Televizyonlardaki “az sonra” anonslarını bilirsiniz. Konuya ilgiyi artırmak ve sona saklanan “bombalar” hakkında merak uyandırmak için kullanılır. Meydanlara çıkan Mustafa Sarıgül de aynen öyle yapıyor ve İstanbul’un sorunlarına yönelik çözüm projeleri sorulduğunda “son 20 günü bekleyin” diyor. Ardından da sandık için geri sayım başladığında İstanbul’a her gün bir müjde vereceğini söylüyor...
Sarıgül, bu tavrını gazetemize yaptığı ziyarette de sürdürdü ama bu kez araya ipuçları yerleştirdi. O ipuçlarına “az sonra” değinmek üzere, söze izlenimlerimizden başlayalım.
Her zamanki gibi çok iddialı ve 30 Mart’ta kazanacağından emin. O nedenle de konuşması ve tavırları adaydan çok, İstanbul’u yönetmek için mazbatasını bekleyen başkan gibi. TMSF ile ilgili gelişmelerden ise etkilenmemiş, aksine biraz da keyiflenmiş havasında... “Niye” diye sorduğunuzda da yanıtı açık:
“TMSF gibi olaylar devam eder, AKP üzerimize gelirse oylarımız daha da artar. 3-4 puan farkla ipi göğüsleriz.”
Sarıgül’ün iddialı olduğu bir başka konu da, kampanya sürecinde göstereceği mücadele yöntemiyle ilgili. Uzlaşmacı ve çözüm odaklı bir polika sözü veren Sarıgül, “Kırmadan, dökmeden, sinkaflı ifadelerden
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı’nın İstanbul Bölge Adliyesi Başsavcılığı’na atanmasıyla anımsadığımız Bölge Adliye Mahkemeleri, kâğıt üstünde önemli görevleri olan, ancak gerçekte “yargının merkez valiliği” diye tanımlanan bir yer.
Şöyle ki; 2007’de çıkarılan yasa uyarınca kurulan ve bugün sayıları 15’i bulan bu mahkemeler ilk derece yargılama ile Yargıtay arasında bir konumda olacak, “ara temyiz mahkemesi” gibi görev üstleneceklerdi. Bu işlevleriyle de 1,5 milyon civarında dosyanın biriktiği Ankara’yı rahatlatacaklardı. Yani bir anlamda bulundukları bölgenin Yargıtay’ı gibi çalışacaklardı. Ancak, kadro ve bina yokluğu nedeniyle bir türlü işlevsel olamadılar. O nedenle de kâğıt üstünde terfi gibi görünen bu mahkemelerdeki görevler, pasif ya da tenzili rütbeye dönüştü. Bunun en büyük kanıtı da 22 Şubat 2011’de görevden alınan bir önceki Başsavcı Aykut Cengiz Engin’in yaşadıklarıydı.
İstanbul Bölge Adliyesi Başsavcılığı’na atandığı gün “Haziran ayı itibariyle diğer atamaların da yapılmasının ardından göreve başlamayı düşünüyoruz” diyen Engin aylarca Kartal’daki Anadolu Sarayı’nda tahsis edilen bir odada oturmuş, sözünü ettiği kadroları göremeden de yaş
Herkes HSYK yapısında değişiklik öngören yasa teklifine odaklanmışken, İçişleri Bakanlığı’nın polis yetkisinde koruma memuru alımı için düğmeye bastı haberi gölgede kaldı. Oysa tam da “paralel yapılanma” iddialarının tavan yaptığı günümüze uygundu. Hani “zamanlaması manidar” diyorlar ya, işte öyle bir şey. Çünkü; geçen sene koruma memurlarının stat, üniversite, hatta karakol kapılarında önleyici zabıta görevi yapacağı söylenirken, bugün durum biraz değişmiş gibi. Şöyle ki, ilk etapta 28 bin 500 koruma memuru alınacak, daha sonra bu sayı 50 bini bulacakmış. Üstelik de üniformalı ve silahlı olarak görev yapacak bu memurlar polise verilen durdurma, kimlik sorma, kontrol, arama, yakalama, delilleri koruma, muhafaza altına alma, silah ve zor kullanma yetkilerine sahip olacakmış...
