<#comment>#comment>Üniversite mezunlarına yönelik devlet memurluğu sınavı için başvurular dün başladı. İlgi olağanüstü. Çünkü işsizler içinde en büyük dilimi onlar oluşturuyor.
Hem herkesten fazla okuyacaksın, hem de işsiz kalacaksın. Türkiye'de üniversite mezunlarının kaderi bu.
Oysa üniversiteye girmek, mezun olmak gençlerin en büyük hayali. Kazanmak için gösterdikleri çaba ve sonrasında yaşanan hayal kırıklıkları, maalesef, eğitime duyulan saygıyı yok etmekten öte bir işe yaramıyor.
Hele bir de okuyanların değil de, şarkıcı, manken, futbolcu, köşe dönücü gibi yarım eğitimlilerin sürekli medyanın vitrininde olması eğitime gönül verenleri hepten çileden çıkartıyor...
Okuyanlar içerisinde en ağır ve en uzun eğitimi doktorlar alıyor. Ama asıl çileleri mezun olduktan sonra başlıyor...
<#comment>#comment>Hani bir söz var; "Şu okullar olmazsa maarifi ne güzel idare ederdim" diye. Hep birilerine yakıştırılır. Bazen Osmanlı'nın son maarif nazırlarından biri denir, bazen de Cumhuriyet döneminin ilk bakanlarından birisi olduğu belirtilir...
Tembelliğin, kaytarmacılığın, beceriksizliğin sembolü olarak gösterilir. Ne zaman işini gücünü iyi yapmayan bir bakan söz konusu olsa örnek olarak o gösterilir.
Oysa kendisini çok yanlış tanımışız. Hiç hak etmediği yakıştırmalarda bulunmuşuz. Bugüne kadar işin doğrusunu ve dilden dile dolaşan bu sözün nasıl bir ortamda söylendiğini, ne anlatan çıktı ne de yazıp çizen...
Ankara Dişhekimleri Odası Onursal Başkanı Orhan Özkan'dan, bu sözün kahramanı Emrullah Efendi'nin çok ilginç bir biyografisi geldi. Birlikte okuyalım:
Emrullah Efendi, 1858'de Lüleburgaz'da doğdu. 1914'te İstanbul'da vefat etti.
1871'de Mülkiye'yi bitirdi. 1882 Yanya, 1884 Selanik, 1891'de İzmir Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı.
<#comment>#comment>Milyonlarca öğrencinin yarışacağı sınav maratonunda son 100 metreye girildi. Öğrencilerin bundan sonraki yaşamlarına yön verecek olan sınavlar, gelecek haftadan itibaren bir bir gerçekleşecek.
Kolejler, anadolu liseleri, fen liseleri, üniversiteye giriş, parasız yatılı sınavları ve diğerleri...
Hepsi de birbirinden önemli. Hepsi de birkaç saat sürüyor ve bir anlık unutkanlık ya da dalgınlık, yılların emeğini bir anda alıp götürebiliyor...
Sınav günü yaklaştıkça tedirginlik, korku ve panik havası giderek artıyor. Sınava girecek öğrenciler kadar aileleri de tam anlamıyla perişan. Bir an önce olsa da kurtulsak havası içerisindeler...
Haksız da sayılmazlar. Kazanamama ihtimalini düşünmek bile insanı kahretmeye yetiyor. Başarısız damgası yemeleri bir yana moral açısından çökme noktasına gelecekler. Dahası: Özellikle üniversite adaylarının pek çoğu için öğrenim hayatının sonu gelebilecek...
<#comment>#comment>Atatürk, kurduğu Türkiye Cumhuriyeti'ni onlara emanet etti. Zaman zaman duyarsızlıkla itham edilseler de üzerlerine düşen görevleri, her zaman fazlasıyla yerine getirdiler.
Ülkesini Seven Türk Gençleri imzası ve "Bu duyuruyu ne kadar çabuk ve fazla kişiye yollayabilirseniz toplumsal bilinçlenme de o kadar fazla ve çabuk olur." notuyla gelen mesaj aynen şöyle:
Reddediyoruz!
1. Dolar bazında alışveriş yapmayı,
2. Türk malına değer vermeyip, aynı kalitede olmasını ve hammaddesinin yine Türk malı olmasına rağmen sürekli yabancı mallara yönelmeyi,
3. Gereksiz telefon kullanımını,
<#comment>#comment>Ne kadar iyimser olursanız olun, Ankara'nın bugünkü hantallığı ve şaşkınlığı geçmedikçe Türkiye'de taşların yerli yerine oturması çok zor.
Canımız neden hep sıkkın, iki yakamız neden hiç bir araya gelmiyor? İşte size somut bir örnek. Mektubu birlikte okuyalım:
"Milli Eğitim Bakanlığı 150 müfettiş yardımcısı almak için 21 Haziran 2000'de sınav yaptı. Kazanan 104 kişi, Ağustos 2000'de mülakata alındı ve 91 kişi başarılı oldu. Atamaları kura ile çeşitli illere yapıldı. Yolluklarını aldılar, görev yerlerine gittiler ve işlerine başladılar.
