Expo 2015 girişimimiz hüsranla sonuçlandı. Bununla ilgili suçlamalar da havada uçuşuyor. Eşgüdümsüzlükten tutun, belediye seçimlerinde İzmir’in AKP’ye gitmesi endişesinin yarattığı atalete kadar birçok şey duyuyoruz. Burada gerçek nedenler ile bahaneleri ayırt etmek de mümkün değil.
Hükümet kanadından yansıyan görüşlerin çoğuna ise katılmıyoruz. Yapılan suçlamaları dinledikçe, “Demek ki İzmir, Başbakan Erdoğan’ın iddiasının aksine, bunu zaten hak etmiyormuş” diye düşünmeden edemiyoruz.
Bakan Tüzmen’in sözleri
Konuya aslında “paradigmatik” açıdan bakmakta yarar var. Zira burada Türkiye ile ilgili bir mesaj var. Can Dündar da zaten, “Expo delegeleri 7 hafta sonrasını göremeyen bir ülkeye 7 yıl sonrası için randevu vermedi” sözleriyle buna işaret etti.
Özetle, “Expo” dendi mi, çok büyük ekonomik çıkarlar söz konusu oluyor. Nitekim sadece İzmir için 20 milyar dolarlık yatırımdan söz
AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn’in AKP’yi kapatma davasıyla ilgili sözleri bizde bazılarınca bir “tehdit” olarak değerlendirildi. Oysa bu sözlerin önemini böyle savmak mümkün değil. Nitekim Dışişleri Bakanı Babacan da hafta içinde Lahey’e yaptığı ziyaret sırasında bize benzeri sözler söylemişti.
AB’nin Slovenya’daki gayri resmi dışişleri bakanları toplantısı sırasında bir soru üzerine konuşan Rehn, bu davanın Türkiye’de anayasal değişiklik gerektirebilecek “bir sistem hatası” bulunduğunu ortaya koyduğunu belirterek, “Brüksel’in, AB’nin siyasi ve insan hakları kriterlerinin ısrarlı ve ciddi ihlali durumunda müzakere sürecini gözden geçirmeye mecbur kalabileceğini” söyledi.
AB’nin ilgili kriterlerinden burada kısaca söz etmekte yarar var. Zira AKP’nin kapatılmasını destekleyenler, bugün Avrupa’da da partilerin kapatıldığına dair bir izlenim yaymaya çalışıyorlar. Oysa durum pek öyle değil.
Şiddet çağrısı ve bağlantısı
Avrupa’da AKP’yi kapatma davasına tepkiler büyüyor. Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile hafta içinde Hollanda’da geçirdiğimiz iki gün sırasında da buna tanık olduk. Tepkiler büyüdükçe de Türk yargısının uluslararası saygınlığını zedeleyen sözler geliyor.
Hatırlanacaktır, İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, “demokratik bir ülkede böyle bir davanın amacını anlayamadığını” söyleyerek, “Savcılar her ülkede tuhaf işler yaparlar ama (Türkiye’deki) bu durum astronomik derecede tuhaf” diye konuşmuştu.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Hollandalı Hıristiyan Demokrat Ria Oomen-Ruijen de önceki gün konuyla ilgili olarak “Türkiye’de herkesin güvenebileceği bir yargı maalesef yok” demiş ve “yargı reformunun gerekliliğinden” söz etmiş.
‘Özgürlükler Kalesi’nde durum
Kapatma davası Babacan’ın Hollandalı muhatapları tarafından sorulan soruların da başındaydı. Dünyanın en eskilerinden biri olan ve “Presidium Libertatis”
Lahey
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın davetlisi olarak, resmi temaslar için geldiği Hollanda’nın başkenti Lahey’deyiz. Buraya uçarken, Sabah gazetesinden Erdal Şafak ve Zaman gazetesinden Bülent Korucu ile kendisiyle son gelişmeleri konuşma fırsatını bulduk. Babacan’ın sorularımıza yanıt olarak söylediklerini özetleyerek aktarıyoruz.
AKP’ye dava
Babacan, yabancıların AKP’yi kapatma davasını anlamakta zorlandıklarını belirterek, bu davanın genelde “yanlış bir karar” olarak değerlendirildiğini söyledi. “Dava şu anda uluslararası ilişkiler açısından sorun yaratmış değil” diyen Babacan, yine de ciddi bir uyarıda bulundu.
AKP’nin kapatılması halinde “AB’nin Türkiye ile ilişkilerini askıya alabileceğini” kaydeden Babacan, buna rağmen dışarıdaki genel kanaatin Türkiye’nin bu sorunu aşacağı yolunda olduğunu vurguladı. “Onun için biz reform programımıza hiçbir şey yokmuş gibi devam edeceğiz” dedi.
