Yılın son derbisini bir boks maçı gibi düşünecek olursak, Galatasaray’ın “abandone” ile galip geldiğini söyleyebiliriz.
Abandone etmek, ringde rakibini hırpalayarak dövüşemeyecek duruma getirmek anlamına geliyor.
Evet, bu bir knoc out(nakavt) değil... Ama eğri oturup doğru konuşalım, Fenerbahçe resmen abandone oldu.
Galatasaray, kötü ve hayal kırıklığı yaratan maçlardan sonra kendi kişiliğini buldu, maçın tek egemeni oldu. Rakibiyle oyunu paylaşmak yerine kendi oyununu kurdu.
Fenerbahçe’nin savunmasında bir sinmişlik vardı. Evet, Bekir’in talihsiz kafa vuruşunda yenik duruma düşmüşlerdi, sonradan yine savunmacı Hasan Ali sağ ayağıyla müthiş bir gol atmıştı ama, yine de şoku atlatamadılar. Sindiler, çünkü hem Gökhan, hem de Hasan Ali bırakın kanattan hücum organizasyonunu, rakip atakları karşısında adeta bunaldılar.
Orta alanda Mehmet Topal, Meireles ve Baroni, şaşkın ve dağınıktılar. Hem Selçuk ve Melo’nun oyun bozan baskılı oyunundan yıldılar hem de kazandıkları topu çok yavaş kullanıp rakip savunmanın örgütlenmesini sağladılar. Dirk Kuyt, tek adam geçemeden, etkili bir şut atamadan, pozisyon hazırlayamadan çıkmak zorunda kaldı. Caner, ona göre daha hamleli, daha
Teli kopmuş saz gibiydi Beşiktaş... Fernandes’in sakatlığı, Oğuzhan’ın cezası, Aybaba’nın ekibinde kimlik bunalımı yaratmıştı. Emeğe saygılıyız. Sahadakiler elbette gayretliydi, çalışkandılar. Çok çabaladılar, mücadele ettiler ama, beceremediler. Beşiktaş’ın renkleri solmuştu. Gençlerbirliği de sıkıntılı bir süreç yaşıyor. Takımın coşkusu kaybolmuş. Bazı futbolcular, belki de ara transferde gündeme gelebilmek için kendilerini göstermeye oynadılar. Skor avantajını koruyamadılar. Kulusiç’in ve Olcay’ın gollerinden sonra bolca gol pozisyonu izledik. Ama üçüncü golü göremedik.
Ankara 19 Mayıs Stadı’nın çim zemini donmuştu. O nedenle her iki takımın oyuncuları sık sık düşüp top ve pozisyon kaybettiler. Bu kaymalardan ve düşmelerden bir kaza golü çıkabilir, yiyene yazık olurdu. Neyse ki kazaya uğramadılar.
Pozisyon bolluğunu neyle açıklayacağız? Hurşut, Azofeifa ve Jimmy Durmaz’ın hamlelerinin yanı sıra Beşiktaşlı futbolcular oyunun temel ilkesi savunmayı hala öğrenememiş... Antalya kampında ağır ev ödevi var. Ama hücum etkinliğinin zaten sınırlı olduğu bir maçta hiç değilse rakibe bu kadar top kaptırılmamalı, böylesine bol pozisyon verilmemeliydi.
Beşiktaş maçı gerçekten
Ziraat Türkiye Kupası’nın özellikle “eleme” turlarında, unuttuğumuz bazı gerçekler gün ışığına çıktı: Her maç önemlidir. Oyuna ve rakibe saygı göstermeyen kaybeder!
Sporun bu temel felsefesine en uygun oynanan maçlardan biri Antalyaspor-Beşiktaş karşılaşması oldu.
Her iki takım da maça gereken önemi verdiler. Oyuna ve rakiplerine saygı gösterdiler.
Küçük rotasyon denemelerinden bile çabucak vazgeçtiler.
