Gençlerimiz mutsuz hem de çok mutsuz. Aileleri de onlardan farklı değil. Bugüne kadar kendilerinden ne istediysek fazlasıyla yerine getirdiler.
Önlerine tek hedef olarak sınavları koyduk, onlar da dur durak bilmeden sınavlara hazırlandılar, iyi okullarda okudular, meslek sahibi oldular. Baştacı edilecekleri beklentisi içerisine girerek büyük hayaller kurdular.
Sonra şapka düştü kel göründü. İşsizlik belası ile yüz yüze geldiler. İş bulma arayışı uzadıkça moralleri bozuldu, moralleri bozulunca da aynı süreçleri onlar da yaşamasın diye ne evlenmeyi düşündüler ne de çocuk yapmayı.
Peki istediğimiz bu muydu? Kesinlikle hayır. Hem devlet hem de aile bütçesinden en büyük payı hep eğitime, çocuklarımıza ayırdık. Çünkü onlar bizim geleceğimizdi!..
Peki nerede hata yaptık? Hedeflerimiz mi yanlıştı, çocuklarımız mı ilgisizdi, sistem mi yetersiz kaldı ya da çağın gerisinde mi kaldık? Bütün bunlar yetmezmiş gibi bir de zaten kısıtlı olan çalışma alanlarımızı yabancı işçilere yaptırdık…
Gençlerimizin ve ebeveynlerinin şu anki en önemli iki sorunundan ilki eğitim, ikincisi ise işsizlik!
Eğitimi yazmaktan dilimizde tüy bitti, bu yüzden bugün olayın işsizlik boyutuna ele alacağız. Gençlerimiz neden işsiz, neden öğrenim gördüğü alanda iş bulamıyor, işsizliğin nedeni “iş ve ücret beğenmemek mi”, her şeye razı olsalar da çıtanın daha da aşağıya düşürülmesi mi, istihdam ve insan gücü planlaması yapılmaması mı yoksa çok daha farklı nedenler mi?
Bu konuda cevap aranan onlarca soru var ama görünen o ki en büyük sorunumuz iş bilmezlik. Sizi bilmem ama ben duydum şok oldum. Milyonlarca işsizimizin olduğu ülkemizde turizm sektöründe çalışan yabancıların oranı bazı büyük otellerde yüzde 90’a kadar çıkmış.
“Nasıl olur?” dedim onlarca gerekçe saydılar...
Biz bir turizm ülkesiyiz, yılda 50 milyondan fazla turist ağırlıyoruz, hedefimiz 100 milyon turist ve turizm istihdamı konusunda görünen o ki en ufak bir politikamız yok.
Milyonlarca gencimiz
Bayram tatilleri bir nebze de olsa genel tansiyonu düşürüyor, toplumu rahatlatıyor. Sonra nerede kalmıştık deyip kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Bu tatil süreçlerini dur durak bilmeksizin çalışarak geçiren bir kesim var ki kendilerine sonsuz sabır diliyoruz. “Oh be” diyeceğimiz günler sizler için de çok uzaklarda değil…
Kim bunlar?
Aileleriyle birlikte en az 20, 25 milyonluk bir Sınav Ailesi var. Çocuklarıyla birlikte ebeveynler de sınav çilesini en yoğun şekilde yaşıyor. Bayram tatili onlar için de yok hükmünde. Sabırla sınavları bekliyorlar ama sonraki günler yine bir ömür törpüsü.
Önce sınav sonuçlarını bekleyecekler, sonra tercihle, daha sonra yerleştirme sonuçları ve kayıtlar. Yani bu yaz onlara tatil yok gibi ve sinirleri tavan yapacağı için ne olur onlara karşı her zamankinden çok daha toleranslı olalım. Hele ki sınav öncesi!..
Sınavlar olmasın mı elbette olsun ama her yıl 10 milyona yakın gencimize ve ailelerine sınav stresi yaşatmaya hiç kimsenin ama kimsenin hakkı olmamalı.
Sınav hakkı
Bayram eşittir tatil ve yemek oldu. Kurban kesenlerin ve bayram ritüelini yerine getirenlerin önceliği kavurma olacaktır. Tatilciler ise ne yeriz ne içeriz planlarını zaten günler öncesinden yapmıştır.
Peki, diğer tüm konular bir yana sadece gastronomi açısından baktığımızda kim daha şanslı evdekiler mi, tatilciler mi?
Zor bir soru ve nereden baktığınıza göre cevaplar da çok farklı olacaktır.
En şanslı olanların başında kesinlikle aile büyüklerini ziyarete gidenler olacaktır.
Bayramlar onlar için bir şölendir.
Çocukları hele ki torunları geldiyse bulur, buluşturur, çocuklarının çocukken unutamadığı tatları gün gibi hatırlar, hazırlar ve daha biri bitmeden diğerini önlerine koyarlar.
“Nerde o eski bayramlar, böylesi gelenekler mi kaldı, bir sofra kaça mal oluyor!” diyenler çok çıkacaktır.
Onların bilmedikleri ya da göz ardı ettikleri, geleneklerin, göreneklerin asla unutturulamayacağı. Bayram sofralarına bir de bu gözle bakın. Özellikle de aile büyüklerine gittiğinizde!..
