Genç kuşağın çok özel yönetmenlerinden biri, François Ozon. Ani kayıplarla, beklenmedik ‘sürprizlerle’ sarsılan, dağılan hayatları, acımasız denecek kadar çıplaklıkla, ama yine de insancıl bir dille anlatır filmlerinde. İkili ilişkiler, ailenin ikiyüzlülüğü, ölüm ve yas, merkezdedir çoğu zaman.
En unutulmazlarından ‘Kumun Altında’, yan yana uzanmış güneşlendiği kocasını gözünü açtığında bulamayan bir kadının hikayesini anlatır örneğin. Adam sır olup gider, öldü mü, kaçtı mı, bilinmez. Şahane Charlotte Rampling’in oynadığı kadının durumu kabullenme ve yas süreciydi Ozon’un ilgilendiği.
Charlotte Rampling’i daha sonra yönetmenin ‘Havuz’ filminde de izlemiştik. Onun bu yaşı biraz ilerlediğinde unutulmaya yüz tutan muhteşem kadın oyunculara düşkünlüğü, vefası, Çağan Irmak’ı anımsatıyor bana. ‘Veda Vakti’nde de Jeanne Moreau’yu oynatmıştı mesela, mükemmel bir seçimle. Orada da ünlü bir reklam fotoğrafçısıyken bir anda kanser olduğunu ve çok az zamanının kaldığını öğrenen genç bir adamın gerçekle yüzleşme, dünyayla vedalaşma sürecini izliyorduk.
Bu her filmine sabırsızlıkla koştuğum yönetmenden ‘fantastik bir masal’ diye sunulan ‘Ricky’yi izlediğimde çok hayal kırıklığına
Edward ve Bella serinin üçüncü filminde hala sevişebilmiş değil.Çok izlenen 'Alacakaranlık' serisinini üçüncü filmi 'Tutulma', tüm dünyayla aynı anda Türkiye sinemalarında. Haftanın ortasında, çarşamba günü vizyona giren filmde, vampirlerle kurt adamlar iş birliğine gidiyor
İlk bölümünü dünyanın en eski konusunu, 'imkansız aşk'ı hem bu çağın diliyle, hem de 'nostaljik' tatlar içererek anlatan, görselliği de çok güçlü bir film olduğu için etkilenerek izlemiştik. Vampir çocukla insan kızın aşkı, her kesimden izleyicinin, 'romantik vampir' Edward (Robert Pattinson) da her yaştan kadının gönlüne yerleşti, 'Alacakaranlık' serisinin diğer filmleri merakla beklenir oldu.
İkincisi, 'Yeni Ay', aşıkların fiziksel olarak ayrı kaldığı ama birbirlerini unutmadığı, ayrı ayrı sararıp solduğu bir bölümdü. Bir de esas kız Bella'ya (Kristen Stewart) aşık 'kurt çocuğumuz’ vardı, Jakob (Bu rol için deli gibi vücut çalışıp kas yapan Taylor Lautner), o da kendini habire Bella uğruna tehlikelere atıyordu. Anlamıştık ki bu çağda artık aşk insan işi değildi, umudumuz kurtta, kuşta, vampirdeydi.
Aynı uçmalar, kaçmalar...
Son bıraktığımız noktada, artık aşıklarımız ayrılmamaya karar vermiş,
Müziğe çocukken başladığı için genç yaşta ‘tecrübeli müzisyen’ sıfatını edinen Ozan Doğulu’nun kendi adını taşıyacak ilk albümünü bekliyorduk ne zamandır. “Bu yazın albümü olacak” sloganıyla piyasaya sürüldü sonunda bir yıllık çalışmanın ürünü ‘130bpm’.
Mehmet Turgut imzası taşıyan fotoğraflarıyla hemen dikkat çeken bir kapağı var DMC’den çıkan albümün. Ve hayli sağlam bir ‘vokal destek’ kadrosu: Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Tarkan, Mustafa Ceceli, Ferhat Göçer, Funky ‘C’, Sıla, Ziynet Sali ve tabii ki Kenan Doğulu.
Bestecilik ve aranjörlük dışında DJ’lik de yapan Ozan Doğulu, çaldığı kulüplerde kendisinden Türkçe şarkı istendiğinde çaresiz kaldığı için yapmış bu albümü. Çünkü mevcut Türkçe şarkıları kulüplerde çalınmaya uygun bulmuyormuş sound açısından.
