Prag
AB üyesi her ülkenin Türkiye’ye üyelik konusunda verdiği destek önemlidir. Zira AB’nin temel özelliği, nüfusları ne olursa olsun, üyelerinin eşit ağırlıklı oya sahip olmalarıdır. Çek Cumhuriyeti de bu üyelerden biri.
“Genişletilmiş Avrupa’nın Önemli Ortağı Olarak Türkiye” adlı konferans için, baharın ilk günlerini yaşayan ve güzellikleriyle dillere destan olan Prag’dayız. Çeklerin “Prag baharlarını” artık çok farklı yaşadıklarını görüyoruz.
Komünizm gideli çok olmuş. Tanıştığımız kişiler ise AB üyesi bir ülkenin vatandaşları olarak geleceklerine umut ve güvenle baktıklarını belli etmekten çekinmediler. Bu kişiler, kendilerine büyük yarar getirmiş olanaklardan başkalarının mahrum edilmesini doğru bulmadıklarını da açıkça ifade ettiler.
İki yeni fasıl açma sözü
Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Nazım Ekren ile birlikte konferansa katılıp bir konuşma yapan Çek Cumhuriyeti Başbakanı Mirek Topalanek de Türkiye’ye destek
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Meclis grubuna önceki gün yaptığı konuşmada, kapatılan Refah Partisi eski Başkanı Necmettin Erbakan’ın en azından “milli görüş”ü temsil ettiğini belirerek, ağır bir şekilde eleştirdiği AKP ile Başbakan Erdoğan’ı “işbirlikçi” ilan etti.
Ondan bir gün önce, Londra’da Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile ortak bir basın toplantısı düzenleyen İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband ise, AKP’nin yaptığı reformları “güçlü bir şekilde desteklediklerini” söyleyerek, “Hükümetle çok verimli ilişkimiz var ve bunun devam etmesini istiyoruz” diye konuştu.
AKP’nin kapatılması için açılan davaya ilişkin bir soruyu yanıtlarken bu sözleri sarf eden Miliband, böylece Deniz Baykal’ın suçlamasını bir yerde haklı çıkarmış oldu. Zira sonuçta “AKP ile işbirliğine devam etmek istediklerini” açıkça söylemiş oldu. Bu da haliyle AKP’yi “işbirlikçi” yapıyor.
Ancak burada temel bir sorun var. İktidarda kim
Bunun gibi şeyler İtalya’da da oluyor” diyebilirdik. Bu çerçevede Sicilya’nın “vahşi kırsalına” veya mafya çetelerinin elindeki Napoli’ye işaret edebilirdik. Hatta İtalya’nın ötesine de gidebilirdik.
İrlanda’nın başkenti Dublin’de daha birkaç gün önce yolda yürüyen iki Polonyalının, tanımadıkları kişilerin saldırısına uğrayıp tornavidalarla nasıl vahşice öldürüldüklerini de anımsatabilirdik.
Fakat bunu yapmak, zavallı “Pippa” Bacci’nin hunharca öldürülmesinden duyduğumuz derin üzüntü ile kızgınlığımızı gidermiyor. Biz maalesef “Bunlar her yerde oluyor” diye ülkemizden hüzünle ayrılan Pippa’nın kız kardeşi kadar bilge değiliz.
Kaldı ki, Türkiye’de en kızdığımız şeylerin başında “Onlarda da oluyor” argümanı geliyor. Amerikalılar Ebu Gıreyb’de, Guantanamo’da işkence yapıyorlarsa bu bizim insanlıktan nasip alamamış işkencecilerimize “vize” çıkarmaz. Aksini düşünmek de sapıklıktır.
Utandıran
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Ankara temasları konusunda
söylenecek çok şey olmasına karşın, bugün bu sütunun el verdiği ölçülerde sadece bazı hususlara değineceğiz.
1- Bir önceki yazımızda Barroso’dan antidemokratları olduğu kadar, laiklik karşıtlarını da savan -özetle “çifte caydırıcılığa” dayanan- bir yaklaşım beklediğimizi belirtmiştik. AB Komisyonu Başkanı’nın TBMM konuşması bu açıdan hayal kırıklığı yarattı.
Barroso’nun dediği aslında doğru. Laiklik konusunda her Avrupa ülkesi kendi yolunu bulmuştur. Türban konusunda da bugün bir “AB standardı” yoktur. Fransa bu konuda katıyken, İngiltere değil. Almanya’da ise eyaletler arasında bile farklılıklar var.
