Galatasaray, yüzde 95’i bitmiş sayılan Wesley Sneijder’in transferi için “gelecek mi, gelmeyecek mi” biçiminde papatya falı açadursun, Hollandalı futbolcunun gündeme getirdiği daha derin ve çarpıcı bir gelişmenin de sarsıntılarını yaşıyor.
Bu sarsıntı dipten geliyor. Öncü ya da artçı dalgalarla açığa çıkan enerjinin kulüpte, futbol takımında ve Türk futbolunda yaratacağı hasar ve yıkımın hesabını henüz yapamıyoruz.
Her şey, Başkan Ünal Aysal’ın, Teknik Direktör Fatih Terim’i “profesyonel”, “ücretle çalışan, maaş alan atanmış yetkili ” pozisyonuna sokmasıyla başladı. 8 Ocak Salı günü GSTV’de Başkan’ın 5 gazeteciyle buluştuğu programda, Galatasaray Başkanı, profesyonellerin kendi alanlarının dışına çıkmaması gerektiğini ifade etti, böyle bir durumda yalnız kalıp başarısızlığa uğrayacaklarını da sözlerine ekledi. Daha da somut sözlerle noktayı koydu: “ Fatih Hocamızla anlaştık. O’na Florya’nın anahtarlarını teslim ettim. Yeşil çimendeki tek yetkilinin kendisi olduğunu söyledim.Yeşil saha dışındaki tüm işlerde yetki bendedir. Kulübü yönetirken kime danışacağıma, sağıma soluma kimleri oturtacağıma, kimlerle nereye gideceğime ben karar veririm!”
Doğrusu, bu yanıtlardan
Adını “süper” sözcüğü ile parlatıp güçlendirmeye çalıştığımız ligimiz, ne yazık ki söylendiği gibi “süper” değil... Rekabetin heyecan yarattığı, sürprizlerin çoğaldığı maçlarda belki coşabiliyoruz ama, bu coşku mutluluğa yetiyor mu? Hayır, yetmiyor. Çünkü ligimizin kalitesi yok. Peki gelecek adına umut vadeden gelişmeler var mı? O da yok. Ne kadar iyimser olsak da umutlu olamıyoruz.
Ortada öylesine umut kıran gerçeklikler var ki, kaçamıyorsunuz.
Size bir iki rakam vereyim...
TFF, Milli Takım Teknik Direktörü Abdullah Avcı ve ekibiyle Antalya’da sessiz bir çalışma yapıyor.
12 bölgeden seçilerek gelmiş 1992,93,94,95 doğumlu gençler, karmalar halinde sınava çıkıyorlar. Yetenekleri, performansları, eğitimleri ve gelişmeleri kayıt altına alınıyor.
Bir de “Almanya” dediğimiz yurtdışında oynayan Türklerden kurulu futbolcu grubu var.
Günlerdir yapılan çalışmalar sonunda 242 oyuncu elekten geçti.
Hayat, yeni dediğimiz yıla da eskisinden iyi - kötü anılar, sonu yazılmamış öyküler, romanlar devrederek devam ediyor.
Biz o romanları, o öyküleri, hayal ve hakikatları yaşıyoruz.
Geçen yıldan bu yıla devreden, hayatın taşıdığı gerçek, Meireles gerçeğidir örneğin.
Önce PFDK, sonra da Tahkim Kurulu, Portekizli futbolcunun gördüğü kırmızı kart sonrası yaşanan olaylarla ilgili kararlarını verdiler. PFDK ikinci sarı (ve kırmızı)dan 1 maç, hakeme hakaretten 3 maç, tükürmekten 8 maç olmak üzere toplam 12 maç cezaya hükmetti.
O ceza kararının açıklanmasından sonra kıyametler koptu... Fenerbahçe ve Meireles cephesinden isyan, medyada önemli bir kesimden itiraz sesleri yükseldi.
