Usta tiyatrocu Hadi Çaman’ı geçtiğimiz hafta kaybettik. Vefatından sonra Hadi Çaman Tiyatrosu’nda görkemli bir cenaze töreni yapıldı. Salon tıklım tıklımdı. Onlarca gazeteci, onlarca kameraman ve yüzlerce tiyatrosever vardı. Tören bazı kanallarda canlı yayımlandı. Bazılarında ise ana haber bültenlerinde uzun uzun yer aldı.
Tiyatro salonunun içi gibi önü de kalabalıktı. Hem de hiçbir zaman olmadığı bir şekilde. İşte bu sırada televizyonlar canlı yayına geçtiler. Hadi Çaman’ın yakın dostları, çalışma arkadaşları ve tiyatroseverlerle röportaja başladılar. Hadi Çaman’ın kişiliğine, verdiği mücadeleye ve sanatına yönelik görüşlerini aldılar. O anki duygularını paylaştılar.
Hemen herkes çok şeyler anlattı. Ama biri vardı ki törene damgasını vurdu.
“Hadi Ağbi işte hep böyle bir tablo hayal ederdi. Tıklım tıklım salon ve oyunu kamuoyuna duyurmak için yarışan gazeteciler. Ama bu hayali ancak şimdi cenazesinde gerçekleşti ve o göremedi. Keşke görebilseydi...”
Evet, Hadi
Üniversitelerimiz üzerine çok sözler söyleniyor. İyi görmek isterseniz çok iyi bir noktadalar. Eğer ille de eleştirmek isterseniz, bahane bulacağınız bin tane neden var. İşte bu noktada uluslararası değerlendirme ölçümleri ve reyting sıralamaları gündeme geliyor.
Eski ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut bu konuya oldum olası ilgi duyan isimlerden biri. Rektör Danışmanı Prof. Dr. Bilgehan Ögel de bu gelişmeleri çok yakından izliyor. İşte onlardan gelen bilgi notları:
En iyiler kim?
Son iki yıldır, üniversite sıralaması konusunda en kapsamlı çalışma Cybermetrics Lab. tarafından “Webometrics Ranking of the World Universities” () adı altında gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmada, 15.000 üniversite değerlendirilmekte ve ilk 4.000’i sıralanmaktadır. Çok fazla sayıda üniversitenin değerlendirilmesi dolayısıyla, Webometrics sıralaması, daha önce yapılmış olan “Jiaotong Üniversitesi” (Çin sıralaması olarak da bilinmekte) ve “THES-QS” sıralamalarına göre çok daha kapsamlıdır.
Üniversitelere dışarıdan bakış, meğerse kanayan bir yaraymış. Doçent. F.A.A.’nın yazdıklarına karşı çıkanlar da var. Ama büyük çoğunluk destekliyor.
En garip eleştiri TÜBİTAK’tan geldi. “Kimliği ve ciddiyeti meçhul kişinin mektubu” diye söze başlanmış. Oysa Hoca’nın kimliği de, çalıştığı kurum da belli. Tıpkı görüş bildiren diğer bilim insanlarınınki gibi. İsimleri özellikle yayımlamıyorum, çünkü başları ağrır. Zaten TÜBİTAK’ın gönderdiği yazı da tehdit kokuyor. Dahası, F.A.A.’yı ismini açık yazmamakla suçlayan TÜBİTAK, kendisi de aynı yöntemi uygulamış. Gönderilen yazının altında TÜBİTAK Başkanlığı yazıyor. Muhatabımız başkanlıktan kim? Başkan mı, genel sekreter mi, özel kalem mi ya da başkan yardımcılarından biri mi?..
İlk yazımızda “Söz konusu iddialar abartılı da olabilir yanlış da. Önemli olanın bu konuda bir tartışmanın başlatılması“ demiştik. Nitekim amacına da ulaştı. Yüzlerce mektup yağdı. Hepsi de mevcut durumdan şikâyetçi. Söz önce
Siyasi gerginlik birilerinin hoşuna gitse de TBMM Başkanı Köksal Toptan’ı fena halde rahatsız ediyor. AKP’li Fırat ile CHP’li Kılıçdaroğlu arasındaki gerginliği azaltmak için son dakikaya kadar gayret gösteren Toptan, amacına da ulaştı. Uğur Dündar’ın yönettiği dünkü “düello“ da tarafların birbirlerini kırmamak için gösterdikleri özen, biraz da bu yüzdendi. Peki bu saygı sınırlarını zorlamama durumu, ne kadar devam eder? Toptan’ın bu konudaki görüşü çok net: Gerginlik yaratını halk sevmez, bir daha da seçmez.
Peki “düello“nun galibi kimdi? Kazanan sanki demokrasi ve medya oldu. Kılıçdaroğlu daha güven vericiydi. Fırat da hazırlıklıydı. Kesin galip ilan etmek ise yanıltıcı olur. Görünen o ki başta Fırat olmak üzere hemen her politikacının ticari ilişkilerinde çok daha dikkatli olması gerekiyor...
