“47. Altın Portakal Film Festivali” için İstanbul’dan gelen sinemacı dostlarla Dedeman Oteli’nin terasında sohbet ediyoruz.
Ekiptekilerden çoğu sinemacı olunca haliyle sohbetin ağırlığını “7. Sanat” oluşturuyor...
Herkes, sinemaya dair ilginç anılarını dile getiriyor...
Sıra, “47. Altın Portakal Film Festivali”nin “Ulusal Film Yarışması”nın Jüri Başkanı Kadir İnanır’a geliyor.
Ekipten biri, “Kuzeyden Gelen Adam”a yani Kadir İnanır’a dair bugüne kadar hiç duymadığım ve Türk sinemasına damgasını vuran aktörlerden biri olan merhum Ayhan Işık’tan miras kalan ilginç bir özelliğini anlatıyor.
Kadir İnanır solak değil...
Ancak Türk kahvesini hep sol eliyle içiyor.
Okuyacaklarınız şehir efsanesi değil. 2010 Türkiye'sinde 70 kız öğrencinin aynı koğuşta kaldığı üniversite yurtları var
Düne kadar biri bana, “Günümüz Türkiye’sinde hala 70 kız öğrencinin aynı koğuşta kaldığı üniversite yurtları var” dese, vereceğim yanıt şu olurdu:
Git başkasıyla kafa bul...
Ancak 7 Ekim 2010 saat 02.30’dan sonra biri bana aynı şeyi söylese, böyle bir yanıt vermem mümkün değil artık...
Çünkü bir ‘şehir efsanesi’ falan değil, gerçek bu...
Kanal D’de yayınlanan 'Abbas Güçlü ile Genç Bakış' önceki gece Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’ndeydi, programın konuğu da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ydu...
Eskiden markalar Tarkan’ı, albümü daha çıkmadan kampanyalarının yıldızı yapıyordu. Şimdi her şarkısı tuttu, ama ortada Tarkan’ın oynadığı ne bir reklam var ne de kampanya
Bu yılın en iyi albümünü kim yaptı? Ya da soruyu şöyle sorayım: 2010’a hangi albüm damgasını vurdu?
Sizi bilemem, ama benim bu soruya vereceğim tek bir yanıt var:
Tarkan ve 'Adını Kalbime Yaz'.
Denemesi basit.
Mehmet Aslantuğ’un iki yılda çektiği ‘Aşkın İkinci Yarısı’ beni pek fazla içine çekmedi, ama görüntü açısından mükemmeldi
Mehmet Aslantuğ’un senaryosunu yazıp, yönettiği ve eşi Arzum Onan’la birlikte başrolünü oynadığı ‘Aşkın İkinci Yarısı’, 8 Ekim’de vizyona girecek.
‘Aşkın İkinci Yarısı’ filminin Aslantuğ açısından önemi büyük.
Çünkü Aslantuğ, oyuncu olarak birçok film ve dizide rol aldı, ama ilk kez senaryosunu da yazdığı bir filmi yönetti.
O yüzden bu film, onun ikinci çocuğu gibi.
Seren Serengil ile ayrıldığı eşi Musa Aytun arasındaki savaş, Aytun’un, Kelebek’ten Pınar Yılmazerler’e yaptığı açıklamalardan sonra yeni bir boyut kazandı.
Çünkü Musa Aytun, “Seren, Yunanistan’da çocuk falan düşürmedi, zaten hamile değildi” dedi.
Şayet Aytun’un iddiaları doğruysa, bu demektir ki Serengil, magazincileri sahnelediği bir oyunun parçası haline getirdi ve insanları kandırdı.
Benim tanıdığım Seren, medyayı bu denli oyuna getirecek biri değil.
Ancak eski eşinin iddiaları da bir hayli ilginç.
Aytun’un iddiasına göre eski eşinin sahnelediği oyunun özeti şu:
Seren Serengil, bir müzik şirketiyle anlaşma yapıyor, ama işler istediği gibi yürümüyor. O yüzden anlaşmayı iptal etmek isteyen Serengil, ‘sanatçının ciddi bir sağlık sorunu yaşaması halinde anlaşma iptal olur’ maddesinden yararlanmak için önce hamile olduğunu açıklıyor. Serengil, karnına bezler sararak olmayan bebeği, doğuma beş kala yani dokuz aya kadar getiriyor.
Ortada bir senaryo var ama...
Bu olayı okuyunca sizin de benim gibi, “Yok artık... Her halde şaka bu” diyeceğinizden eminim. Ama şaka değil, gerçek.
En azından olayın taraflarından biri “Yüzde yüz gerçek” diye anlatıyor bunu.
Olay da şu:
Şarkıcı Hadise, Moskova’da yapılan Eurovision Şarkı Yarışması’ndan sonra o güne kadar menajerliğini yapan Süheyl Atay’la yollarını ayırıp, Berna Nuri Süer’le çalışmaya başladı.
Gerçi Berna Nuri Süer’le Hadise’nin menajerlik ilişkisi de uzun soluklu olmadı. Hadise, bir süre önce de Süer’le yollarını ayırdı.
Anlatacağım olay da Berna Nuri Süer’in Hadise ile çalıştığı dönemin son günlerinden.
Biliyorsunuz her yıl 29 Ekim’de Cumhurbaşkanları Çankaya Köşkü’nde Cumhuriyet Bayramı nedeniyle bir davet verir. Cumhurbaşkanları bu davete Türkiye’yi yönetenleri değil, sanatçıları da çağırır.
Çarşamba akşamı 19.50’de Antalya’dan İstanbul’a hareket edecek SunExpress’e ait uçağın kapısından girer girmez ne göreyim?
Siyah uzun lüle lüle saçlı, alnında mavi bir fiyonk, üstünde mavi beyaz karışımı upuzun kıyafet giymiş biri...
Ben diyeyim Mısır kraliçesi “Nefertiti”, siz deyin nilüfer çiçeğinin Mempis Tanrıçası “Nefertem”...
Sanki onlardan biri canlanıp, zamanda yolculuğa çıktı ve “Bir bakayım ne hale getirmişler onu?” diye Olympos’u görmek için Antalya’ya geldi, dönüşte “zaman makinesi” arızalanınca mecburen uçağa bindi...
“Aaa... Sen ne arıyorsun burada?” deyince anladım ki, gördüğüm ne Nefertiti, ne Nefertem; Türk Müziği’nin “Diva”sı Bülent Ersoy bu...
SunExpress’in iç hatlarında ‘First Class’, ‘Business’ ve ‘Ekonomi’ gibi farklı kategorilerde koltuğu yok.
SunExpress’te her yer “Ekonomi”...
Savarona’ya sahip çıkalım. Bunu devlet ya da Türkiye’nin sivil toplum kuruluşundan biri yapmıyorsa, Atatürk’ü sevenler olarak biz örgütlenip bunu başaralım
1931 Alman yapımı olan Savarona sıradan bir yat mıdır?
Savarona’ya dışarıdan ve maddi açıdan baktığınızda evet günümüz teknolojisinden nasibini almamış, Şehir Hatları Vapuru’nu andıran klasik eski bir yat.
Ama işin bir de manevi yanı var, Savarona’ya asıl değerini katan.
Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün Almanya’dan gelmesini dört gözle beklediği, son aylarını geçirdiği, önemli toplantılar yaptığı bir yat bu.