<#comment>#comment>Göreve geldiği günden beri YÖK ve rektörlerle görüşmeyen Cumhurbaşkanı Sezer, önceki gün Öğretim Üyeleri Derneği yöneticilerini kabul etti. Üniversitelerin sorunlarını onlarla konuştu. Peki ya devletin kurumları ve onların yöneticileri? Unut gitsin. Çankaya'nın üniversiteler konusunda bugüne kadar sergilediği tutum bu. YÖK'e muhalifsen Çankaya nezdinde itibarın var. Yok eğer muhalif değilsen belli ki YÖK'çüsün mantığı ile kara listedesin...
Böyle mantık olur mu? Böyle devlet yönetilir mi? Bir parti ya da dernek bu şekilde hareket etse, ayrımcılık yapıyor diye tefe koyulur. Ama ayrımcılığı yapan devletin en üst kademesi ise uzun uzun düşünmek gerekiyor.
YÖK'ü, Çankaya gibi hatta daha fazla eleştirenlerden biri de biziz. Yasasının da, başkanının da bir an önce değişmesi gerekiyor. Bunda hemfikiriz. Ama hukuk devletinde yasalar değişmediği sürece mevcutları kabullenmek gerekmez mi? Eğer öyle ise Cumhurbaşkanı'nın ayrımcılık yapması doğru mu?
Üniversite açılışlarında hep Demirel'i görüyoruz. Hala kendisini cumhurbaşkanı sanıyor. Ama üniversitelere kapısını kapatarak bu boşluğu yaratan Sezer'in ta kendisi değil mi? O gitse Demirel gidemeyecek. Ancak gitmiyor.
<#comment>#comment>Üniversitelerdeki siyasi kadrolaşma rahatsızlık verici boyutlara geliyor. Ankara'da birilerinin bu konuyu ciddi olarak ele alması gerekiyor. Yoksa ileride baş ağrıtıcı boyutlara gelebilir.
Yurtkur'a bağlı yurtlar, zaten bir kesimin kalesi durumuna gelmişti. Şimdi ise üniversitelerde öğretim elamanları, idari personel ve öğrencileri de kapsayan ciddi bir kadrolaşma söz konusu. Öyle ki, bizden olmayan gitsin baskısı yüzünden tek amacı öğrenim görmek olan pek çok öğrenci okulu bırakmayı düşünür hale geldi. Gün geçmiyor ki öğrenci ve velilerden bu konuda yakınma gelmesin...
Türkiye, özellikle de üniversiteler yeni bir kutuplaşmayı kaldıramaz. Rahşan Hanım'ın dışında koalisyon ortaklarının da bu konuya acilen ele almaları gerekiyor. İş işten geçtikten sonra alınacak tedbirler, zaten bin tane sorunu bulunan koalisyonun ve Türkiye'nin başına yeni sorunlar açabilir.
Bizden hatırlatması!!!
Türban konusu yıllardır sadece üniversitelerin değil Türkiye'nin de en önemli tartışma konularından birisiydi. Şu anda kapandı gibi gözüküyor. ABD'de yaşanan terör olayından sonra olayı kaşıyanlar da azaldı.