Ancak bu arada hakları olduğu halde sınava alınmayan 30 kişi, Ankara 10. İdare Mahkemesi'nde dava açarak yürütmeyi durdurma kararı aldı. MEB bu 30 kişi için ek bir sınav açacağına, daha önce atamaları yapılan müfettişleri de görevden aldı. Daha da komiği uygulamada hiçbir kusuru olmayan bu müfettişleri bulundukları illerde rehber öğretmen olarak atadı.
MEB, daha sonra yeni bir duyuru ile tekrar sınav açtı ve kazandıkları sınavı geçersiz sayarak görevden aldığı 91 kişinin de sınava girmesini istedi. Şubat 2001'de yapılan bu sınava, görevden alınanlar da katıldı ve büyük ölçüde başarı oldular.
İkinci sınavı
<#comment>#comment>Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı, coşkudan uzak göstermelik törenlerle dün bir kez daha kutladık.
Lafın ötesinde sorun çözen, somut hizmet üreten yok gibi. Rakamlar ortada: Çocuklarımızın üçte biri sağlıksız besleniyor. Yüzde 14'ü okuma yazma bilmiyor. 4.5 milyon çocuk işçi var. Her gün 3 bin çocuk sigaraya başlıyor. Kızların yüzde 25'i çocukluk çağında evlendiriliyor. Yüz binlercesinin resmi nikahı ve çocuklarının nüfus cüzdanı bulunmuyor!..
Rakamların hepsi ürkütücü. Dünkü törenlerde mangalda kül bırakmayanlar, bu simsiyah tablonun değişmesi, çocukların yüzünün biraz olsun gülmesi için ne yaptılar?..
Bazı duyarlı okurlarımız gibi en ağırımıza giden konu ise çocuklarımızın bazı özel okullardaki törenlerde Ulusal Egemenlik Bayramı'nı İngilizce şarkılar, skeçler ve şiirlerle kutlaması oldu. Anlaşılan o ki, pek çoğumuz hala, 23 Nisan'ı niye kutladığımızın bile farkında değil!..
Ezbersiz eğitim gibi ödevsiz eğitim sloganı da kulağa hoş geliyor. Peki ya uygulaması? Gerçekten işe yarıyor mu? Evet demek zor. Çarpım tablosunu ezberlemeden matematik problemi çözmek mümkün mü? Ya da kelime ezberlemeden dil öğrenmek? Evet diyen yalan söyler. Onun
<#comment>#comment>Evin reisi erkek mi, kadın mı tartışmaları çok gerilerde kaldı. Evin tek hakimi tartışmasız onlar. Yani çocuklar. Televizyon kumandası onlarda. Yemekler onlara göre pişiyor. Hafta sonu ve tatil programları onlara göre yapılıyor. Paranın çoğu da yine onlar için harcanıyor.
Amerikan Newsweek dergisi bu haftaki sayısında dünyadaki tek çocuk saltanatını kapak yapmış. Tam da bizim çocuk bayramına dek gelecek şekilde. Güzel bir tesadüf. Çocukların dünyadaki ve aile içindeki konumunu sorguluyor...
Dünya genelinde ailedeki çocuk sayısı giderek azalıyor. Buna paralel olarak da kendilerine gösterilen ilgi ve ihtimam giderek artıyor. Peki bunca kazanıma karşın mutlular mı? Evet demek gerçekten zor.
Her şey öylesine kolaylıkla önlerine geliyor ki tatminsizler. Öylesine albenili bir dönemden geçiyorlar ki ne alsalar, ne giyseler, ne yeseler, nereye gitseler yine de mutlu değiller.
Çocuklarımızı mutlu etmenin yollarını arayıp bulmak zorundayız. Çocukların mutsuzluğu sadece bizim sorunumuz değil. Gelişmiş tüm ülkelerin ortak kaygısı. Eğitim sisteminden televizyon programlarına, komşunun komşuyu tanımadığı apartman yaşamından örf, adet ve geleneklere kadar her
<#comment>#comment>Her ne kadar Faziletliler Derviş'in Ankara sokaklarında şortla tur atmasına alışamasa da koalisyon ortaklarından bu konuda bir tepki yok. Demek ki hükümette en azından bu yüzden bir krizin çıkma olasılığı yok. Alın size iyi haber! Ortaklar, ya bir de biz sokakta şortla gezen bakan istemezük diye tuttursalardı!..
Derviş'in şortlu spor turu her ne kadar medyaya selam havası taşıyor gibi gözükse de garibime gitmedi. Özal'la benzeri görüntülere fazlasıyla alışmıştık. Asıl şaşırtan Milli Eğitim Bakanı Bostancıoğlu'nun lavicert takım elbise ve kravatla bisiklet sürmesi oldu. Basın böyle fotoğraflara bayılır, dün tüm gazetelerde vardı...
Aslında bu fotoğraf, Sayın Bakan'ın eğitime yaklaşımını da net bir şekilde ortaya koyuyor. Çok şey yapıyor gözüküyor ama aslında yaptığı bir şey yok. Fotoğrafa ve altında yazılanlara göre Bostancıoğlu "Küresel Araçsız Gün"ü görünüşte destekledi. Ama o kadar. Fotoğraf çekildikten sonra tekrar arabasına bindi ve yoluna devam etti!..
Eğitim sorunlarına yaklaşımı da aynı. İlgilenir gibi gözüküyor. Ama kesinlikle detaya girmiyor. Sadece görüntüyü kurtarıyor. Durum böyle olunca da sorunlar çözüleceğine dağ gibi yığılıyor...