Antalyaspor, ligde yine kendi evinde oynarken 5-3’lük yenilgiye uğramış, liderliği ele geçirme tutkusuyla savunmayı unutmanın bedelini fena ödemişti. Dün daha kontrollu, rakibini bekleyen ve Beşiktaş’ın geride bıraktığı boş alanları doldurmaya çalışan bir oyunu sergiledi ev sahibi... Beşiktaş açısından sıkıntılı bir maç oldu. Savunmada hem takımca hatalar yaptılar, hem de kaleci Cenk dahil bireysel falsolarla rakiplerinin ekmeğine yağ sürdüler. Kaleci Cenk, ilk golde blokajı değil, yumruğu tercih edince Murat Duruer’in golü geldi. Bu golle uyanamadı Beşiktaş... İki dakika sonra Ömer Şişmanoğlu kesti faturayı...
Beşiktaş için geri dönüş o kadar kolay değildi artık... Uyandılar, Holosko ile de golü buldular ama yetmedi.
Maç 2-1’e dönüştükten sonra tadından yenmez oldu.
Lisede felsefe dersi... Hocamız Fevzi Genç biraz gecikti, kimin umurunda!.. Gırgır şamata hocayı bekliyoruz, kaynaşıyoruz. Cam su şişeleri havada uçuşuyor. Tutamayıp kırana ceza var. Biz o gümbürtü içinde itişip kakışırken, daha üst perdeden bir ses yükseldi :
“-Hayvanlar!”
Fevzi Hoca sınıfa girmiş, kürsüye oturmuş, haberimiz yok. Durumu atlamanın öfkesi ve utancıyla sus-pus olduk. Çıt çıkmıyor.
Hoca bize değil, duvara bakarak devam etti :
“-Özür diliyorum. Size hayvanlar diye bağırmaya hakkım yok!”
Gevşedik, “Estağfurullah hocam” diye yağcılığa başladık.
“- Hayır, sizden özür dilemiyorum. Haksızlık yaptığım da sizler değilsiniz, hayvanlar. Ben onlardan özür dilerim. Çünkü hayvanlar masumdur. Siz insansınız!”
Süper Lig’in kalitesini tartışa duralım, bu yıl rakabetin eşine az rastlanır biçimde tavan yaptığını kabul etmeliyiz... Dün de yoğun rekabetin tanığı olduk... Unutulmaz bir maç yaşadık... İki takımın da coşkusunu, direncini, dayanışmasını ve mücadelesini alkışladık...
Beşiktaş da Eskişehirspor da en önemli oyuncularından yoksun oynadılar... Fernandes Beşiktaş’ın, Alper de Eskişehirspor’un aranan adamlarıydı. Yine hakçasını söyleyelim; iki takımın oyuncuları da inanılmaz biçimde yardımlaşarak tabeladaki skoru sürekli değiştirmek için savaştı. Zaman zaman ikişer kişilik oynayan oyuncular da vardı her iki takımda...
Beşiktaş açısından buruk bir skor çıktı ortaya... Holosko ve Almeida’nın golleriyle iki farklı avantajı yakaladıktan sonra daha kontrollü oyuna dönebilirlerdi. Hayır, öyle yapmadılar. Samet hocanın daha önce söylediği gibi frene basmayı beceremediler... Sürekli gol pozisyonu üretip, fırsat harcayarak Eskişehirspor’u cesaretlendirdiler.
Necip’in, Veli’nin, Uğur’un, Hilbert’in sık sık hücuma katıldığını gördük... Hatta savunmanın en usta oyuncusu Sivok bile rakip yarı alanda sürpriz driplingler yaptı. 51’de tek başına topla çıkıp pozisyon hazırlaması övünülecek
Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, geçenlerde medyaya açıkladı... Yurdumuz birbirinden farklı, kale gibi yepyeni statlarla donatılacak.