İstanbul šniversitesi'nde Rekt"r Alemdaroğlu'nun karşısına tıp eski dekanı Mesut Parlak'ın dışında henüz ikinci bir aday çıkmadı. Oysa Eskişehir'de Rekt"r Ataç'ın karşısında daha şimdiden üç aday var. D"rdüncüsü de bekleniyor.İstanbul šniversitesi'ndeki iki adaylı seçim, akademik kulislerde farklı şekillerde yorumlanıyor. Aday sayısının azlığını, kimileri demokratik ortamın bulunmaması şeklinde yorumlarken, kimileri de muhalefetin oyların parçalanmaması için Alemdaroğlu'nun karşısına tek adayla çıktığı şeklinde değerlendiriliyor.Her iki üniversite de Türkiye'nin en "nemli yüksek"ğretim kurumlarının başında geliyor. Birisi en k"klüsü, diğeri ise 600 bini aşkın açık"ğretim "ğrenciyle sadece Türkiye'nin değil dünyanın en kalabalık üniversiteleri arasında yer alıyor. Seçimlerin "nemli olması bu yüzden... İstanbul ve Anadolu šniversitesi'nde 10 Aralık'ta rekt"rlük seçimi var. Cem'i Demiroğlu ve Yılmaz Büyükerşen, iki d"nemden fazla rekt"rlük yaptıkları için Celal Erçıkan'ın açtığı dava üzerine aynı gün koltuklarına veda etmişlerdi. Kış ortasında diğer üniversitelerden farklı bir tarihte seçim yapılmasının nedeni bu... Ataç en yüksek oyu almıştı Ataç, şimdi yeniden aday. En büyük rakibi
<#comment>#comment>İstanbul ve Anadolu Üniversitesi'nde 10 Aralık'ta rektörlük seçimi var. Cem'i Demiroğlu ve Yılmaz Büyükerşen, iki dönemden fazla rektörlük yaptıkları için Celal Erçıkan'ın açtığı dava üzerine aynı gün koltuklarına veda etmişlerdi. Kış ortasında diğer üniversitelerden farklı bir tarihte seçim yapılmasının nedeni bu...
İstanbul Üniversitesi'nde Rektör Alemdaroğlu'nun karşısına tıp eski dekanı Mesut Parlak'ın dışında henüz ikinci bir aday çıkmadı. Oysa Eskişehir'de Rektör Ataç'ın karşısında daha şimdiden üç aday var. Dördüncüsü de bekleniyor.
İstanbul Üniversitesi'ndeki iki adaylı seçim, akademik kulislerde farklı şekillerde yorumlanıyor. Aday sayısının azlığını, kimileri demokratik ortamın bulunmaması şeklinde yorumlarken, kimileri de muhalefetin oyların parçalanmaması için Alemdaroğlu'nun karşısına tek adayla çıktığı şeklinde değerlendiriliyor.
Her iki üniversite de Türkiye'nin en önemli yükseköğretim kurumlarının başında geliyor. Birisi en köklüsü, diğeri ise 600 bini aşkın açıköğretim öğrenciyle sadece Türkiye'nin değil dünyanın en kalabalık üniversiteleri arasında yer alıyor. Seçimlerin önemli olması bu yüzden...
Anadolu Üniversitesi, 40.
<#comment>#comment>Böyle abes bir soru olur mu? diye hemen celallenmeyin. Eğer Türkiye'de yaşıyorsanız böyle sorulara da, tavuğun, ineğin, balığın çocuktan daha önemli olduğuna da alışmalısınız...
Elbete o da canlı diğeri de canlı, arada ne fark var diyenleriniz çıkabilir. Ama eğer söz konusu olan yetiştirilmeleri ise tavuğun insandan daha önemli olduğu görüşüne Ankara'nın dışında destek bulamazsınız...
Şimdi bu da nereden çıktı diyebilrsiniz. Duyduğumda önce ben de inanamadım. Ama dün ziyaretimize gelen Rüstem Eyüpoğlu Başkanlığı'ndaki Özel Okullar Derneği yöneticilerini dinleyince devletin gözünde eğitimin zerre kadar öneminin olmadığını bir kez daha anladım.
Camilere elektiriği bedava veren ama okullar söz konusu olduğunda yan çizen devlet, bakın daha neler yapıyormuş!
Elektriğin kilovat saatini tavuk, inek, balık yetiştiren kurumlara 28 bin liradan verirken, okullardan 80 bin lira alıyormuş. Yani tam üç katı. Yine aynı şekilde devlet okullarına litresi 450 bin liradan verilen su, özel okullara 1.5 milyon liradan satılıyormuş...
Pes doğrusu!..
<#comment>#comment>Dünün saygın mesleklerinin en başında gelen öğretmenlik, bugün neden sıradan bir meslek haline geldi? Bu sorunun cevabını el birliği ile aramak zorundayız. Hem de hiç zaman yitirmeden...
