Güneydoğu’da uzunca süredir sokağa çıkma yasağı uygulanan ilçelerde yaşanan şiddetli çatışmalar nedeniyle on binlerce insan evini, işyerini bırakarak kaçtı. Nasıl kaçmasın ki? PKK’lıların açtığı hendekler ve tuzaklanmış bombalarla dolu barikatlar nedeniyle sokaklar savaş alanı gibi. Artık günlük şehit haberlerinin yanı sıra öldürülen onlarca, yüzlerce PKK’lının ve hatta aralarında çocuklarla kadınların da bulunduğu sivil kayıpların istatistikleri de geliyor. Açıkçası, bölgedeki ateş, kan ve ölümler yıllardır alıştırıldığımız terör boyutundan çok uzaklaştı. Dahası, iki ateş arasında kalan halk ne yapacağını şaşırmış vaziyette. İşte dün konuştuğum Nusaybinli bir vatandaştan buna dönük tek cümlelik durum tespiti:
Devlet kapınızı kapatın, PKK açın diyor...
Yani bir yanda devlet baskısı, öte yanda örgüt kaynaklı ölüm tehdidi...
Bu olayın benzerlerine geçmişte kırsalda da tanık olmuştuk. Köyler ve mezralardaki bölge halkı gündüzleri örgüte yardım ettikleri gerekçesiyle sorgulanmış, geceleri de örgütün baskısıyla karşı karşıya kalmışlardı. Çözüm olarak da o köyler boşaltılmıştı. Sonrasını ise geçenlerde konuştuğumuz (17 Aralık 2015 tarihli yazımız) eski MİT Müsteşar Yardımcısı
CHP’de 1 Kasım seçimle-rinin ardından başlayan genel başkanlık ve yeni vitrin tartışmaları 16-17 Ocak’ta son bulacak. Genel Başkan değil ama Parti Meclisi ve MYK’da önemli değişiklikler olacağını bugünden söylemek mümkün. Büyük olasılıkla mart ya da nisan ayında da tüzük, sonrasında ise program değişikliğine dönük diğer kurultaylar gündemde. Genel Başkan’ın çağrısıyla gerçekleşecek bu iki kurultayın aynı tarihte birlikte yapılabileceğine ilişkin öngörüler de var. Yani CHP 2016’da yönetim kadrosunun yanı sıra örgütsel ve üye yapılanması ile birlikte programını da yenileyecek.
CHP kurmaylarına göre amaç; daha aktif ve dinamik bir örgütsel yapı ile Kılıçdaroğlu döneminde yaşanan değişim sürecine net vurgular yaparak partinin siyasi yelpazedeki yerine ilişkin tartışmalara nokta koymak. Bunun için de ilk hedef partililerin aidiyet duygusunu artırmak. Buna çözüm olarak öngörülen ise öncelikle önseçimde milletvekili aday sıralamasını belirleme ve mahalle biriminde delege seçimleri gibi parti içi bütün mekanizmalarda kullandığı oylarla etkin görev üslenen pasif parti üyelerini aktif hale getirmek. Nasıl mı? CHP’nin şu an bir milyon 150 bin kayıtlı üyesi bulunuyor. Ancak bunların sadece 150
Naime-Cemal Yiğittekin çiftinin ilk çocukları Betül 11 yıl önce İstanbul Gaziosman-paşa’daki bir özel hastanede dünyaya geldi. Ancak annesinin kucağına verilmeden kuvöze konuldu. Çünkü doğum esnasında beynine oksijen gitmemişti. O nedenle Betül bebek yaşamının ilk 20-25 gününü hastanede cam fanus içinde geçirdi. Başından ayrılmayan ana babası da umutla müjdeli bir haber bekledi. Nihayet 25. günün sonunda o haber geldiğinde de doktorlar şöyle dediler:
“Durumu iyi, eve götürebilirsiniz. Ancak şunu bilin, Betül diğer yaşıtlarına göre 6-7 ay daha geç yürüyecek ve konuşacak.”
