Başbakan Erdoğan’ın bugüne kadar isteyip de yerine getirilemeyen bir talimatı yoktur herhalde. Sadece dershaneler dışında.
Parti ve hükümet içerisinde çocukların, gençler ve ailelerin halinden anlayan tek o var. Bu yüzden de yaşanan sınav ve dershane “garabeti”ni en iyi o biliyor. Ve bu konuda “Çocuklarımızı, şu dershane garabetinden kurtarın” diye talimat da verdi.
Ama sanki Sayın Başbakan bu talimatı hiç vermemiş gibi Çelik döneminde SBS sayısı birden üçe çıkartıldı. Çubukçu döneminde de iki aşamalı ÖSS yerine 16 farklı sınav getirildi.
Yıllardır kaldırılacak denen KPSS ise tam bir baş belası. Bırakın kaldırılmayı daha da kök salıyor. Peki, böylesi bir ortamda yani velisinden öğrencesine herkes sınavların yarattığı ekonomik sıkıntı ve stres nedeniyle inim inim inlerken, Başbakan Erdoğan talimat vermişken, neden hâlâ bu konuda tek adım atılabilmiş değil?
En garibi de Kamu Personel Sınavı (KPSS) konusunda yaşananlar. Özellikle de öğretmenlerin yaşadıkları. Yılların öğretmenleri öğrenci karşısına geçip ders verecekken yıllardır ücretli, sözleşmeli öğretmenlik yaparken, KPSS için hiç görmedikleri derslerden başarılı olmak için dershanelerin yolunu tutuyorlar. Aldıkları üç kuruş
Refet Angın Hocamız vefat etti. Eğitim camiasının başı sağ olsun. 95 yaşındaydı. Ama eğitimde olup bitenleri en yakından izleyen isimlerden biriydi. Ne zaman eğitime zarar veren bir gelişme olsa, telefonla arar, neden yazmıyorsun diye adeta fırça çekerdi...
Mustafa Kemal’le yolları birkaç kez kesişti. Hatta onun direktifiyle tarih öğretmeni oldu. Ve bütün ömrünü eğitime adadı. Bazen “Hocam neden evlenmediniz?” diye sorulduğunda, benim milyonlarca çocuğum var derdi.
Çanakkale’de doğdu. Anadolu’yu adım adım gezdi. Ankara Deneme Lisesi müdürlüğünden Atatürk’ün 100. yıl Kutlamaları Koordinatörlüğü’ne kadar önemli görevlerde bulundu.
Bakan müşaviri olarak da son nefesine kadar eğitimin yorulmaz neferlerinden biriydi. Allah rahmet eylesin. Sevenlerine sabır versin...
Nereden nereye?..
Cumhuriyetin ilk yıllarında öğretmen olmak için can atılırdı. Çünkü o dönemin en kutsal mesleğiydi. Onlara çok önemli bir görev verilmişti; yeni cumhuriyeti onlar inşa edeceklerdi. Milletvekillerine yatacak yer, verilecek maaş bulunamazken bile her şeyin en iyisi öğretmenlere ayrılırdı...
Öğretmenlere bir dokunun bin ah işitin. Öylesine çok sorunları var ki onlardan arınıp sınıfa girmeleri mümkün değil. Ders anlatırken muhtemeldir ki her birinin kafasında bin tane farklı sorun var. Peki ya çözüm? İşte onu ara ki bulasınız. MEB, sorunları azaltacağına, her gün bir yenisini ekliyor. Ve sonunda onlar da sokağa dökülüyorlar. Muhtemeldir ki onlara da biber gazı sıkılacak, onlar da coplanacak. Keşke bu sahneler hiç yaşanmasa. Ama onları da mecbur bıraktılar.
“Bir ülkeyle oynamak istiyorsanız, öğretmen yetiştirme ve atama sistemiyle oynayın yeter!” şeklinde, literatüre geçen bir söz var. Çok doğru. Diğer mesleklere yönelik eğitim sistemleri fazla değişmezken öğretmen yetiştirme ve atama sistemi her 10 yılda bir değişir. Ve her defasında da daha kötüye gider. Şimdi yine mahkemelik olmuş!
