasında karşı taraftan art arda mesaj gelirse buz gibi soğuyormuş. Aşırı mesaj göndermenin hemen ardından karşı tarafı soğutan bir diğer şey de “cheesy selfie” dedikleri dandik selfie’lermiş. Sonracığıma, zoru oynayıp da gelen mesaja saatlerce mesaj yazmamak da soğutan bir başka detaymış. Ah, bir diğer önemli
İyiydi değil mi bütün yaz o aşk senin bu macera benim aylak aylak gezerken? “Winter is coming” arkadaşlar, yani yaz mevsiminin nemli rehavetini üzerimizden atmalıyız.
Bundan sonra karşımıza çıkan aşk fırsatlarını çok ciddi bir şekilde değerlendirmemiz şart çünkü yabancıların deyimiyle önümüz “cuffing season”, Türkçe mealiyle ise, kelepçe sezonu resmi olarak açıldı.
Peki nedir bu “kelepçe sezonu”? Efendim şudur, şimdi mevsim yazken sürekli bir tatile gitme, dışarıda olma durumumuz vardı ya, havaların soğumasıyla evlere tıkılmak suretiyle miskinin daha miskine, bekarın daha bekara dönüşme tehlikesi mevcut. Eh, bu durumda da kendi kendimizi deli gibi koltuğa kelepçelememek için de ciddi bir uğraş vermeliyiz.
Aşkta kilit kelimeler
Bakın ben ciddi uğraş diyorum, siz hemen en kolay yolu seçiyorsunuz. İlle ki oturduğunuz yerden o mobil tanışma uygulamalarına gireceksiniz. Of tamam, madem ısrar ediyorsunuz bari yeni sezonda cep telefonundan sevgili bulmak için profilinize yazmanız gereken kilit kelimeleri veriyorum!
Arnavutköy’de bir pastane
Arnavutköy Balıkçısı’nın tam karşısındaki La Pierre isimli pastaneyi, yağmurlu bir İstanbul gününde, son derece spontane bir şekilde denemeye karar verdim,
Espresso makinası, evlilik hazırlığında olan çiftlerin çeyizine girmiş. Ben de isterim. Ay hayır, ille de evlenmeme gerek yok! Yılbaşıydı, sevgililer günüydü önünüzde bir sürü fırsat var!
Satın aldığınız kıyafetin etiketini anında koparır mısınız? Yemeğin tadına bakmadan tuz mu koyarsınız? Bitter yerine sütlü çikolatayı mı tercih edersiniz? Hmmm, o zaman siz yüzde yüz hassas bir ağıza sahipsiniz... Ama eğer diyorsanız ki “Ben hem bitter hem de sütlü çikolata severim, müziği orta volümde dinlerim, yemeğin sosunun pilavla karışmasına da hiç aldırış etmem”, o zaman uyumlu bir ağıza sahip olduğunuz söylenebilir. Ha, bir de yemeğin içine acı pul biberi hunharca boca eden, acıdan baharatlıdan korkmayanlar, müziği son ses kökleyenler familyası vardır ki, onlar da ‘toleransı yüksek ağız’ olarak tanımlanabilir. “İnsanları bu şekilde üç gruba ayırmakla elimize ne geçecek?” diye soranlara çıtlatalım, bu analiz bizi insanların kahve tercihlerine yönlendirecek. Hazırsanız, ülkemiz topraklarından başlıyorum.
Gözünü açmadan espressonu iç!
Geçtiğimiz hafta espressoyla ilgili bilgi almak için konunun duayeni Nespresso’daydım. Neden espresso? Çünkü son yıllarda kahve denince aklımıza espresso gelir
Ya da öp. Sonuçta bu da hayatın bir gerçeği. Kolay mı öyle yıllarca aynı yastığa baş koymak?
Üniversitedeyken bir kız, sabah sevgilisinin yanında uyanma rutinini anlatmıştı. Saatini gizlice kurup çocuktan kırk beş dakika önce uyanıyormuş. Yüzünü yıkıyor, dişlerini fırçalıyor, mini nem maskesinin ardından hafif bir makyaj yapıp saçlarını tarıyor ve çocuğun yanına o şekilde geri süzülüyormuş. Bunu ilk duyduğumda “Kesin sallıyor, kimse her gün böyle bir performans gösteremez” demiştim ama yıllar içinde aynı durumu çevremdeki kızlardan o kadar çok dinledim ki sonunda gerçekliğine inandım. Böyle diyorum çünkü bence son derece ütopik bir aksiyon. Çocuk ya bir gün her zamankinden erken uyanıp da o makyajsız suratı görürse? O zaman ne olur?