Betül eve gitti ancak hiç konuşamadı; bırakın yürümeyi, emeklemedi dahi. Bunun üzerine Betül’ün doğumundan bu yana bir ayakları hastanede olan Yiğittekin çiftine doktorlar fizik tedavi önerdiler. Bu tedavi tam dört yıl sürdü, Betül’deki tek değişiklik ise kalçasının üstüne oturmak ve sağa sola dönmek oldu. Bu arada annesi çiğneme ve yutma fonksiyonları da yeterli çalışmayan Betül’ü sürekli özel mamayla besledi.
Üç yıl önce ise aileye bir darbe daha geldi ve kan testlerinde değerleri yüksek çıkan Betül’e böbrek yetmezliği teşhisi kondu. Tedavisinin ilk 1.5 yılı ilaçla geçen Betül’ün önce tek, sonra da
CHP’de 16-17 Ocak’taki büyük kurultay öncesi kritik viraj dönüldü. Yani en çok kurultay delegesi veren İstanbul ve Ankara’da yeni isimler belirlendi. Her iki kongrede de Murat Karayalçın’ın “Sol yanımızı güçlendirmeliyiz” görüşü popülerdi ve herkesin dilinde bu söylem vardı ancak sonuçta bildik “statükoya sığınan klasik particiler CHP’ye egemen oldular” tartışması yinelendi. Yani görüntü yeni değil, bildik CHP’ydi. Nitekim bunun ilk işareti de daha kongrelerin başında “yarış blok mu yoksa çarşaf listeyle mi olsun” çekişmesinde yaşandı. Bunun neticesinde de yarış blok listeler arasında gerçekleşti. O nedenle öncelikle diğer partilerde pek görülmeyen bu “blok-çarşaf’ tartışmasına değinmekte yarar var. Nedir arasındaki fark? Ya da kim blok, kim çarşaf olsun ister? Aslında yanıt çok basit “iktidarlar blok, muhalefet çarşaf liste” ister. Şöyle ki; blokta o listeye kimlerin gireceğine listeyi hangi irade yapıyorsa o karar veriyor, çarşaf listede ise bütün herkes aday oluyor kaç kişi seçilecekse o kadar kişi işaretleniyor. Örneğin Ankara’da 30 tane yönetim kurulu üyesi seçilecek. Blok listelerde o 30 adaydan başka isim yer almıyor. Oylamada başka isimleri yazabilirsiniz ama seçilme şansı
Eski kuvvet komutanları ve birçok generalin de sanıkları arasında yer aldığı Balyoz Davası her yönüyle iz bıraktı... Anayasa Mahkemesi’nin kararı sonrası yeniden yapılan yargılamada, daha önce mahkum edilen sanıklar beraat ettiler. Kesinleşen kararın ardından da bu kez farklı bir yönde hukuk mücadelesi başladı. Haksız yere dört beş yıl cezaevinde kaldıklarını ve mesleklerinin ellerinden alındığını belirten askerler, maddi-manevi tazminat davaları açıyorlar, hatta bazıları sonuçlandı bile. Eğer temyiz aşaması da yerel mahkemenin öngördüğü yönde gerçekleşirse devlet her bir davacıya milyonlarca liralık tazminat ödeyecek. Bu kapsamda şu ana kadar açılan dava sayısı 70-80’i buldu ama sırada yüzlerce asker daha var. Şöyle ki maddi-manevi tazminat davası açabilmek için “kararın kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl ve kesinleşme şerhini tebliğ tarihinden itibaren de üç ay içerisinde” diye iki süre geçerli. Buna göre de bir yıllık süre 2016’nın martında dolacak ve eline henüz tebligat ulaşmamış çok sayıda kişi bulunuyor. Yani Balyoz Davası bu yönüyle de rekora aday. Nitekim dün dava açanlara, emekli generaller Süha Tanyeri ve Halil Kalkanlı da eklendi. Av. Celal Ülgen’in İstanbul
Güneydoğu’da “kurtarılmış bölgeler” hedefleyen PKK’nın iki amacı var. Biri, buralarda egemen benim diyerek güç gösterisinde bulunmak. Diğeri devletin aşırı reaksiyon vermesini sağlayarak, bunun halkta oluşturacağı öfke üzerinden bir ayaklanmayı örgütlemek. Ama bu plan tutmadı. Sokağa çıkma yasağı ilan edilen ilçelerde “öncelik sivil güvenliği” denilerek başlatılan ve halen de devam eden operasyonlarda yüzü aşkın terörist öldürüldü, örgütün hendeklerinden, baskısından yılgınlığa düşen yüz binlerce kişi evini, işyerini terk etti. Şimdiki aşama ise hızla kamu güvenliğini tesis ederek, bölgede yaşamı normale döndürmek. Peki bu nasıl olacak ya da olmalı?
