İki hafta önceki yorumlarımıza sahanın futbol oynamaya ne kadar elverişsiz olduğunu yazarak başlamıştık. Açıkçası geçen sürede çimler düzeltilmek bir yana sanki kendi haline bırakılmış bir durumda görünüyordu. Sonucunda da üç futbolcu mücadelenin olmadığı pozisyonlarda sakatlandı.
Gökhan Zan’ın ayağının çime takılma anı net olarak kameralara yansıdı. Bu şartlarda futbol oynamaya çalışan futbolcuları kutlamak gerek.
Galatasaray’da üçüncü Fatih Terim döneminin başladığını artık kesin olarak söyleyebiliriz. Dünkü Gaziantepspor maçı tipik bir Fatih Terim damgasının vurulduğu bir karşılaşmaydı.
Fatih Hoca maç sonunda televizyon kameraları önünde “put gibi durmamı mı istiyorsunuz?” diye soruyor. Açıkçası kendisinin ne yaptığından çok sahada mücadele eden oyuncuların nasıl oynuyor olduğudur burada dikkat edilmesi gereken detay.
Sahaya yansıyan şey Fatih Terim’in futbol bilgisi, taktiği, oyun anlayışı mı yoksa; abartılmış hırsı, sinir, stres ve motivasyon tekniği midir?
Evet, dün Arena’da hakemin ön plana fazlasıyla çıktığı bir maç oynandı ancak Galatasaray, sahada ne yapıyor olduğundan çok hakemin verdiği kararlara takılırsa bu sezonu tamamlayamaz. Hele içinde bulunduğu şu
Ligimiz geçen sene bıraktığımız yerden devam etseydi kuşkusuz yarın oynanacak derbinin kalitesi olsun, heyecan düzeyi olsun elbette farklı yaşanacaktı. Ancak 3 Temmuz günü futbolumuzda birçok şeyi yerinden oynattı.
Bu nedenle de bildiğimiz tüm ezberler değişiyor.
Hani yuvarlak hesap yapıyorum, 35 senelik bir futbol izleyicisi olarak daha önce bir Perşembe akşamı oynanmış Beşiktaş-Fenerbahçe derbisi hatırlamıyorum.
Çok mu önemli?
Sportif anlamda değil; ancak futbolun aynı zamanda eğlenceye dönük bir gösteri olduğu göz önüne alınırsa hafta içi yaşanan iş telaşı ve bir takım farklı programlar nedeniyle insanların karşılaşmaya odaklanmasında zorluklar yaşanabilir.
Tabii bir de bunun ekonomi boyutu var ki bu kadar sıkıştırılmış bir maç trafiğine taraftarın bütçe ayırması da giderek güçleşecektir.
Neyse biz esas konumuza dönelim.
Bu derbi aslında geçtiğimiz Nisan ayı içinde oynandı ve Fenerbahçe bu karşılaşmayı 4-2 kazandı. O günden bu tarafa geldiğimizde Fenerbahçe’nin önemli bazı futbolcularını kaybettiğini görüyoruz. Ancak taktiksel anlamda Fenerbahçe aynı futbolu oynamayı sürdürüyor.
Kâğıt üzerinde baktığımızda Beşiktaş’ın kadrosunun yetersiz olduğunu söylemek aslında çok doğru bir tespit olmuyor. Ancak bazı futbolcuların saha içindeki görev ve sorumluluk dağılımını izlediğimizde ister istemez bu kanaati bildirmek zorunda kalıyoruz.
Dün Mersin’de Beşiktaş çok koştu, mücadele etti.
Kimdi bu futbolcular?
Ernst, Veli, Necip, İsmail ve Mustafa Pektemek!
Guti, Quaresma, Edu, Simao, Fernandes beşlisi ile kıyaslandığında Beşiktaş’ın sahadaki futbol karakterini tamamen değiştiren isimler bunlar.
Sporun ruhunda mücadele var. Önce gücünün son ter damlasına kadar sahaya koyacaksın, oluyorsa kazanacak, olmuyorsa elbette değer bilen biri sana gereken yorumu yapacaktır.