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman, tüm sorunların çözümü için vazgeçilmez bir madde koydu ajandasının başına: “İlle de yeni stad!” Başkan, selefinden devraldığı bu rüyayı, ete kemiğe büründürerek sağlam bir projeye dönüştürüp İnönü’yü yenilemek istiyor. Yeni stadın kulübün gelirlerinde önemli bir kaynak oluşturacağını düşünüyor.
Fenerbahçe ve Galatasaray, yıllarca stat ve tesis sorunlarına kafa yorup emek harcayarak farklı yol ve yöntemlerle bu sorunları nihayet çözdüler.
Şimdi sırada Trabzon var... Onlar da yeni stat için nicedir çalışıyorlar.
Yetmişli, seksenli yılları yaşarken, gündemimizin en önemli maddelerinden biri tesisti... Kamunun kaynakları hep tesis öncelikli işlere yatırıldı... Çok geç de olsa ülkedeki tesis açığı bir ölçüde giderildi... Ne var ki dünya da hızla değişiyordu. O değişim sürecinin içinde biz bir şeyi atladık: Te-sislerin çoğu yeni kriterlere ve standartlara uymuyordu. Örneğin, Abdi İpekçi Spor Salonu’nun tuvaletleri yetersizdi. Dahası, o tesisi yönetenler, mevcut tuvaletleri fazla bulmuş, bir kısmını da
Manuel Fernandes olmadan oynamak ve kazanmak, çoğu Beşiktaşlı için “yumurtasız omlet” yapmak gibi bir şeydi... Portekizli sakattı... Günün birinde cezalı duruma da düşebilirdi... Beşiktaş Fernandes’siz teste mutlaka hazır olmalı, o sınavdan başarıyla çıkmalıydı.
En önemli, en çok ciddiye alınması gereken bir rakip karşısında bunu başardılar.
Evet, yumurtasız omlet yaptılar...
Peki bunu nasıl başardılar?
Her şeyden önce Orduspor, Kupa maçında da Göztepe’ye elenmiş olmanın moralsizliğiyle çıkıyordu maça... Önemli eksikleri de vardı... Hektor Cuper, yine de oyunu kazanma niyetini ortaya koyup Hasan Kabze ve Stancu gibi iki uç hücumcusuyla yüklendi. Ama ne kanatlarda, ne de orta alanda arzuladığı oyunu ortaya koyabildi Orduspor... Beşiktaş, Necip ve Toraman’la merkezi kontrola alıp sağda Hilbert, solda Olcay’la kanattan; ortada Almeida’yı gösterip arkasında Oğuzhan ve Holosko’yla cepheden saldırmaya çalıştı...
Fernandes’in yokluğu savunmada dikkatleri, hücumda hamleleri yoğunlaştırdı... Sezon başından beri bir türlü toparlanamayan savunma, dün Kabze’nin golünden fazlasına izin vermedi. Geriden gelip maçı döndürmek de önemli... İbrahim ve Ersan’ın ortak hamlesiyle
Bol skorlu maçlar. Sürpriz deplasman galibiyetleri... Başa güreşenlerle birlikte başaltında da ayağa kalkıp meydan okuyan takımlar.
Evet, Süper Lig’imiz bu yıl eşine ender rastlanan bir “heyecan” atmosferi yaratıyor. Bu heyecandan hepimiz pay alıyoruz, bazen öfkeyle... Bazen neşe ve keyifle izliyoruz maçları...
Skorların yanı sıra öylesine sıra dışı goller atılıyor ki, yıllar geçse unutulmaz.
Sow’un, Bekir’in röveşataları... Servet’in slalomu...
Gerçekten, futbolseveri tribünlere ve ekranlara çeken cazibeli bir ligimiz var.
Peki oynanan futbolun kalitesi de heyecan dozu kadar yüksek ve yoğun mu?
Bu soruya yanıt vermek o kadar kolay değil!