AKP’nin, “reform”dan söz etmesine rağmen, AB’nin büyük önem verdiği 301
İç gündemimiz önümüzdeki günlerde ne getirir bilemeyiz, ama haftanın önemli gelişmelerinden biri ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Ankara ziyareti olacak. Ancak, Cheney’in bugün başlaması planlanan Ankara ziyaretinden sürpriz bir sonuç da beklemiyoruz.
Nedeni ise ortada. Washington’un en şahin ismi olan Cheney’in gündemindekiler, Irak, Afganistan, Suudi Arabistan ve İsrail’i de kapsayan bu gezisini takip edenlerin ezberinde artık. Bu yüzden Amerikan tarafının öncelikleri açısından Afganistan, İran ve Irak’ın ön planda olacağı biliniyor.
Afganistan ilk sırada ele alınacak, zira nisan başında Bükreş’te yapılacak kritik NATO zirvesinin bu konu üzerinde yoğunlaşması bekleniyor. Washington’un sorunu ise ortada. Afganistan’da Taliban ve El Kaide ile çarpışırken diğer NATO üyelerinin üzerlerine düşeni yaptıklarına inanmıyor.
Org. Büyükanıt karşı çıktı
Bugün Afganistan’daki güce katkıda bulunan ülkenin ağırlıklı bölümü ise Taliban ve El Kaide ile
Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile dün yaptığı görüşmeden önce BBC’ye verdiği demeçte umut yansıtan sözler sarf etmişti. “Bir vizyonumuz var” diye konuşan Hristofyas, “Kıbrıslı Türklerle Rumlar aynı adanın çocuklarıdır ve dış müdahale olmadan uzlaşma yolu bulmak zorundalar” diye eklemişti.
Rumların eski lideri Tassos Papadopulos’un söylemi anımsandığında bu sözler elbette ki Kıbrıs’ta çok farklı bir hava yaratıyor. Hristofyas’ın bu ve daha önceki bazı sözleri Rum tarafında kafaların gecikmeli de olsa değişmeye başladığını gösteriyor.
Bölünme ciddiye alınıyor
Örneğin, Hristofyas’ın geçtiğimiz günlerde, “Sorunu bu kez çözemezsek hiç çözemeyiz” demesi, Rum tarafının adanın kalıcı bir şekilde bölünebileceği olasılığını artık ciddiye almaya başladığını açıkça yansıtıyor.
Gerçek şu ki, Papadopulos’un Türk tarafını AB yoluyla dize getirme çabaları sokaktaki Rumların
Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey reformdur. Bu ihtiyaç eğitimden sağlığa, çevreden trafiğe, siyasetten ekonomi yönetimine kadar yaşamımızın hemen hemen her alanını kapsıyor.
Türkiye ekonomik olarak 40 yıl öncesine göre çok gelişti. Bu da hesaba katılmayan veya ortaya çıkmaları halinde kontrol edilebileceği sanılan sınıfları türetti.
Egemen erkimiz, “sosyalizm”i çağrıştırdığı için, sosyolojiye karşı her zaman antipati duymuştur. Bu olmasaydı, bilinçli siyasetçiler ve yöneticiler sosyolojik gerçekleri zamanında görür, gerekli reformlarla toplumu “çağdaş medeniyet” rotasında tutabilirlerdi.
Bugün AKP’nin durdurulamayan yükselişi karşısında dehşete düşenler, bunun niçin olamadığını geriye bakıp analiz etmek durumundalar. Zira, kendilerini korkutan olgular gökten zembille inmedi, bu ülkenin siyasi ve sosyoekonomik gerçeklerinden kaynaklandı.
Elbise vücuda uymuyor
Gerçek şu ki, Türkiye’de artık tek bir “siyasi elit”ten söz
AKP’nin kapatılması için açılan dava hakkında en doğru sözü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli söyledi. Bu davanın Türkiye için ciddi siyasi sonuçları olacak. Hal böyleyken Türkiye’yi yakından izleyen yabancı gözlemcilerin de buna bir “siyasi dava” olarak bakmaları kaçınılmaz oluyor.
Yakın tarihimizin en yüksek katılımlı seçimlerinden birinde, her iki seçmenden birinin desteklediği bir partiyi kapatmaya çalışmanın başka bir şekilde yorumlanması da mümkün görünmüyor.
AKP’nin önde gelen isimlerine karşı siyaset yasağı getirilmeye çalışılması da, haliyle, bu partinin yerine kurulacak yeni partiye karşı bir siyasi “ön tedbir” olarak görünüyor.
Anayasa Mahkemesi’nin kararının ne olacağını tahmin etmek güç. Fakat Türkiye’nin itibarının bu aşamada bile bu dava nedeniyle zedelendiği ortada. Dışarıdan gelen tepkiler de bunu gösteriyor.
Baas partisi de laikti
Bu söylediklerimize “Peki, laiklik ne olacak?” diye karşı çıkanlar