Toptan, önceki gece, Denizli Pamukkale Üniversitesi’nde, hem TBMM Başkan hem de Cumhurbaşkanı Vekili olarak Genç Bakış’ın konuğuydu. Yoğun izdihamın yaşandığı,
Uzun süre çeşitli üniversitelerde görev yaptıktan sonra ABD’ye giden bir bilim insanımızın gözlemlerini dün bu köşede dile getirmiştik. Çok büyük geri dönüş oldu. İşte onlardan bazıları:
“Dışarıdan bakan hocanın görüşleri büyük oranda doğru. Ben de içeriden bakan birisi olarak bunların çoğunu gözlüyor ve yaşıyorum. Sistemi mükemmeliyet, çalışma şevki, uluslararası yarışma, nesnel akran değerlendirmesi ve akademik etik ilkeleri dikkate alarak yeniden yapılandıramazsak, sadece sayılara bakarak, bunu gelişme sanmak, zaten koflaşmış sistemin içini, iyice boşaltır diye endişe ediyorum.”
“Sayın Güçlü, nezaket göstererek, yazısının sonunda, “abartı da olabilir, haksız yere suçlama da“ ifadelerini kullanmış. Ancak tespitlerin tamamı doğru. Bunu hepimiz bal gibi biliyoruz. Başımızı kumdan çıkarma, onurumuzu, şerefimizi kurtarma zamanı geldi de geçiyor. Toplumla beraber, toplum yararına olunursa gerçek anlamda bilim yapılabilir sözünü kafalarımızın bir kenarına
Doç. Dr. F.A.A., Türkiye’de çeşitli üniversitelerde uzun süre görev yaptıktan sonra ABD’ye giden bilim adamlarımızdan biri. Enteresan tespitleri var. İçindeyken pek çoğumuzun göremediği ayrıntıları, dışarıdan gözlemleyerek bizimle paylaştı. Eminim ciddi tartışmaları da beraberinde getirecek. İddiaların üzerine bir örtü çekmek için “Kesinlikle doğru değil“ diye karşı çıkanlar kadar, “Ooo daha neler var?” diye destekleyenler de çok olacaktır. İşte mektup:
“YÖK Başkanı’nın planları hakkında yazdığınız yazıyı (20.09.2008) dikkatle okudum. Ben de bir iki görüşümü sizinle paylaşmak istiyorum:
1. Yazınızda da vurgulandığı gibi, Türkiye bilimsel yayınlarda 19. sırada. Ama neden kimse, birinci sırada olsak bile bunun ülkemize bir yararı var mı? diye sormuyor. YÖK ve üniversiteler, öğretim üyelerine akademik kariyer ve atama için koşul getirdi, örneğin profesörlük için SCI indeksinde 3 yayın gibi. Bunu yaparken kimse sorgulamıyor. Her yayın aynı mıdır? Yani
12 Eylül öncesi ve sonrasında gazete, kitap, dergi okumak en büyük suçlar arasındaydı. Falanca dergiyi, gazeteyi, kitabı okudu diye dayak yiyen, coplanan, hapislerde çürüyen çok insan oldu. En acısı da yakılan kitaplardı.
Bugünün anne babaları işte o günün gençleri. Başbakanı da, bakanları da. Bu yüzden olsa gerek pek çoğu hâlâ gazeteye, kitaba, dergiye korkuyla bakıyor. Kendi okumuyor, çocuklarına da okutmuyor. O yetmiyor, ülke geneline yayıyor.
Kitabı, gazeteyi, dergiyi hâlâ tehlike olarak görenlerin olması ne acı!
Oysa okumaktan korkmayan, düşüncelerini özgürce sergileyen, karşı fikirlere katılmasa da saygı duyan gençler hepimizin hayali değil miydi?
Okumadan neyin doğru, neyin yanlış olduğu nasıl anlaşılacak? İyi kime göre iyi, kötü kime göre kötü? Taraf kime göre taraf?..
Gençleri belirli bir konuda yönlendirmekten daha tehlikeli ne olabilir? İlle de şunu okuyun ya da okumayın, bunu izleyin ya da izlemeyin, şuraya gidin ya da gitmeyin diye yasalar dışında özel
YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan, önceki gün, Ankara’da toplanan Üniversiteler Arası Kurul öncesinde, yükseköğrenime yönelik hayallerini anlattı. Eminim ki, bir iki yıl içinde gerçekleşmesini arzu ettiği bu hayallerinin altına imza atmak istemeyen hiç kimse çıkmaz.
Hayaller güzel de, önemli olan nasıl gerçekleşeceği! Aynı hayalleri Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı, rektörler, DPT Başkanı ve en önemlisi Maliye Bakanı da yüreğinde hissedebiliyor mu? Yoksa gerisi hikâye. YÖK Başkanı’nın hayalleri olmanın ötesine geçemez.
İşte Başkan Özcan’ın hayalleri:
- Başvuran her öğrenciyi üniversiteye almak
- Devlet-vakıf ayırt etmeksizin tüm üniversitelere öğretim üyesi temin etmek
- Yeni kurulan üniversiteleri bir an önce donanımlı hale getirmek
- Erasmus’u, Ulusal Öğrenci Değişim Programı adı altında Türkiye’de uygulamak