Öğretmenlik öyle hemen herkesin yapacağı, sıradan bir meslek değil. İhtisas mesleği. Ayrıca taşeron işçi mantığıyla, üç kuruşa mecbur bırakılacak bir meslek de değil. Ama devlet eliyle tüm bunlar yapılıyor.
Müzik ve beden eğitimi öğretmenlerine bile KPSS’de matematik sorusu sorularak aymazlıkların en büyüğü yapılıyor. Dur diyeni de ara ki bulasın.
MEB’in tepe yönetiminde, şu anda
Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, Antalya’da, hem de özel okulların toplantısında, veliler için adeta işkenceye dönüşen özel okul sınavlarını kaldırdıklarını açıkladı. Ama pek çok açıklaması gibi bu da eksik kaldı. Tamam, artık, kolejler de SBS ile öğrenci alacak. Peki, asıl “işkence“ nedeni olan tercih ve kayıt maratonu ne olacak? Bu sorunun cevabı hâlâ yok. Önümüzdeki günlerde toplantı yapılacakmış da, orada karar verilecekmiş! Yani kafalarında hâlâ bir şey yok ki açıklamadılar.
Anadolu liseleri ile kolejler arasındaki gel-git nedeniyle yaşanan işkencenin birinci müsebbibi sınavlar ise ikinci ve daha önemli olanı da farklı tercih listelerinin hazırlanmasıdır. Bu yüzden sınavın kaldırılması tek başına bir anlam ifade etmez. Tercih sisteminin de tıpkı üniversiteye girişte olduğu gibi birleştirilerek, tek liste ve merkezi yerleştirmeye dönüştürülmesi gerekir.
Yabancı okullar dışında, kontenjanının tamamını dolduran özel okul sayısı yok denecek kadar az. Yani onların sınav ve tercih sisteminin içine girmelerinin de bir anlamı yok. Zaten sınav sisteminin içine girseler de, istedikleri gibi öğrenci almaya devam ediyorlar.
Sistemin zaafa uğramaması için bir dizi önlem almak
YÖK koltuğuna kim oturursa otursun değişen bir şey yok. Kurulduğundan beri sürekli olarak şikâyetlerin odağı halinde. Peki kim haklı? YÖK mü yoksa YÖK’ten şikâyetçi olanlar mı?
Arada bir YÖK’ün de haklı olduğu konular oluyor ama genelde öğrenci ve öğretim görevlileri sanki daha haklılar.
Kimin haklı, kimin haksız olduğunu, konuyu fazla uzatmadan, somut örneklerle, hemen irdelemeye çalışacağız. Ama önce şunu hatırlatmakta yarar görüyoruz. YÖK dün de dayatmacıydı, bugün de. Aklına estiğinde bir karar alıyor ve onu hemen uygulamaya koyuyor. Birileri mağdur olmuş, olmamış, emek harcamış, harcamamış umurunda değil. Oysa YÖK’ün bu yönünü, yani dayatmacılığını en çok eleştirenlerin başında bugünkü iktidar ve onların atadığı YÖK üyeleri geliyordu.
YÖS niye kaldırıldı?
Üniversiteye girebilmek için, tıpkı yurtiçindeki öğrenciler gibi yurtdışından gelen öğrenciler de ÖSS benzeri bir sınava giriyordu. Adı da Yabancı Öğrenci Sınavı YÖS’tü. YÖK ani bir kararla, bu sınavı kaldırdı. Elbette kendine göre gerekçeleri var. Yabancı öğrenci sayısını artırmak ve üniversitelerimize uluslararası kimlik kazandırmak gibi öngörüleri olabilir. Ama aceleleri neydi? Niye sınav çok az bir süre kala böyle
En değerli hazinemizin gençlerimiz olduğu konusunda kimsenin kuşkusu yok. Peki ama onlara ne kadar sahip çıkabiliyoruz? Onları geleceğe ne kadar hazırlayabiliyoruz?
