Anlaşılan o ki, Kuzey Kıbrıs’ta konser veren şarkıcıların çoğu hiç ciddiye almamış KKTC Maliye Bakanı’nı. Ancak hem Kıbrıs’tan hem de Türkiye’den alacakları ‘vergi cezaları’ onları kendilerine getirecek
13 Ağustos 2010 tarihinde ‘Türk şarkıcıların Kıbrıs hüsranı’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Kuzey Kıbrıs Maliye Bakanlığı’nın aldığı yeni kararın, Türk şarkıcılar için Kuzey Kıbrıs’ı ‘çöpsüz üzüm’ olmaktan çıkardığını, büyük vergi cezalarının yolda olduğunu anlatan bir yazıydı bu.
Çünkü Kuzey Kıbrıs Maliye Bakanı Ersin Tatar’ın yaptığı şu açıklama, bu konuda ne denli ciddi olduklarının habercisiydi: “Sözleşmelerini alacağız.” Örneğin 10 bin lira almış. Yüzde 10’u maliyeye ödenecek. Sonra sözleşmeyi Türkiye Maliye Bakanlığı’na göndereceğiz. Bakalım sanatçı, bize yaptığı beyanın aynısını Türkiye’ye yapmış mı? Yapılmamışsa, sözleşmede yazan rakamın üzerinde bir ceza keseceğiz.”
Arkadaşımız Sefa Karahasan’ın Milliyet’te yayınlanan son haberinden anlaşılıyor ki, Kuzey Kıbrıs’ta konser veren şarkıcıların çoğu hiç ciddiye almamış Kuzey Kıbrıs Maliye Bakanı’nı...
Ada’da konser veren şarkıcıların Kuzey Kıbrıs Maliye Bakanlığı’na beyan ettikleri konser ücretleri şöyle:
Ajda Pekkan:
Baştan altını çizeyim; “reyting uzmanı” değilim. Yıllarca yaptığım haberleri ve yazdıklarımı takip edenler bilir, AGB’nin Türkiye’de reyting ölçümüne başladığı günden beri bu işle “az buçuk” ilgilenirim.
Sistemin nasıl çalıştığını, ölçüm yapılan evlerdeki deneklerin nasıl seçildiğini, televizyonlara takılan peoplemeter’lardan bilgilerin AGB’ye nasıl geldiğini “üç aşağı beş yukarı” bilirim.
AGB Nielsen Türkiye’nin her gün abonelerine servis ettiği reyting ölçümlerini vakit buldukça incelerim.
Ancak 30 Ekim 2010 tarihinde Show TV’nin reyting karnesi gibi bir tabloyu şimdiye kadar ne duydum, ne de gördüm.
Show TV, “Yok Böyle Dans”ı ekrana getirdiği 30 Ekim 2010 Cumartesi resmen “sıfır çekti”...
AGB’nin reyting ölçümü yaptığı evlerin nüfusu 49 milyon 800 bin 337 kişi...
Elbette ki bu nüfusun tamamında “peoplemeter” yok...
Türk sineması üzerine 18 kitap yazan Agah Özgüç’ün 19’uncu kitabı çıktı. Biyografi, anı ve araştırma tarzı kitaplara karşı bir hayli meraklı olan ben, ‘Türk?Sinemasında İstanbul’u bir solukta okudumGünün birinde şöyle sorularla karşılaşsanız vereceğiniz yanıtlar ne olur? Şimdiye kadar adında İstanbul geçen kaç yerli film çekilmiştir?
İstanbul’un semtlerinden hangileri bugüne kadar kaç filmin afişine adını yazdırmıştır?
Sadece Türk sinemasıyla sınırlı kalmayıp, dünya sinemasını baz aldığımızda, afişinde İstanbul yazan kaç yabancı film yapılmıştır şimdiye kadar?
Sayısal Toto oynar gibi ezbere rakamlar söyleyip pekala tutturmak mümkündür bu sayıları.
İş o filmlerin adlarını eksiksiz olarak söyleyebilecek kaç kişi vardır acaba 12 milyon insanın yaşadığı İstanbul’da veya 72 milyonluk Türkiye’de? Şimdiye kadar Türk sineması üzerine 18 kitap yazan Agah Özgüç’ün 19’uncu kitabı çıktı.
Agah Özgüç, yukarıda sıraladığım tüm soruların yanıtını ‘Türk Sinemasında İstanbul’ adlı yeni kitabında yazdı.
Biyografi, anı ve araştırma tarzı kitaplara karşı bir hayli meraklıyım zaten. Sinemayı ve İstanbul’u seven herkesin başucu kitabı olabilecek ‘Türk Sinemasında İstanbul’u bir solukta okudum.
Yasal süreç bittiğinde ve yargı Deniz Akkaya’yı haklı gördüğünde, dava açıldığında henüz portakalda vitamin olan kızı Ayşe, ilkokula başlamış, belki de bitirmiş olacak. Tazminat davası bu kadar yıl sürer mi?Deniz Akkaya’nın, bir işadamının kendisiyle birlikte olmak için 300 bin TL teklif ettiğini açıklaması üzerine, “İşadamı ekonomiyi bilir, kimseye değerinden fazla vermez” diyen İTO eski Başkanı Mehmet Yıldırım hakkında açtığı tazminat davasında mahkeme kararını vermiş ve Yıldırım’ı 15 bin TL tazminata mahkum etmiş. İnanılır gibi değil. Böyle düşünmemin sebebi, Yıldırım’ın tazminata mahkum olması ya da tazminatın miktarı değil, mahkemenin bu kararı tam sekiz yıl sonra vermesi.