İşte biri “aman o günlere dönülmesin” diye konuşulan (1991-1993) diğeri “terör bitme noktasındaydı” denilen (1999-2001) yıllarda görev yapan eski İçişleri Bakanları İsmet Sezgin ve Sadettin Tantan’ın görüşleri...
İsmet Sezgin:Terörü bitirmek için siyasal irade şart. Ancak terörist öldürmekle mesele çözülmüyor. Silahlı mücadeledeki kararlılığın toplumsal, ekonomik konulara da yansıması gerekiyor. Eğer akıllı davranılmış olsaydı PKK terörü 2000’li yılların başlarında bitecekti. Neydi o akıllı davranış? Sağduyuydu, birleşmeydi
Ülkedeki sıcak gündem Doğu ve Güneydoğu’daki sokağa çıkma yasakları ve sokak çatışmaları sonrası yaşanan göç dalgası... Teröristlerin kazdığı hendekler, kurduğu barikatlar, tuzakladığı patlayıcılar ile baskıdan bunalan Diyarbakır’ın Sur ve Silvan, Şırnak’ın Cizre ve Silopi ile Mardin’in Nusaybin ilçelerinde on binlerce vatandaş evlerini terk etti. Hizmet içi eğitim gerekçesiyle de bazı ilçelerdeki öğretmenler geri çağrıldı. Girilemeyen mahallelerde sokak çatışmaları haftalardır sürüyor. Ülkenin batısında ise hâlâ kamu güvenliğinin sağlanamaması nedeniyle ciddi bir karamsarlık hakim. Açıkçası, Güneydoğu’daki bu hendekler, evlerin altındaki tüneller sadece PKK’yla çatışma meselesinin üstüne çıkarak ülkenin genel iç güvenliğiyle ilgili bir boyuta ulaştı. Dış politika konusundaki olumsuz hava, Suriye’deki gelişmeler ve Kobani ile irtibatlandırıldığında da Türkiye için oldukça riskli bir durumu ortaya çıkardı. Nitekim bu konu önceki gün siyasi partilerin parlamentodaki grup toplantılarında da dile getirildi. Ana muhalefet lideri olaylar için “Belli bölgelere girilemiyor. Beyrut gibi. Halk Suriyeli mülteciler gibi göç ediyor” benzetmesi yaparken, MHP Genel Başkanı “Sevr şartlarını
CHP’de eski yılı uğurlarken İstanbul İl Başkanlığı çekişmesi var, yeni yılın ilk ayında da genel başkanlık tartışması olacak. Yani CHP ülkenin sorunlarından ziyade yine kendisiyle meşgul. Elbette olağan kongreler yasal bir zorunluluk ve de olağanüstü kurultay çağrıları parti içi demokrasinin gereği ama bunlardan güçlenerek, yenilenerek çıkmak kaydıyla. Peki bu yönde olumlu bir işaret var mı? Örneğin olağanüstü kurultay çağrılarıyla ortaya çıkan ancak yeterli imzayı bulamayan genel başkan adayları Muharrem İnce ve Umut Oran’ın akılda kalan tek net söylemleri neydi? “CHP’yi ilk iki seçimde iktidar yapamazsam giderim”. Yani tabanın ve seçmenin beklediği dağlara taşlara yazılacak yeni bir “umut” mesajından çok “hele siz beni bir seçin sonrasına bakarız” gibisinden havada kalan bildik nakarat...
Liderlik tartışmaları kısır bir döngü içerisinde de partinin alt yapılanmalarında durum farklı mı? Ya da 1 Kasım’da alınan başarısızlığın (yerinde sayma için de geçerli) gerçekten hesaplaşması ve özeleştirisi yapıldı mı, yapılıyor mu? Hayır. Yapılmış olsa en azından son gerçekleştirilen il ve ilçe kongrelerinde seçim sonuçlarıyla bağlantılı olarak kadrolar tartışılır, buna göre de yenilenirdi.