Güven verebilirdi
Barroso yine de Avrupa’da din ve devlet işlerinin somut bir şekilde birbirinden ayrıldığını söyleyebilirdi, zira aksini gösteren bir örnek yok. “Kadınların başörtüsü takma veya takmama hürriyetlerinden” söz ederken de başörtüsünü tercih etmeyenlere daha fazla
Dün de yazdık. Dışişleri çevreleri bugün başlayacak olan ve “çok önemli” diye niteledikleri, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’nun Türkiye ziyaretinin son siyasi gelişmeler nedeniyle gölgelenmesinden endişeleniyorlar. Haklılar da, zira bizde AB tartışılırken işin özüyle ilgilenilmiyor. Bu ziyaretin de bu nedenle “güme gitme” olasılığı var.
Nitekim Barroso’ya refakat edecek olan, Komisyon’unun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Ollie Rehn, günlerdir Türkiye’de ağır eleştiri bombardımanına tutuluyor. Neden? Çünkü AKP’yi kapatma davası çerçevesinde bazılarının hoşuna gitmeyen fikirler beyan ettiği için.
Birçok kişi, “Ona neymiş, kendi işine baksın” diye tepkili. Bu bile AB konusundaki kafa karışıklığını ortaya koyuyor. Bu yüzden Milliyet’in dünkü başyazısında belirtilenleri unutmamak için bir yere yazmak lazım.
AB kayıtsız kalamaz
Zira “var oluş felsefesini demokrasi idealleri üzerine inşa eden bir kuruluşun, seçmenin yarısının oyunu almış bir
Ankara, AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ve Komisyon’un Genişlemeden Sorumlu Üyesi Olli Rehn’in yarın başlayacak 3 günlük Türkiye ziyaretine hazırlanırken, yetkililer ziyaretin AKP’nin kapatılması için açılan dava nedeniyle gölgelenmesinden endişeleniyor.
Barroso’nun Türkiye’yi ziyaret eden sadece ikinci Komisyon Başkanı olacağına işaret eden Dışişleri çevreleri, “Bizim amacımız, Türkiye ile AB arasındaki havanın bu ziyaretle daha iyi bir hale gelmesidir” diye konuştular.
Rehn’in kapatma davası konusunda Brüksel’de Komisyon adına yaptığı açıklamaların Türkiye’de kendisine karşı yer yer kişisel hakaretlere varan tepkilere neden olduğunu da not eden söz konusu çevreler bir hususu ısrarla vurguladılar.
Kapatma gündeme gelecek
Barroso ve Rehn’in ziyaretini Türkiye’deki son siyasi gelişmelerle ilişkilendirmeye çalışanların bulunmasına karşın, bu ziyaretin aslında söz konusu gelişmelerden çok önce planlandığını belirttiler. Ocakta yapılması beklenen ziyaretin programlama
Tekrar iç meselelere daldığımız şu sıralarda yanı başımızda cereyan eden ve bizi de yakından ilgilendiren gelişmeleri görmezden geliyoruz. Oysa Kuzey Irak’tan yansıyan haberler, bölgedeki Kürtler ile Sünni Araplar arasında 2003’ten bu yana zaten var olan tansiyonun arttığını gösteriyor.
Bunun başlıca nedeninin, Kürtlerin Arapları Kuzey Irak’tan kovma girişimleri olduğu söyleniyor. Peşmergelere direnen Arapların da El Kaide türü örgütlere veya yerli Sünni direniş gruplarına artan sayılarda kaymaya başladıkları belirtiliyor.
Bu da Washington’un “istikrarlı ve sakin” diye lanse ettiği Kuzey Irak’ta yakın gelecekte patlak verebilecek bir Kürt-Arap çatışmasına işaret ediyor.
Sincar’ı da almak istiyorlar
Öte yandan, Irak’taki bazı kentlerin nihai statüsünü belirlemeyi amaçlayan referandumun bu yıl tekrar gündeme gelmesiyle bölgedeki tansiyonun daha da artması bekleniyor. Kürtler ise geçen yıl yapılamadığı için bu yıla ertelenen referandum için bastırıyorlar.
Bu yoldan
Bugün NATO’nun Bükreş zirvesinden çıkan sonuçları değil -ki bunların çok parlak olmadığı ortada- ama Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen’in Radikal’de pazartesi günü çıkan “Yeni NATO’ya hazır mıyız?” başlıklı analizinden hareketle, bağlantılı, fakat farklı bir konuya değinmek istiyoruz.
Eslen yazısında şunu soruyor:
“Yeni NATO’nun stratejik vizyonu ile Türkiye’nin güvenlik vizyonunun, Batı’nın değişen stratejik çıkarları ile Türkiye’nin stratejik çıkarlarının Soğuk Savaş dönemindeki gibi örtüştürülmesinin mümkün olup olmadığının sorgulanması gerekiyor.”
Kısacası bir “Türkiye-Batı” ikilemine işaret eden Sayın Eslen, dolaylı sözlerle bu çıkarların artık örtüşmediğini belirtmeye çalışıyor. Bu görüşün Türkiye’de yaygın olduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz. Nitekim “Batı” bugün Türkiye’de birçok etkin kesim tarafından “tüm kötülüklerin kaynağı” olarak