Diyalog Celal Şengör, dünyaca tanınmış, üretken bilimadamlarımızdan biri. Kamuoyu onu deprem sonrası tanıdı. "Büyük depremde İstanbul yerle bir olur ve yüz binlerce kişi ölür" dediğinde, kızanlar çok oldu. Ama hiç sevmeyenler bile hak verdi. Çünkü İstanbul'daki yapılardan çoğunun kartondan kuleler olduğunu herkes biliyordu.Şengör'ün en sert çıkışı ise Yusuf Özcan'ın YÖK Başkanlığı'na atanmasından sonra gerçekleşti. Yeni YÖK Başkanı'nı, akademik açıdan o kadar yetersiz buldu ki "Kendisinin hiç bir akademik özelliğinin olduğunu düşünmüyorum. Asistan yapılmasında bile tereddüt edeceğim bir insanı alıp YÖK'ün başına getirdiler" yorumunu yaptı.Şengör'ün dünkü hedefi ise Başbakan Erdoğan'dı. Cumhuriyet'in Bilim ve Teknoloji ilavesinde yayımlanan makalesinde, Papa 16. Benedictus'un Roma Üniversitesi'ne neden sokulmadığını uzun uzadıya anlattıktan sonra, "Tayyip Bey bilsin ki bizler de Roma'daki meslektaşlarımızdan aşağıya kalmayız.Ama hiçbirimiz bir Türk Başbakanı'nın Papa'nın duruma düşmesini istemeyiz" dedi...Gül, Üniversiteler Arası Kurul'un YÖK üyeliğine layık gördüğü Celal Şengör'e yönelik kararnameyi imzalayacak mı, imzalamayacak mı? İmzalamazsa gerekçesi ne olacak? İmzalarsa
Diyalog Oysa daha sağlığına kavuşturacağı yüzlerce kalp hastası, yazacağı onlarca kitap, çekeceği binlerce fotoğraf karesi vardı.Büyük depremde, Kocaeli ile birlikte üniversite de yerle bir oldu. Morallerin, umutların, ekonominin tükendiği o anda, dimdik ayakta durdu. Üniversiteyi öğretime kapatmadı. Derslere çadırda devam etti. Yıkılan her şeyin çok daha iyisini yaparız sözünü verdi.Umuttepe Kampusu'nun temelini attığında, ortaya böylesine görkemli bir kampus çıkacağına, onun dışında inanan yok gibiydi. Ama o zoru başardı. Kampusu bitirdi. Ancak yaşadığı stres, zorluklar, söylentiler kendisini de bitirdi. Bir önceki iktidar döneminde, hükümet ile YÖK arasındaki ipler koptuğunda, aradaki diyaloğu sağlamaya çalışan kilit isimlerden biri de oydu. O döneme ait bilinmeyenleri de kitap haline getirecekti. Ömrü vefa etmedi. Ama üniversitesi konusunda gözü arkada gitmedi. Bu dik duruş, bu ivme, bu açılım, benden sonra da hiç durmadan devam etmeli diyordu. Emin ellere teslim etti...Trabzon'dan Kocaeli'ye kurucu tıp fakültesi dekanı olarak geldiğinde ve sonrasında az sıkıntı çekmedi. Hep köstek olundu. Hep morali bozuldu. Ama yüzündeki gülücük hiç eksik olmadı. Kendisini yok etmeye
Diyalog Başbakan Erdoğan'ın ortaya koyduğu bir çıta var. Başbakan Erdoğan, eski YÖK yönetimini eleştirirken, onlara, kendilerine laf yetiştirmek yerine, işlerine bakmalarını söylüyordu. Yani dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına, hatta ilk 100'e girmelerini istiyordu.İşte bu yüzden, yeni oluşturulan YÖK'ün öncelikli hedefi, Başbakan Erdoğan'ın ortaya koyduğu bu hedefi yerine getirmek olmalıdır. Yoksa, ardı arkası kesilmeyen türban ve katsayı tartışmaları içinde boğulmak değil.Peki bu mümkün mü? Eğer üye seçiminde, bugüne kadar olduğu gibi dar bir çerçevenin dışına çıkılmazsa, bırakın ilk 100'ü, ilk bin bile hayal olabilir. Ama, uluslararası donanımı, birikimi ve heyecanı olan bilim insanlarına fırsat tanınırsa, Türk üniversiteleri çağ atlayabilir.AKP iktidarının bugüne kadar atadığı üyelerin biyografilerine bakıldığında akademik yeterliliklerinden çok, dünya görüşleri nedeniyle tercih edildikleri dikkat çekiyor.Ama bundan sonrası farklı. Çoğunluk zaten onlarda olacak. Yani bir anlamda tek kale maç yapılacak. Bu nedenle, hedef, üniversiteleri hizaya getirmek değil, onları dünya standartlarına ulaştırmak olmalıdır.Zaten Özcan Dönemi'ne yönelik değerlendirmeler de bu açıdan