Bu kadarı abartı ama sevdiğimiz kişiyle aynı yatakta uyumaya, aynı evin içinde dolanmaya alışmak o kadar da kolay değil. Özellikle de biz kadınlar için. Hele ki ilk zamanlar... E şimdi dışarda buluşurken saçlar fönlü, yüz makyajlı, iki dirhem bir çekirdek çıkıyoruz fakat eve girince işler değişiyor arkadaşlar. Evinizde bir başınıza otururken, yatağınızda çaprazlama uyurken, ortalıkta sere serpe dolanırken düşünün kendinizi. Düşündünüz mü? Şimdi artı
Birine “Seni seviyorum” demeniz ne kadar zamanınızı alıyor? Londralılar aşklarını altı ayda ancak itiraf edebiliyormuş da...
Seni seviyorum.” Yalansa yalan deyin kızlar, bir ilişkinin ilk dönüm noktası bu cümle değil midir? Birliktelik başlar, ilk yemekti, ilk sinemaydı, ilk öpücüktü falan filan hepsi akılda kalır da ilk defa “Seni seviyorum” dendiğinde akan sular durur.
Bir online flört sitesi olan eharmony’nin İngiltere’de, iki bin yetişkin üzerinde yaptığı araştırma göstermiş ki “Seni seviyorum” diyememe süresi en uzun olanlar Londra’da yaşayanlarmış. Dile kolay, tam tamına yüz doksan dört gün, yani altı aydan fazla. Gel de sinir hastası olma.
Teller yanmış
Dijital çağ birçok şeye yaptığı gibi aşkın, sevginin de içini boşaltıyor. “Dur aslanım, kendini karşındakine hemen kaptırma” diyor, alternatif sunar gibi yapıyor ama maymun misali ondan ona atlamayı seçenlerin durumu ortada arkadaşlar, kafadaki tellerin tümü yanmış, beyinler portakallı jelibon kıvamını almış. Biz kadınlar sevgimizi göstermeyi seviyoruz lakin bir demet çiçek alması bile devlet meselesi haline gelen erkeklerin duygularını dile getirmesi zaman alıyor, biliyorsunuz. Erkek arkadaşı bir türlü “Seni seviyorum”
Almanya’da yürütülen bir psikoterapi çalışması göstermiş ki çiftlerin ayrılma oranları yaz tatili sonunda artıyor, hatta boşanmaların üçte biri tatil sonrası gerçekleşiyor
Uzun bir tatili geride bıraktık. Nasıl, alışabildiniz mi evinize, ofisinize?
Dönüş zor mu geldi? Gelir tabii...
Sinirleriniz tepenizde mi? Yavaş, sakin...
Rutinden bıktınız, istifa etmeyi mi düşünüyorsunuz? Yok artık, bir durun, derin bir nefes alın. Boşanmayı mı kafaya koydunuz? Hop! Neler yaşandı o yaz tatilinde?
Kış aşkı
Geçtiğimiz hafta son dönemde boşanmalarda yaşanan artışla ilgili bir yazı yazmış ve çağımızın boşanma sebepleri arasında sabırsızlık, tahammülsüzlük, tüketim çılgınlığı gibi sebepler saymıştım. Hatırı sayılır bir boşanma sebebi daha varmış da ben atlamışım; tatil. Evet, Almanya’da yürütülen bir psikoterapi çalışması göstermiş ki çiftlerin ayrılma oranları yaz tatili sonunda artıyor, hatta boşanmaların üçte biri tatil sonrası gerçekleşiyor. Acep nedendir?
İntikam sıcak yenir
Nerede o bir ömürlük evlilikler, iyi günde kötü günde başını bir yastığa koymalar? Vazgeçmek neden bu kadar kolay hale geldi, bize ne oldu dersiniz?
Boşanmalar hep vardı da özellikle şu son dönemde zinciri kopmuş bisiklet gibi gidiyor konu. Benim kuaföre adım atan her kadında aynı durumu gözlemliyorum, hepsi evliliğinden mutsuz, ha boşandı ha boşanacak halde. Bir tane mi istisna çıkmaz? Biri de demez ki, “Ay benim kocam bir tanedir”. Kuafördeki kadınları dinleye dinleye bir yastıkta kocayan çiftlere inancım kalmadı vallahi. Çoğunluk birbirini bir yastıkla boğmanın peşinde...”
Beşinci kitabım “Süreya Kuaför Salonu”nun baş kahramanlarından Feza diyor bunları. O diyor da biz demiyor muyuz sanki? Evliliğini her türlü fırtınaya rağmen sürdürebilenlerin sayısı gün geçtikte azalıyor. Aşka inancımız azalıyor. Peki neden? Kafamıza hangi göktaşı düştü de biz bu hallere geldik?
Hayat kısa!
Boşanmak elbette ki kolay değil, hele bir de geri dönülemez şeyler yaşandıysa... Fakat eskiden bir tanıdığımız boşanırken, çevresindekiler o evliliğin bitmemesi için ellerinden geleni yapıyordu sanki. Ancak şimdilerde boşanma haberine yapılan yorumlar şu tatta, “O seni istemiyorsa sen hiç isteme. Hayat kısa!”
E