TBMM, İçişleri Komisyonu’nun CHP’li üyeleri İstanbul Milletvekili Celal Dinçer ve Kırklareli Milletvekili Mehmet S. Kesimoğlu’na göre bu, bina korumanın çok ötesine geçen bir görev ve henüz bu konuda hukuki bir çerçeve yok. Böyle bir yapılanmanın çok sakıncalı olduğunu belirten milletvekillerinin yorumları şöyle:
Celal Dinçer: Polisin önemli bir kesiminin cemaatin etkisi altında olduğunu düşünen
Ergenekon’dan “çıkış”, yani “kumpas” mağduru olduğu iddia edilenler konusunda Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun “yeniden yargılama formülü”ndeki son gelişme Başbakan’ın “İçeride pek çok günahsız yatıyor” sözleri... Kimi bunu yeşil ışık olarak algılasa da, zor. Nedeni iktidar sözcülerinin aynı formüle yönelik sarf ettiği “çıkmaz yol” açıklamaları. O nedenle Başbakan’ın sözleri için sarı ışık demek daha doğru. Çünkü sarıdan sonra kırmızı da gelebilir. Bakalım Feyzioğlu’nun Adalet Bakanı ile yapacağı görüşmeden ne çıkacak?
Var olduğu iddia edilen kumpasın diğer mağdurları da savunma makamındaki avukatlar... Onların suçu ise 17 Aralık sonrası hemen her bakan ve iktidar milletvekilinin dilinden düşürmediği “hukuka aykırılık” hakkındaki yakınma ve eleştiriler. Bu gerekçelerle 200 civarında avukat hakkında yapılan suç duyurusu sayısı 300’e yakın. Adalet Bakanlığı’nca kovuşturma izni verilen ve haklarında en azından mahkemeye hakaretten dava açılan bir çok avukatın yargılaması da Silivri Ağır Ceza Mahkemesi’de devam ediyor. Yani avukatlar, biten birkaç dava dışında yine Silivri’ye taşınıyor.
Tweet atana da soruşturma
O avukatlardan biri de Ergenekon ve Balyoz
17 Aralık’taki bakan çocuklarına yönelik yolsuzluk operasyonunun ardından emniyet teşkilatında yaşanan depremin artçıları sürüyor. Görevden alınan, başka illere ya da şubelere atanan amir, memur sayısı iki bine yaklaştı. Aralarında birden fazla yer değiştiren, hatta sabah operasyona katılıp, öğleden sonra tayini çıkanlar bile var. Açıkçası ortalık toz duman ve nerede, nasıl duracağı belli değil. Gerekçesi de malum. Başbakan’ın sözünü ettiği devlet içindeki “paralel yapılanma” ve hükümete yönelik itibarsızlaştırma girişimleri...
Velev ki öyle... Şimdi bu atamalarla organize şubeden alınıp daha pasif göreve atanan polislerin kafa yapıları mı değişti? Yoksa “tövbe mi” edecekler? Dahası bu iddialar doğruysa yargılanmaları ve meslekten çıkarılmaları gerekmez mi?...Ya kilit noktalara yeni gelenler, onlar hangi kriterlere göre belirlendi? Sonuçta giden ve gelen aynı okuldan devre arkadaşları değil mi? Üstelik o okullar cemaatin arka bahçesi olarak bilinmiyor mu?...
Dün bu soruları, yıllarca, polis okullarında öğretmenlik yapan ve halen teşkilat bünyesinde bulunan bir emniyet müdürüne yönelttim. Aldığım ilk yanıt, “Tepeyi budamakla bu işi çözemezsin” oldu, devamı da şöyle geldi:
2014’ün ilk günü Kartal Dr. Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Ortopedi Servisi’nde tanık olduklarımızı anlatırken “İşte sağlık devrimi” demiştik. Çünkü kangren nedeniyle kolu bacağı kesilen hastaların bulunduğu bölümdeki görüntüler, iktidarın yaptık, ettik dedikleriyle tamamen zıttı. Hastalardan duyduklarımız da devrimden çok isyanı çağrıştıran cinstendi...