Örneğin Quaresma; Harlem yıldızı gibi oynuyor.
İki kişinin arasından zarif bir ayak hareketi ile geçişi falan çok fantastik; önceki gün boğulmuş Fenerbahçe hücumuna destek verebilecek bir oyuncu ancak takım oyununun içinde hiç yok. Varsa yoksa kendisi ve şahsi becerisi… Sezon boyunca katkı sağlayacağı maç sayısı bir elin parmak sayısın geçer mi, şüpheliyim.
Bazen çok kötü oynar beklemedik bir galibiyet alırsınız kimi zaman da iyi oynadığınız bir karşılaşmanın sonunda maçtan beraberlikle ayrılır, puanlar kaybedersiniz.
Dün Fenerbahçe kazandığı karşılamalara göre çok daha iyi ve doğru bir futbol oynamasına karşın Samsunspor kalesine son vuruşu yapamadı.
İlk yarı ceza sahasına çok sayıda top göndermesine, ikinci devre rakip kaleye bol şut çekmesine rağmen golü bulamadı.
Fenerbahçe iyi oynadı, Samsunspor ne yaptı?
Elbette o da defansif anlamda doğru kademelerde bulundu. Birçok takımın aksine sert futbol oynamadı. Futbol dışı bir düşüncesi yoktu, ancak sadece savunmayı düşündü ki Şükrü Saraçoğlu atmosferi göz önüne alındığında fazlaca seçeneğinin olduğunu da söyleyemeyiz.
Fenerbahçe maç boyunca dengeli hücum etmeye çalıştı, sağ ve sol kanatları kullandı, yerden tek paslarla merkezden kaleye gitmek istedi.
Ne yapmak istediğini iyi bilen ve bunu da uygulayan bir takımdı.
Karşılaşmanın son dakikalarında Samsunspor’un geliştirdiği bir akında rakibinden önce kademeye giren Baroni defansif anlamda da dikkatli bir oyun oynayan Fenerbahçe’yi bize işaret ediyordu.
Beşiktaş Necip ve Ernst’in katılımıyla orta sahası dirençli bir takım görüntüsüne bürünmüşken, Quaresma, Simao ve Edu’dan oluşan ileri üçlüsünün geriye hiç yardım etmemesi, kaptırdıkları tüm topların defansı eksik yakalaması yüzünden yine çok zorlandığı bir maç oynadı.
Beşiktaş’ın yıllardır bir türlü kurtulamadığı şu ofsayt taktiği de her an başına iş açacak gibiydi.
Dinamo Kiev ilk yarı boyunca kanatlardan çok rahat geldi çünkü ona önde basacak oyuncuları yoktu.
Beşiktaş’ın orta sahası dirençli ve güçlüyken elbette ileri uçta oynayan oyuncularından yaratıcılık ve gol bekleniyordu. Kayserispor maçında orta saha da yoktu ortada.
Portekiz deneyimi giderek bir hüsrana doğru ilerliyor. Buna kenar yönetimini de katmak gerekiyor.
Maç aslında birçok bakımda geçtiğimiz sene oynanan maçı andırıyordu. Tek farkı Dinamo Kiev’in yakaladığı pozisyonları değerlendiremeyişiydi.
Beşiktaş’ın kadrosu bu haliyle yeterli görünmüyor.
Fenerbahçe Ülker geçen sezona ait kadrosundaki yabancıların önemli bir bölümünü gönderip yenilerini getirdi.
Gist, Jarrells, Sefolosha, Bogdanoviç takımın yeni oyuncuları olurken, geçen sene koca bir sezonu sakat geçiren Vidmar’ı da aslında bu taze ekibin içine dâhil edebiliriz.
Kadro bu kadar değişince takım içindeki uyum zaman alacaktır.
Zaten dün İspanyol ekibi Caja Laboral karşısında en önemli sorun bu oldu. Fenerbahçe Ülker maç boyunca sadece 5 asistte kalırken; rakibi 14 asist yaptı ki geçen sezon sadece Preldzic tek başına o sayıya ulaşabiliyordu.