Mahkeme kararını verdi de, yargı süreci bitti mi?
Bitmedi. Çünkü Kadıköy 6’ncı Asliye Hukuk Mahkemesi, Akkaya’nın açtığı tazminat davasını reddetmişti.
Akkaya, karara itiraz edince, Yargıtay 4’üncü Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin verdiği kararı üç yıl önce bozmuştu. İkincisinde dava Kadıköy 2’nci Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görüldü ve bu kez mahkeme, tazminata hükmetti. Yıldırım’ın da bu kararı 15 gün içinde temyiz etme hakkı var. Bir üst mahkemenin bu davayı gündemine alıp, karar vermesi de en az 1-2
Reyting yoksa, reklam da yok demektir. Otomobilin ne kadar güzel olursa olsun, deposunda yakıt olmadan gider mi? ‘Çakıl Taşları’nı izleyenlerin sayısı diziyi yaşatmaya yetmedi! ‘Deli Saraylı’ dizisinin akıbeti de baştan belliydi
ali.eyuboglu@milliyet.com.tr’ye her gün yüzlerce e-posta geliyor. Eskiden e-postaların çoğunu reklam amacıyla gönderilenler oluşturuyordu. Son günlerde ezici bir çoğunlukla dizi fanatikleri önde.
“Artık 90 dakikalık dizi istemiyoruz” diye e-posta gönderenleri, FOX’un bitirdiği ‘Çakıl Taşları’nın hayranları takip ediyor.
İki grubu, onlara göre sayıları az da olsa ‘Deli Saraylı’ mağdurları izliyor. Dizilerin 90 dakika olmasına karşı başlatılan kampanya henüz bir netice elde etmiş değil.
Bu e-posta grubuna, “90 dakikalık dizi istemiyoruz da, peki ne istiyoruz?” diyerek sorgulama yapanların da eklenmesi bu eylemden de bir sonuç çıkmayacağının habercisi. Gerçi eylemi başlatanlar, önümüzdeki ay ‘Sonbahar’ dizisinin setinde yaşamını kaybedenlerin ölüm yıl dönümlerinde mezarı başında yapacakları anmayla çemberi daha da genişletmeye kararlı, ama süreçten hiç de ümitli değilim.
‘Çakıl Taşları’ hayranlarının severek izledikleri dizilerinin bitmesine
Yıllardır herkes kafasına göre takılıyor. Kimi içine iki şarkı koyup, ‘albüm’ diye satıyor, kimi de 15 şarkıyla yetinmiyor. Birilerinin bu konuda bir şeyler yapıp, tüketiciyi koruması gerekmez mi?
Bir havayolu şirketinin tarifeli uçak seferlerinden birinin biletini aldığınızda, hangi gün, hangi saatte nereye ve ne kadar sürede uçacağınız bellidir. İstanbul’dan Trabzon’a uçmak için bilet aldığınız havayolu şirketi, “Canımız öyle çekti” diye sizi Ankara’da veya Çarşamba Havaalanı’nda indirebilir mi?
Peki Türkiye’de bir konser için bilet aldığınızda, dinlemeye gittiğiniz sanatçının sahnede ne kadar kalacağına ve asgari kaç şarkı söyleyeceğine dair bir ön bilginiz olur mu?
Olmaz.
Çünkü şarkıcının insafına bağlıdır her şey.
Bitlis Tatvan’da bulunan 'kayıp kuzenler' TBMM Kayıp Çocukları Araştırma Komisyonu Başkanı olan Ak Parti İstanbul Milletvekili Halide İncekara’nın ilgi alanına giren bir konu değil mi bu?
Bayrama damgasını vuran olaylardan biri de 'kaçak' ya da 'kayıp kuzenler'di.
İstanbul’daki evlerinden ayrıldıktan 11 gün sonra Bitlis Tatvan’da sağ salim ve başlarına kötü bir olay gelmeden bulunan 14 yaşındaki Banu A. ile 15 yaşın- daki Dilan Y. adlı kuzenleri kastediyorum.
Tatvanlı muhtar Aldülhalim Gökçek’in minibüsüne alıp, sonra da jandarmaya teslim ettiği kızlardan Dilan Y. ne dedi?
“Annemle babam ayrı yaşıyor. Ben annemle kalıyorum. Dayım sürekli dövüyor beni. Beni kesinlikle dayıma teslim etmeyin, ondan şiddet görüyorum, oraya gitmek istemiyorum.”
Bu hafta size Hollywood yıldızlarının, oyunculuk üzerine sarf ettikleri “ölümsüz özlü sözler”den bir demet sunacağım...
Humphry Bogart: İkisi de tam olarak aynı rolü oynamadıkça, iki aktör arasında yarış ya da karşılaştırma anlamsızdır. Adayları değerlendirmek için en iyi test, hepsine siyah taytlar giydirip Hamlet’i oynatmaktır.
Frank Capra: Dramlarda bazı hatalar yaptığımı itiraf ediyorum. Ben, aktör ağladığında dram olduğunu düşünüyordum. Oysa izleyici ağladığında dram oluyor.
Jane Fonda: Film yıldızı olmak bir ‘amaç’ değildir.
Robert Redford: Oyunculuğun çoğu dikkatli olmaktır.
Jeanne Moreau: Bir oyuncu bazen içgüdüsüyle hareket eder. İyi şeyler yapar, daha az iyi şeyler yapar. Riske atılır, kumar oynar. Başka türlüsü olmaz.
Marlyn Monroe: Tam hedefi vuracağımı hissettiğimde, oyunculuk bana çok zevk veriyor. Kendimi insan olarak kanıtlamanın tek yolu, aktrist olarak kanıtlamak sanıyorum.