Derken, çok önceden alınmış randevu ile Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım yardımcıları ile birlikte İstinye’ye gelip TFF Başkanı Yıldırım Demirören’le görüştü.
Ardından Tahkim Kurulu toplanıp savunmanın ek delillerini de göz önüne alarak tükürük olayında kanaat oluşturacak bir görüntü olmadığı için cezanın 8 maçlık bölümünü iptal etti.
Fenerbahçe Teknik Direktörü Aykut Kocaman’ın, Karabükspor yenilgisinden sonra “Artık gücüm kalmadı, bırakıyorum!” diyerek açıkladığı istifa kararı, sıkıntılı ve yorucu 3 Temmuz sürecinden sonra yepyeni, beklenmeyen bir süreç başlattı. Hiç kuşkunuz olmasın, bu süreç de yoracaktır Fenerbahçe’yi. Travmalar, tedavisi güç yaralar oluşturacaktır. Ne var ki, 3 Temmuz sürecinden farklı olarak sorunun çözümlenmesi ve bitirilmesi, tümüyle Fenerbahçe’nin kontrolundadır. Bu süreci Fenerbahçe ortak akılla kısa zamanda çözümleyebilir, sıkıntıları ve tartışmaları sonlandırabilir.
Aykut Kocaman, 3 Temmuz sürecinin yarattığı yükü onurla taşıdı, her koşulda dik durdu. Kulüp aidiyetinin en iyi örneklerini verdi. Gerçek bir liderlik portresi çizdi. Kulübün sarsılan prestijini kişisel kredisi, enerjisi ve adanmışlık duygusuyla ayakta tutmaya çalıştı.
Teknik direktörlük görevinde de başarısız olduğu söylenemez. Sıkıntılı bir dönemde hem kulüp sorunlarıyla uğraşmak, hem de futbol takımında önceden açıkladığı ilkeler çerçevesinde büyük dönüşümü gerçekleştirmek o kadar kolay değildi. Bir lig şampiyonluğu, uzun hasret yıllarını bitiren Türkiye Kupası, Şampiyonlar Ligi’ndeki arızaların ardından UEFA
Süper Lig’de bu yıl unutulmaz maçlar izledik. Topun sıkça santraya geldiği, hakemin bitiş düdüğünü çalmaya hazırlanırken gol kararı verdiği, sürprizi, heyecanı, coşkusu ve korkusu bol maçlardı bunlar. Futbolsever kimliğimizi öne çıkaran, rakibe saygı duymamızı sağlayan keyifli maçlar.
Dünkü kapanış gösterisinin de bize böyle bir keyif yaşatacağını umuyorduk. Fena halde yanıldığımızı gördük. 70’li yılların düşük tempolu, heyecan yaratmayan kişiliksiz oyun anlayışına tanık olduk.
Evet, 10 kilometre civarında koşan adamlar vardı. Ama oynayan adamlar yoktu. Oynamayanlar öylesine kalabalıktı ki, arada oynama niyeti gösteren azınlığı da biz gözümüzden kaçırdık. Çok az gol pozisyonu, bolca top kayıpları, olgunlaşmadan biten ataklar. Bitkin, yorgun, bıkkın oyuncuların futbol seyircisinden çaldığı dakikalar... Tribünde ve TV önünde insanlar size en değerli zamanını veriyor. Ve siz onlara hiçbir şey vermiyorsunuz.
Haksız bir alışveriş bu... Müşteriyi kazıklıyor, taraftarı üzüyor, futbolseverin canını sıkıyorsunuz.
Ülkenin en değerli iki hocası Şenol Güneş’le Fatih Terim, bize taktik yenilikler sunmadı dün. Sistem haline dönüştürdükleri oyundan da söz edemeyiz. Peki değeri çift
Hayır, bu bir sürpriz değil... İş kazası da değil... Bu maça sürpriz demek, Karabükspor’a saygısızlık olur. Malum ya onlar Süper Lig’de sermayeyi ve gücü değil, emeği (Çelik İş Sendikası) temsil ediyorlar.