Hemen herkes post kavgası peşinde. Ama o post lime lime olmuş, kimsenin umurunda değil.
Eğer söz konusu olan ülkemiz ve onun geleceği ise işte o zaman gençlerimize her zamankinden çok daha fazla sahip çıkmamız gerekmez mi? Demokrasiyi ve hukuk devletini yaşatacak olan da onlar, insan haklarına sahip çıkacaklar da. Peki ama onlar geleceğimizi korumaya, kollamaya ve muasır medeniyetler seviyesine çıkartmaya ne kadar hazırlar?
Hem geleceğimizi onlara emanet ediyoruz hem de onlara bu donanımı sağlayacak altyapıyı sunmuyoruz.
İşte o zaman bu konuda ya zerre kadar samimi değiliz ya da resmen onları kandırıyoruz...
Gençlerimiz sahipsiz
Suni gündem oluşturmada üzerimize yok. Biri ortaya bir senaryo atıyor, doğruluğu yanlışlığı araştırılmadan, üzerine binlerce yorum yapılıyor. Peki,”Şimdi senin yaptığın ne?” diyenleriniz çıkacaktır. Ama ortaya atılan senaryoların bir de eğitim boyutu var ki onu pas geçmek mümkün değil.
Senaryolar var ya da yok. Bu yargıyı ilgilendirir. Demokrasiyi sekteye uğratacak ne varsa bulsunlar ve en sert şekilde cezalandırsınlar. Bundan kimsenin kuşkusu olmamalı. Varsa planlayanları, yoksa da bunu varmış gibi pazarlayanları bulmak ve yargılamak devletin görevi. Ve eminim ki gereğini yerine getirecektir.
Senaryo kabinede iki isim yer alıyor ki bu iki ismin aynı masa etrafında oturması mümkün değil. Bunlardan biri Türkan Saylan, diğeri Kemal Alemdaroğlu.
Rahmetli Saylan ile Alemdaroğlu’nun arası hiç iyi değildi. YÖK üyeliği döneminde, Alemdaroğlu’nun İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden alınmasında en etkili isim o oldu. Hatta bu konuda dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e “Ya alınacak ya alınacak” resti çektiği bile dillendirildi.
Ama daha komiği, söz konusu kabinede Milli Eğitim Bakanlığı koltuğuna YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz’ün oturtulması. Sezer ile Gürüz’ün arası öylesine
Milyonlarca öğrenci karne aldı. MEB’in e-okul altyapısının çökmesi nedeniyle bazıları da alamadı. Ama nasıl olsa birkaç gün sonra alırlar.
Bu noktada asıl önemli olan, MEB’in lime lime dökülmesi değil, evlerde esen karne fırtınası. Karnesi iyi olanları canı gönülden kutluyoruz. Emeklerinin karşılığını aldılar. Tatilin en güzelini hak ettiler. Peki ya karnesinde kırık olanlar? İşte asıl önemli olan onların durumu...
Böyle bir durumda olmak hiç istemezdim. Şimdi birileri ahkâm kesecektir. Bilen, bilmeyen herkes bir fikir ortaya atacaktır. Uzun uzun nasihat çekecektir.
Ve sanki tek suçlu öğrenciymiş gibi herkes onlara yüklenecek.
Tamam, içlerinde tembellik yapanlar olmuştur. Zaman zaman hangimiz yapmıyoruz ki?
Ders dışında her şeyle ilgilendikleri doğrudur. İyi de, o yaşlarda kaçımızın birinci önceliği, derslerdi?
Okula devam konusunda sınırları zorlamışlardır. İyi güzel de, okuldan kaytarmanın güzelliğine inanmış o yaştaki öğrencilere bunun aksini ne kadar anlatabiliriz?