‘130 bpm’ bu anlamda gerçekten bir hazine. Bilinen melodiler, ünlü yorumcularla sahici dans parçaları. Daha ne olsun ki!
Mozart’ın ‘40’ıncı Senfoni’siyle açılıyor albüm ve pat diye Sezen Aksu’nun vokali giriyor sonra: “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...” “Sezen, Mozart ve ben bir arada nasıl oluruz acaba?” diye düşünerek yapmış bu parçayı Ozan Doğulu ve pek de güzel olmuş doğrusu.
Ardından Tarkan. Benimki gibi tutucu
Bugüne kadar kendi besteleriyle tanıdığımız Nev, yeni albümünde alaturka söylüyor
Nev'in yeni albümü çıkıyor, alaturka söyledi. İlk tepkim "Yok artık" oldu... Kendi şarkılarını yazabilen, benim gibi birçok kişi için Türk popunun gelmiş geçmiş en güzel şarkılarından olan 'Zor'u besteleyebilmiş bir insan niye bunu tercih etmiş olsundu?
Repertuvar çok iyi
Nitekim Pasaj Müzik'ten çıkan 'Bir Nev-i Alaturka' albümüne de birkaç gün mesafeli durdum. Fakat ayıp etmişim. Radyoda bir melodi duydum bir gün, aaa hem çok iyi bildiğim ve sevdiğim, hem de bir o kadar 'yeni' bir şarkı. Yıldırım Gürses'in bestesi 'Mazideki Aşk', sözlerini yazayım hatırlatmak için: 'Yıllar sonra rastladım çocukluk sevgilime’ diye başlar hani.
Hakikaten çok iyi bir yorum, zaten Nev'in alaturkaya çok yatkın bir sesi ve gırtlağı olduğu önceki albümlerinde de görülüyordu. Ve bir o kadar da başarılı bir düzenleme anlayışı. Aslına sadık, ama özgün de bir taraftan.
Okuyanus Yayınları’nın ‘Dizüstü Edebiyat’ serisinin ilk kitabı ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’ herkesin dilinde
Geçen yaz plajlarda şezlong başına bir pembe ‘Aşk’ kitabı düşüyordu ya hani, bu sene herkesin elinde bir Marilyn Monroe görmeye hazır olun. Zira görünüşe göre “Tatilde ne okusam?” sorusunun ilk cevabı Marilyn kapaklı ‘Pucca Günlük’ olacak. Alt başlığıyla ‘Küçük Aptalın Büyük Dünyası’.
Pek sıkı bir blog takipçisi sayılmayacağımdan, Türkiye’nin en çok takip edilen internet yazarı olan Pucca’yla ancak kitabı çıkınca tanıştım ben. Okuyanus Yayınları ‘Dizüstü Edebiyat’ diye bir seri başlatmış, ilk kitap olarak da kendisinin de söylediği gibi bir tür ‘Törkiş Bridget Jones’ olan Pucca’nın günlüğünü basmıştı.
Kimdi Pucca? 25 yaşında, asıl işi televizyonculuk olan bir zamane genç kadını. Yazar olmak gibi bir niyetle filan değil, tamamen eski sevgilisinden intikam almak için bir blog açmış, muhtemelen pek çok kişinin yapmak isteyip göze alamadığı bir işe kalkıştığı için de tez zamanda fan’ları oluşmuştu.
Kitabında da, tek cümleyle özetleyecek olursak aşkı arayan bir genç kadının, yani kendisinin hikayesini anlatıyor. Zaten kimliğini gizleyerek, yüzünü Marilyn Monroe
Sertab Erener'in yeni albümü ‘Rengarenk’ bu yazın en iyisi olmaya aday
Uzun yıllardan beri ilk kez bir Sertab Erener albümünü heyecanla bekledim. Sesinin çok güzel olduğunu tabii ki tartışmayacağım ama müzikal 'denemelerine' her zaman bayılmadığım bir şarkıcıydı kendisi. Ama eğer bütün o denemeler bugün 'Rengarenk' albümüne sebep olduysa, iyi ki yapılmışlar.