Diyalog 256 bin nüfuslu KKTC ekonomisini üniversiteler ayakta tutuyor. 44 bin üniversite öğrencisi var. Hedef 60 bin. Rum kesiminde ise tek üniversite bulunuyor. Ve onlar da bu konuda atakta.ODTÜ'den sonra, İTÜ'nün de KKTC'de üniversite kurması, bir devlet politikası. On yıl öncesinden kararlaştırılmış. Amaç, KKTC'yi üstün nitelikli akademik kurumlara sahip bir eğitim adası haline getirmek.Peki bu mümkün mü? Evet mümkün. Çok önemli aşamalar kaydedildi. Kaydedilmeye de devam ediyor.Cumartesi günü, İTÜ'de geniş katılımlı bir arama toplantısı vardı. KKTC'den sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Canan Öztoprak, eski KKTC Başbakanı Hakkı Atun, Lefkoşa Büyükelçisi Türekul Kurttekin ile çok sayıda rektör ve bilim insanı katıldı. "Nasıl bir üniversite?" sorusuna cevap arandı.235 yıllık bir deneyime sahip İTÜ, "KKTC Macerası" ile devlet politikasını yerine getirmenin ötesinde, kendisini aşmanın peşinde. Yenilik, farklılık, kalite, özgürlük ve gelecek arıyor. Amaçları, İstanbul'daki İTÜ'nün bir benzerini kurmak değil. 235 yıllık birikimle yeni bir dünya üniversitesi yaratmanın peşindeler. Peki başarabilirler mi? Kampusun son halini ve
Diyalog Peki iktidarı ele geçiren partiler istediği gibi davranabilirler mi? İşte bu noktada hukuk devleti devreye giriyor. O da demokrasi gibi olmazsa olmazlarımızdan biri. Yapılacak her icraat yasalar çerçevesinde olmalıdır. Yoksa ortaya öyle bir kaos çıkar ki, gün gelir hukuk, kendisini yok saymak isteyenlerin de sarılacağı en önemli cankurtaran simidi olur.YÖK'ün Anayasa'daki yeri, konumu ve görevleri çok net. 2547 sayılı YÖK Yasası, 12 Eylül'den bugüne çok önemli değişimler geçirdi. Bu yüzden, bu konuda yapılacak yeni düzenlemeler, kafa karışıklığının ötesinde bir işe yaramaz.YÖK'ün yasal görevlerini dün uzun uzun yazdım. Türkiye'nin geleceğine yön veren çok önemli yaptırım güçleri var. İşte bu nedenle, YÖK üyeliğine atanacak isimlerin her biri çok titiz bir şekilde seçilmeli.YÖK Başkanı 24 saatte seçildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ı pazar günü Çankaya Köşkü'ne çağırdı. Pazartesi günü de atamasını yaptı. Daha önce hiç tanımadığını da özellikle belirtti.Yani YÖK'ün görevlerini Özcan'ın önüne koyup, "Bütün bu zor işleri nasıl yerine getirmeyi düşünüyorsun? Hedeflerin ne? Bugüne kadar bu konularda neler yaptın? Dünyadaki örnekler nasıl?" diye uzun