Gelişmiş ülkelere bakıyoruz. Öğretmenlik hala en saygın mesleklerden biri. Hem statü hem de aldığı ücret açısından diğer mesleklerden hep bir adım daha önde.
Peki Türkiye'de neden bu hale geldi? Kabahatlisi kim? Tekrar eski saygın konumunu nasıl kazanır?..
Bu soruların cevabını bulmadan eğitimi, dolayısıyla ülkeyi refaha ve huzura kavuşturmak mümkün değil.
Atatürk, tüm bunları 70 yıl önce kafalara kazırcasına söyledi. Cephede kazanılan zaferlerin kalıcı olması için eğitim ordusunun da zafer kazanması gerektiğini defalarca vurguladı. "Eğer Cumhurreisi olmasaydım maarif vekili olmak isterdim" sözleriyle eğitime verdiği önemi ve özlemi ortaya koyarken, "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" derken de aslında modern Türkiye'nin hedeflerini ortaya koyuyordu.
Öğretmenlik onun için bir idealdi. Öğretmenler onun için geleceğin mimarlarıydı. Öğretmenler olmadan bir ulusun fikri hür, vicdanı hür konuma gelmesi olanaksızdı. İşte onun içindir ki "Milletleri kurtaranlar
<#comment>#comment>Bileşik kaplar misali topumun bir kesimindeki huzursuzluk, diğer kesimleri de fazlasıyla etki altına alıyor. Örneğin öğretmenleri ele alalım. Onlar mutsuzken 15 milyon öğrencinin dolayısıyla da 20 milyon velinin mutlu olması beklenebilir mi?..
Bakkalların veresiyeyi kestiği kesimlerin başında öğretmenler geliyormuş. Çünkü ay başını zor getiriyorlar, çünkü aldıkları maaş ev kirasına, yol giderlerine, çoluk çocuğun masrafına yetmiyor. Hep gelecek ayların maaşı üzerine harcama planları yapıyorlardı ama artık o da kalmadı. Gelecek üç - beş ayın maaşı adeta bugünden haczedilmiş durumda.
Yeterince okuyamıyor, yeterince beslenemiyor, yeterince sosyal yaşamın içerisine giremiyorlar. Çünkü aldıkları üç kuruş maaş daha ellerine geçmeden uçup gidiyor.
Öğretmen sınıfa girdiğinde kafasında bin tane sorun var. İstese de, istemese de eğitim, öğrenciler, veliler, vatan, millet hemen her şey ikinci plana düşüyor. Her şeye rağmen direnen, acısını yüreğine gömüp, öğrencilerine daha yararlı olmak için çırpınanlar yok mu? Fazlasıyla var. Ama öylesine buruklar ki, ne kadar saklamaya çalışsalar da gözlerindeki hüznü, seslerindeki kırıklığı, tavırlarındaki küskünlüğü,
<#comment>#comment>Kiminle konuşsanız televizyon yayınlarından memnun değil. Onca kanal var ama izlenecek tek program yok diyenlerin sayısı o kadar çok ki!..
Peki kırılan reyting rekorları neyin nesi? Reytingler halkın eğilimini, programın kalitesini yansıtmıyor mu?
En önemlisi de eğer televizyonlarda bir kalitesizlik söz konusu ise bunun sorumlusu kim?
Televizyon sahipleri ve televizyon yöneticileri mi? Reytingi belirleyen araştırma şirketleri mi? Reklam verenler mi? İzleyiciler mi? Yoksa programlara destek veren sponsorlar mı?
İsterseniz sorgulamaya patron ve televizyon yöneticilerinden başlayalım. Yayın kalitesinden en az bizler kadar onların da şikayetçi olduklarından eminim. Peki o halde neden bu diz boyu seviyesizliğe prim veriyorlar. Gerekçeleri hazır: Reytingi o tür programlar yapıyor.
O halde tüm kabahat reytingde mi? Evet demek çok zor. Çünkü reyting ölçen kurumlar da biz gazeteciler gibi ortada ne varsa onu yansıtıyor. Biraz hata payları olsa da televizyonların kalite erozyonuna uğramasında asıl sorumlu onlar da değil...