Bu albümün çıkmadan heyecan yaratmasının birkaç sebebi vardı: Varan 1, 2009 tarihli single'ı 'Bu Böyle', Varan 2, onu izleyen 'Açık Adres'. Soner Sarıkabadayı son dönemin en iyi şarkı yazarlarından biri. Ama Sertab Erener'e yazdıklarıyla... Yoksa Demet Akalın'ın 'Mantık Evliliği'ne, Sibel Can'ın 'Anladın Sen Onu'suna ve ayrıca Sarıkabadayı'nın bizzat Murat Boz ile düet yaptığı 'İki Medeni İnsan'a aynı muhabbeti beslemediğimi söylemeliyim.
Ruhu olan bir albüm
Sertab Erener'in DMC etiketiyle çıkan yeni albümü için de Soner Sarıkabadayı gene şu pop ortamında pamuklara sarılarak saklanması gereken bir şarkı yazmış: 'Koparılan Çiçekler'. Fakat albümün tamamı 'boş yok' denecek kadar iyi. Önce düzenlemelerdeki Murat Ceceli ismine şapka çıkaralım, sonra onu seçtiği ve düzenlemelere birlikte imza attığı için Sertab Erener'i
Lars Von Trier’in çok tartışılan ‘Antichrist’i sinemalarda. Sarsıcı, çarpıcı, izlenmesi zor bir film. Peki iddia edildiği gibi kadın düşmanı mı?
Ben mi fark edemiyorum acaba, Lars Von Trier hiçbir zaman ‘kadın düşmanı’ gelmiyor bana iddia edildiği gibi. Kendisine bağlanıp kalmamı sağlayan ‘Europa’yı izleyen ‘Dalgaları Aşmak’tan beri her filmiyle ilgili bu tür yazılar okuyorum yerli ve yabancı basında, her seferinde kendimi yeniden sorguluyorum.
Kadına yapılan haksızlıklara karşı duyargaları son derece açık biriyim, ama bunlardan biri Lars Von Trier filmleridir gibi gelmiyor. Olsa olsa bunları gözler önüne seren filmler denebilir bence onunkilere. ‘Kadın kahramalarına onun layık gördüğü sonlar’ değil, hayatın, kültürlerin, bilhassa da dinin kadınlara layık gördüğü sonlar bana göre perdede gördüklerimiz.
Neyse, herhalde en çok tartışılan filmi olan ‘Antichrist’ vesilesiyle, dergimiz Milliyet Sanat’ta da bu konuda bir makale yayınladık. Selin Gürel, “Lars Von Trier, körü körüne inanılan dini öğretilerle hınzırca dalgasını geçerken, çoğunlukla kadınları kendisine malzeme ediyor” diyor. Evet, bence de öyle. Çünkü bu öğretilerin malzemesi çoğunlukla kadın oluyor. Dolayısıyla
Haliç Kongre Merkezi'nde Altın Kelebek'ler dağıtılırken Taksim Meydanı'nda da İsrail'i protesto gösterileri sürüyordu
Tuhaftı her şey çarşamba gecesi. Ben de bu daldan dala uçan gecenin hakkını verebilmek için aynı şekilde uçuşan düşüncelerimi sıralamak istiyorum. Onlar henüz derlenip toparlanamıyorlar çünkü içinde bulunduğumuz bu günlerde.
Hürriyet'in Altın Kelebek ödüllerinin 37. kez dağıtılmasına tanıklık etmeye gitmiştik. Haliç Kongre Merkezi bu tür kalabalık organizasyonlar için gerçekten birebir. Ne park sorunu yaşıyorsun, ne taksi bulmakta zorlanıyorsun, geniş, ferah, manzara desen iç açıcı.
Bizim ödül törenlerimizdeki kırmızı halı durumu bende bir 'kel başa şimşir tarak' duygusu yaratsa da Altın Kelebek bunu en hakkıyla yerine getirenlerinden biriydi Allah için. Eh, kıyafet yorumcusu olarak da bu işten en iyi anlayan moda yazarımız Melis Alphan'dan iyisi bulunamazdı elbette. Velhasıl, 'şık' bir geceydi. Hatta klişeye sığınırsak, dizilerimizin ‘güzide’ oyuncuları 'adeta bir şıklık yarışı' içindeydiler. Ben haddim olmayarak içimden birinciliği son dönemin parlayan yıldızı, 'Ezel' dizisinin ‘Şebnem’i Bade İşçil'e verdim. Baştan beri heyecanla izlediğim dizinin en