Yazı sonrasında yoğun bir mail ve telefon trafiği yaşadık. Çok sayıda benzer şikâyetin yanı sıra hastanedeki olumlu değişimler aktarıldı. Kanlı, kirli çarşaflar yenilenmiş, doktor ve hemşireler de görünür olmuşlar...
Bu arada biz de davet üzerine İstanbul Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreteri Uzm. Dr. Tunçay Palteki’yle buluştuk. Öncelikle bu konuda inceleme başlattıklarını anlatan Palteki, “Bizzat gidip gördüm. Düzeltilmesi için yönetici arkadaşlara direktifleri verdik. Doktor ve hemşire yokluğunun nedeni de araştırılıyor, gereği yapılacak” dedi. Ardından da bu “acil” müdahalenin devamında kalıcı çözümlerle ilgili bilgi verdi. İşte satır başları:
* Kartal, yılda 45 bini acil 150 bin hastaya poliklinik hizmeti veren 706 yataklı bir hastane. Buna karşın fiziki mekânları eski, dağınık ve
2013’ün son günü bir yakını Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yatan okurumuzdan (kimliği bizde saklı) gelen maille dehşete düştük. Kangren teşhisi nedeniyle yakınının ayağının kesilmesine karar verildiğini anlatan okurumuz, kolu, bacağı kesilenlerin yattığı Acil Ortopedi Servisi’ndeki pislik ve tanık olduğu ilgisizlikten yakınıyordu. Buna ilişkin fotoğraflar da göndermişti. İşte insanların yeni yılı karşılamaya hazırlandığı saatlerde bizi dehşete düşüren o mail:
“Hastam tam 13 gündür orada yatıyor. Kaldığı oda ve gördüğü muamele içler acısı.
Odaların duvarları rutubet, yerler ve tuvaletler pislik içinde, musluklar kırık. Tuvaletin yanında sözde banyo yapma yeri açmışlar su buz gibi.
Hemşire çağırıyorsunuz, 45 dakikadan önce gelen yok. Pansumanı akan, yarası kanayan dikişi patlayan, şekeri tansiyonu yükselen ve daha yeni ampütasyon (vücuttan bir bölgenin kesilip alınması) ameliyatı geçirmiş hastalara yapılan muamele bu.
Hastaların yaraları temizlensin diye yaraya koyulan kültür kurtçukları başkalarının yataklarına çıkıyor. Temizleyen mi? Yok..
Yemek saati. Dışarıdan uzaklardan bir ses bağırıyor. “Yemeek”... Gelen geldi aldı. Gelemeyen aç kalıyor.
Eski yıla veda ederken, “neler yaşadık” diye geriye dönüp bakmak adettendir. Ama 2013 öyle bir yıldı ki; son iki gününe gelmemize rağmen gündem hala durulmadı. Pek durulacak gibi de görünmüyor... Öyle son dakika gelişmeleri yaşanıyor ki, vatandaş “Ülke reklam arası verse de az soluklansak” diyor... Oysa 2013’e girerken, bugün “İstiklal savaşı” başlatanlar ne demişti:
“Uzlaşıyı, istişareyi, diyaloğu, temel alan politikalarımızla, devletle millet arasındaki mesafeleri kaldırdık. Milli birliğimizi, kardeşliğimizi, dostluğumuzu güçlendirme yolunda önemli adımlar attık. Toplumumuzun bütün kesimlerini kucaklayan, demokratikleşme, adalet, temel hak ve özgürlükler alanında ileri seviyeler, evrensel standartları yansıtan yeni anayasamızı milletimize kazandırmanın gayreti içinde olacağız...”
Gezi Parkı olayları ve sonrasında diyalog, istişare, uzlaşının ne anlama geldiğini, adalet, temel hak, özgürlükler konusundaki hassasiyetin ise nasıl yorumlandığını ve kimler için geçerli olduğunu gördük, görüyoruz. Dün, başkalarının hak, hukuk çığlıklarına kulak tıkayan, dahası “Adaletin terazisi”, “destan yazdı” diyerek savcı ve polislerin arkasında duranlar, bugün o savcı ve polisleri