Diyalog Türkiye Cumhuriyeti geleneğinde cumhurbaşkanı ve başbakan isimlerinin üniversitelere verilmesi yaygın bir şekilde var. Örneğin Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Süleyman Demirel ve Aydın Menderes Üniversitesi.Ama verilmeyen de çok. Örneğin Özal, Evren, Ecevit, Sezer ve daha pek çoğu.Yaşayan cumhurbaşkanları içerisinde sadece Demirel'e ayrıcalık tanındı. Ama o da bu ayrıcalığı fazlasıyla hak etti. Çünkü mevcut üniversitelerin neredeyse tamamına yakının altyapısı onun zamanında oluşturuldu, onun yakın ilgisi ve desteğiyle bugünlere gelindi. Ve üniversitelerle en yakından ilgilenen tek isim de hâlâ o. Severiz, sevmeyiz ama Demirel'in üniversitelerimizi getirdiği noktayı görmezlikten gelmek aymazlık olur. Ha, bu ismin ona rağmen verildiğini de özellikle hatırlatmak isteriz.Peki Gül ne yaptı? Gerek ülke için gerek üniversitelerimiz için? Daha devlet adamlığının çok başında. Kısa dönem Başbakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı, her şey öylesine farklı bir konumda ki, diğerleriyle kıyaslamak olanaksız. Bu da kendisini yıpratır.Cumhurbaşkanlığı döneminde üniversitelerin hamiliğini üstlenir, her türlü sorunlarının çözümüne katkıda bulunur, çıtayı çok daha yükseklere
Diyalog Türkiye'de öğretim kurumlarının kalitesini ölçmeye yönelik ne ciddi anlamda bir reyting sıralaması var ne de akreditasyon kuruluşları. Sadece ÖSS ve OKS'ye yönelik birtakım değerlendirmeler yapılıyor ki, bunlar da gerçeği yansıtmanın çok uzağında. Yanlış mı hayır? Ama eksik.Bu yüzden tartışmaların ardı arkası kesilmiyor.Hangi üniversiteye sorsanız, en iyisi biziz diyor. Oysa en iyinin kendileri olmadığını onlar da biliyor. Ama iddialı olmak zorundalar.En yüksek puanlı öğrencileri almak, en iyi üniversite olmak anlamına mı geliyor? Ya da en yüksek puanı alan öğrenciler en iyi mi? Peki, puan esas alındı, hangi puan türü daha önemli? Sözel mi? Sayısal mı? Eşit Ağırlık mı? Yoksa Yabancı Dil mi?Kim bu puan türlerinden birinin diğerine göre daha önemsiz olduğunu söyleyebilir ki?..Ya da liselere inelim. Neye göre başarı sıralaması yapacağız?Üniversiteye yerleştirdikleri öğrenci sayısına göre mi? ÖSS'de aldıkları ham puana göre mi? Yerleştirme puanlarına göre mi? Yoksa Hiçbirine göre mi?Yerleşen öğrenci sayısına göre bir değerlendirme yapmak doğru olmaz. Çünkü öğrencilerin nereye yerleştikleri çok önemli. 190 puanla A üniversitesine giren öğrenci başarılı da, aynı puan türünde 290
Diyalog Yorulanlar için tatilde dinlenmek elbette en büyük hak. Ya bütün yıl yatanlar? Onlar da mı dinlenecek? Peki ya ders açıklarını ne zaman kapatacaklar?Milli Eğitim Bakanlığı, bir yandan dayatmacı eğitim anlayışından vazgeçeceğiz diyor, öte yandan dayatmacılığın en büyüğünü yapıyor. Ödev verin demek ne kadar dayatmaysa ödev vermeyin demek de bir o kadar dayatma. Bırakın bu konuya okullar, öğretmenler karar versin.Ödeve ihtiyaç duyan öğrenci de vardır, duymayan da. Projeye, araştırmaya yönelik ödevlere ihtiyaç duyan öğrenciler de vardır, okumaya, problem çözmeye, konu tekrarı yapmaya gereksinim duyan öğrenciler de. Bu yüzden ödev verilip verilmeyeceğine, dozuna, çeşidine, Ankara değil de bırakalım öğrenciyle bire bir ilgilenen öğretmenler karar versin.Hüseyin Çelik yönetimindeki MEB, popülist projelere bayılıyor. Tatilde ödev verilmesin yaklaşımı da bunun bir devamı. Sınıf içi eğitim-öğretim onların umurlarında değil. Önemli olan kamuoyuna şirin gözükmek. Zaten, öğrencilerin neyi öğrenip öğrenmedikleri, Milli Eğitim Bakanlığı'nın ne zaman umurunda oldu ki!.. Milli Eğitim Bakanlığı, yarıyıl tatili öncesinde öğrenci ve velileri rahatlatmış! İlköğretim Genel Müdürü, yarıyıl