Maç boyunca sürekli birbirini arayan basketbolcuların mücadelesini izledik. Takım oyununa yatkın basketbolcular çok etkisiz kalıp, kendilerini gösteremezken, daha çok bireysel direnişin temsilcileri katkı yaptı.
Ukiç tek başına bir takım zaten. Oyunda kaldığı süre boyunca her anlamda katkıda bulundu. Ancak en kritik atışı kullanmaktan kaçındı.
Ömer Onan, her sezona aynı istikrarlı tempoda başlıyor ve bitiriyor. 16 sayı ile en çok sayı atan oyuncumuz olurken 9’da 9 ile tüm serbest atışları basket yaparak kırılma anlarında takımın maçın içinde kalmasını sağladı.
Oğuz Savaş, Avrupa Şampiyonasından bu yana formsuzluğun
Özer Hurmacı henüz karşılaşmanın 4. dakikasında şutu çekmeden önce Mersin’in kalecisi Hakan Arıkan dâhil Türkiye’de hiçbir kimse daha maça konsantre olamamıştı, sahanın o noktasından golle sonuçlanacak bir şut çıkacağını tahmin etmek bir yana muhtemelen bir gece önce televizyonda yayınlanmış olan Adriana Lima’nın dansını ve dişiliğini bile konuşuyor olabilirlerdi.
Ancak Özer’in kaleye 48 metre uzaklıktan insanın aklını alan şutu hemen herkese futbolun güzellikler ve sürprizlerle dolu olan gerçeğini bir defa daha hatırlattı.
Bir futbol karşılaşması oynanıyor, hele sahadaki takımlardan biri Fenerbahçe’yse başka bir şeyle ilgilenmenin çok şeyler kaçırılabileceğinin uyarısı gibiydi bu gol.
Peşinden gelen Akdeniz iklimine has o fırtına eşdeğeri sağanak yağmur yayıncı kuruluşun uydusu ile bağlantısını kesince bir anda bu karşılaşmayı Türkiye’de sadece Tevfik Sırrı Gür Stadyumu’ndakilerin izleyebileceği bir şekle sokuverdi.
Bu dijital yayıncılığın veya teknolojinin bittiği bir on dakikalık zaman dilimiydi.
O sürede Türkiye’nin dört bir köşesinden imalı mesajlarla doldu sosyal paylaşım sitelerinin satırları; bu kesintinin bir Fenerbahçe maçına rastlamış olması zaten pür
Beşiktaş taraftarı maç sonunda mücadele etmeyen futbolcusuna tepki gösterdi; ancak belki de uzun zamandır ilk defa taraftar bu tepkiyi vermede haksız pozisyondaydı. Çünkü takımını ligin daha 6. haftasında yalnız bırakmıştı.
Evet, Guti, Quaresma, Simao, Fernandes, Edu çok fazla koşmamış, topun kendilerine gelmesini beklemişti, peki Beşiktaş’ın gücüne güç katacak, formasında ter olacak taraftarı neredeydi?
Gaziantepspor karşılaşması sonrasında Beşiktaş’ın son iki sezonda yaşadığı kâbusu tekrar görme, tarihin tekerrür etme ihtimalini konuşmuştuk.
2009’da şampiyon olan Mustafa Denizli’nin kadrosu, bir sene sonra büyük bir düşüş yaşamış, başkanının stadyuma dahi giremediği bir sezon geçirmişti. Geçen yıl Sn. Demirören taraftarı keyiften dört köşe yapan transferler yaparak başlamış, sezon ortasındaki takviyelerle 17’de 17 parolasıyla şampiyonluk hedeflenmişti. Ancak film beş haftada sonuçlanmıştı.
Yani bu kadronun omurgası geçen sene de başarısız olmuştu. Başarısızlığın nedeni hem kadronun yapısı hem de taktik kurguydu.
Dünkü karşılaşmada son iki sezonun çok uzağında bir Beşiktaş izledik. Evet, uyumsuz bir takım vardı her zaman, kalecileri hatalı goller yiyordu; ancak