İstanbul’da Galatasaray’dan sonra Fenerbahçe’yi de devirmeleri asla bir rastlantı ya da şans da değil... Öyle dersek bu defa da Mesut Bakkal’a haksızlık etmiş oluruz.
Karabükspor Fenerbahçe’yi emek yoğun bir istek ve enerjiyle yendi... Rakiplerini iyi analiz etmişler, boş alanları kullanmak için çok iyi hazırlanmışlardı. Maçın hemen her dakikasında bunu gördük. Baştan sona hücum aksiyonlarıyla, dengeli savunma organizasyonu ve topu kazandıklarında değerini bilerek oynadılar. Daha ilk dakikalarda İlhan Parlak’ın kaçırdığı iki gol, Fenerbahçe’nin uyanmasına yetmedi: Aykut Kocaman’ın takımı, son haftayı Meireles tartışmalarıyla yaşadığından mı bilmem, dikkatini kaybetmiş gibiydi. Kafalarda tatil planları da olabilir. Bunları niye yazıyoruz? Koşmadılar, yardımlaşmadılar da ondan... Kontağı kapamış gibi bir halleri vardı. Sonradan Caner ve Salih’in oyuna girmesiyle ikinci yarıda biraz direnip baskılı oynamaya, denge kurmaya çalıştılar ama Kuyt’un golünden fazlası olmadı.
Kara
Son haftanın açılış maçında Beşiktaş, beklenenin üzerinde 30 puanlık bir performansla tatile çıktı. Sezon başında adına “Feda” denilen süreçte bu puanı çoğu kişi beklemiyordu. Bana kalırsa, en azından dört puan daha alabilir, hepimizi daha da şaşırtabilirdi, olmadı. Ama yine de yepyeni bir takım ruhuyla muhteşem bir macera yaşattılar taraftarlarına... Bazen coşkulu, bazen sıkıntılı... Ama her zaman merak ve heyecanla izlenen bir maceraydı bu!
Daha maç başlamadan aldık mesajı... Galatasaray-Fenerbahçe derbisinin Meireles’le arasında geçenlerden dolayı tartışılan hakemi Halis Özkahya, aradan dört tam gün geçtikten sonra yeniden İstanbul’da, bir başka büyüğün maçında düdük çalıyordu. Beşiktaşlı Başkan Zekeriya Alp’in verdiği mesaj netti: MHK, hakemine güveniyordu, Özkahya’nın arkasında duruyordu. Bırakın dinlendirmeyi, onu en küçük bir soru işaretine yer kalmaksızın non stop görevlendiriyordu.
Günün ikinci mesajını Beşiktaşlı futbolcular verdi; sıkıntılarımız, eksikliğimiz, sorunlarımız olabilir. Ama biz büyük bir takımız !
Sonra Samet Aybaba’nın Ersan Gülüm’ü sarı kart gördükten dört dakika sonra (28) dışarı alıp, Veli ile değiştirdiğini gördük. Anlaşılan o ki, Kocaman’ın
Kazanlarda kaynattık, köpürttük, şişirdik, pişirdik... Önceleri, “Dünyanın en büyük derbisi”” diyerek kendi kendimizi kandırdık. Sonradan frene bastık hafifçe... “Dünyanın üçüncü büyük derbisi” demeye razı olduk.
Hangi ölçüyle, hangi standartla, hangi kriterle sıralanıyor bu derbiler, bilen yok... Ama azıcık futbolla, bolca nefretle, bir miktar akıl, yoğun bir öfke ve bir dolu laf salatasıyla karıştırıp hamasetle sosladınız mı alın size derbi dolması.
Yerseniz!...
Olayın özü olan futbol, oynandı, bitti, tüketildi. Kaç kişinin gönlü doydu, kaç kişi sofradan aç kalktı, hiç önemli değil!
Derbi tantanası sürüyor...