Bayramlar bir anlamda ülkelerin karakteridir. Hemen her ülkenin dini, dili, etnik kökeni, bayrağı, müziği, mutfağı gibi bayramları da farklıdır. Kendine özeldir.
Kimileri milli ve manevi bayramlardır, kimileri de çiçek, böcek, gelenek, görenek ve onları o yapan çok özel günlerdir.
Gittiğimiz ülkelerde pek çok ayrıntı gibi bayramlara da özellikle göz atarız. Keşke bu yönde televizyon programları ve belgeseller yapılsa ama tıpkı bayramlar gibi böylesi derinliği olan programlar da artık nostalji oldu…
Nasıl ki eski domateslerin, eski İstanbul’un tadı yoksa, bayramların da tadı tuzu kalmadı.
Büyüdük de o yüzden mi böyle oldu? Ya da çocukluğumuza özlem mi duyuyoruz?
Hiçbiri değil. Modernleşme adı altında giderek artan bir şekilde ortak değerlerimizi kaybediyoruz. Hepsi o! Oysa bizi biz yapan, farklı kılan kaybettiğimiz, yozlaştırdığımız o değerlerimizdi... Bozulan ekonomi düzelir, iktidarlar gelir gider, eğitim sistemi revize edilir, işsizlik sona erer, yılan hikâyesine dönen sorunlarımız
Milliyet’in sembol isimlerinden birisini daha sonsuzluğa uğurladık. Haslet Soyöz’ü Milliyet okuru olup da tanımayan yoktur. Tıpkı ressamlığı gibi…
Milliyet’te karikatürün efsane isimleriyle birlikte uzun yıllar çalışma şansı yakaladık. Sanatın, hicvin, cesaretin, farkındalığın en önemlisi de bir ansiklopediye sığmayacak olayları tek karede anlatmanın ustalığını onlardan öğrendik.
Turan Abi (Selçuk), Bedri Abi (Koraman), Altan Abi (Erbulak), Mesut Yavuz rahmetli olmuşlardı şimdi o kervana Haslet de katıldı. Musa Kart, Ercan Akyol ise onların zirveye çıkardığı bayrağı dalgalandırmaya devam ediyorlar. Arkadan gelenler var mı? Keşke fazlasıyla olsaydı…
Abdi Bey (İpekçi) de karikatür çizermiş, onla çalışma şansımız olmadığı için karikatür çizerken de göremedim…
Cağaloğlu yıllarında hep iç içeydik. Turan Abi öğle saatlerinde gelir masasına oturur karikatürünü birkaç saat içerisinde tamamlar ve geldiği sessizlikte giderdi. Tam bir beyefendiydi. Kendisi konuşmaz çizgileri ve söyleyeceklerini
Doğurganlık sorununu diğer ülkeler nasıl çözer bilemeyiz ama bizimkini çözmenin yolu eğitimden geçiyor!..
Peki ama nasıl bir eğitim?
Bugünkü gibi olmadığı kesin.
Doğurganlık konusunun “beka” sorunu haline gelmesinin çok fazla nedeni var ama ilk sırada açık ara eğitim yer alıyor.
50 yılı aşkın süredir eğitimde yaptığımız hatalar, gençlerimizi sadece evliliğe ve çocuk yapmaya soğutmakla kalmadı, ülkemize yönelik aidiyet hissinin de ciddi anlamda örselenmesine neden oldu. “Fırsatını bulsak hemen gideriz” demeleri bu yüzden.
Dünü dünde bırakıp kabahatli arama yerine çözüme odaklanırsak, üstesinden gelemeyeceğimiz sorun yoktur. Bunu yüzyıllar boyunca defalarca kanıtladık...
Doğurganlığın istenilen oranlara yükselmesi, evlilik yaşının ötelenmesi ya da hepten vazgeçilmesine yönelik olarak gerçekten bir çözüm istiyorsak, her şeyden önce samimi olmamız ve yapılan hatada dur dememiz gerekiyor. Peki, bu hatalar en çok hangi konularda yapılıyor? İşte en önemli satır başları:
■
Terör, doğal felaketler, ekonomik kriz, salgın hastalıklar, iç ve dış göçler, savaşlar, küresel ısınma, açlık, cehalet gibi çok önemli küresel sorunlar yetmezmiş gibi şimdi bir de özellikle kalkınmış ya da kalkınmakta olan ülkeleri derinde etkileyen yeni bir sorunla karşı karşıyayız.
Dünya nüfusu 100 yıl önce 1,7 milyar; ülkemizin nüfusu da 13 milyon civarındaydı. Şu an ise Türkiye 90 milyona, dünya da 9 milyara yaklaşıyor.
Peki o zaman bu panik niye?
Doğurganlık azalıyor, ömür uzuyor, tüketim çılgınlığı, israf, doğa tahribatı ve en önemlisi de ucuz ve genç işgücüne olan talep dur durak bilmiyor. Bir önceki yazımızda da özellikle dile getirdiğimiz gibi doğurganlığın azalması konusunda hemen her ülkenin gerekçeleri çok farklı.
Ekonomik deseniz çok önemli ayrıntı ama detaylara girdiğinizde nüfus artış oranı en zengin ülkelerde dibe vururken, en fakir ülkelerde ve bölgelerde zirveye çıkabiliyor.
İşsizlik deseniz bu konuda da ülkeden ülkeye değişen gelişmeler söz