<#comment>#comment>
FİNAL hakkını kaybettik diye üzülüp, öfkelenmenin, saçbaş yolmanın zamanı değil. Türkiye 32 takım içinde kupa ömrü en uzun (7 maç) olan dört ülkeden biri. Fransa, Uruguay, Arjantin, İtalya ve İngiltere’nin yarı finali dahi göremeden gruplarda, en kabadayısından çeyrek finalde kupaya veda etmesinin ardından, buradaki başarımızla elbette gurur duymalıyız.
Başarı, gurur verdiği kadar sorumluluk da üretir. Artık dünyaya karşı sorumluluğumuz var. Geldiğimiz noktadan geri dönemeyiz. Örneğin, 2006 Dünya Kupası Elemeleri’nde PlayOff’a dahi gerek kalmadan Almanya biletini çok rahatlıkla almalıyız. 2004 Avrupa Şampiyonası Elemeleri’nde, İngiltere’ye karşı grupta seri başı olduğumuzu unutmadan başarılı ve kendimize layık sonuçlar almalıyız. Bu başarı bir istatistiğe dönüşür, yenileriyle süreklilik oluşturursa gururumuz daha da büyür. Yarı finaller ve kupalar rüya olmaktan çıkar...Artık Dünya Şampiyonluğu gerçek bir hedef haline gelir.
Dünya Kupası’nda Türkiye son on yıla damgasını vurmuş altın kuşakla mücadele etti. Hakan Şükür’ün durgunluğu ile yaşadığımız hayal kırıklığını ve kaptanın davranış analizini kupa sonrasına bırakıyorum.
Rüştü, buradaki en büyük
<#comment>#comment>Hayır, bu yarı finalde öfkeye yer yok... Hüzünlenebiliriz. Elbette 48 yıl sonra katıldığımız bu Dünya Kupası yarı finalinden finale ulaşamamanın üzüntüsünü paylaşabiliriz. Ama ne olur, biraz sportif düşünelim. Başa baş mücadele ettiğimiz en kıdemli Dünya Şampiyonu karşısında yenildik. Teslim olmadık. Başımız eğilmedi. Bu maçı oynamak onurunu buraya kadar gelmek gururuyla birleştirdiğimiz zaman yine de övüneceğimiz bir sonuç çıkıyor ortaya. Üçüncülük maçı oynayacağız ve en kötü olasılıkla dünya dördüncüsüyüz.
Bu maçı niye kaybettik?
Sanırım adale ve gönül yorgunluğundan o kadar yüklü sevinçler yaşadılar ve öylesine sıkı mücadele ettiler ki, dün Brezilya karşısına çıktıklarında oyunun tamamını kontrol altına alamadılar. Evet, topun yüzde 56’sına sahip olup rakibe pek az oynama fırsatı vermek iyi de, bu futbolu oynarken defans, orta alan ve hücum fonksiyonlarını da dengeli biçimde yerine getirebilmeliydik.
Olmadı...
Kaleci Rüştü’nün maçın başından sonuna kadar gurur ve güven abidesi olarak yaptığı kurtarışlar, ileride çok çalışan ve gerçekten gol için ölesiye enerji harcayan Hakan Şükür, ya da bir başka forvetimizin golüyle tamamlanamadı. Rivaldo’nun
<#comment>#comment>Onu çok eleştirdik, girdiği ve kullanamadığı gol pozisyonları için çok acımasız davrandık, hırpaladık. Bugünkü yarı final maçı sanırım Hakan Şükür’lü Senegal onbiriyle oynanacak. Hakan Şükür üzüntüsünü, eleştiriler karşısındaki öfkesini enerjiye dönüştürürse bugünkü maçın golcüsü olarak tarihteki yerini alabilir. İnanıyorum ki, arkadaşları da hem ülkeleri, hem kendileri, hem de kaptanları için oynayacak. Türkiye’nin kaybedeceği hiç bir şey yok. Ama şu bayrak takımla birlikte kazanacağımız çok şey var daha. Brezilya ön yargılı futbol dünyasının final adayı, hatta şampiyonu. Ama 2002 Dünya Kupası ön yargıların silindiği gerçeklerin ortaya çıktığı ve görüldüğü bir organizasyon oldu. O halde bu fırsatı değerlendirelim.
<#comment>#comment>YANLIŞLARLA, korku ve endişelerle başlayıp, sevinçle bitirdiğimiz grup maçlarından sonra, 2002 Dünya Kupası’nda yarı finale kalarak son dört takım arasında yer almamız futbol dünyasında şaşkınlık ve hayranlıkla karışık bir merak uyandırdı: "Türkler buraya nasıl geldi?"
Gerçekten iyi bir soru. Özellikle kafalarındaki çelik şablonlu ön yargılardan kurtulamayan, kendi gerçeklerinin dışındaki gerçekleri yok sayan Avrupalılar, biraz geç de olsa bu soruyu sormakta haklılar. Öte yandan bizler de kendi içimizde bu başarıyı doğru analiz etmeliyiz. Türkiye her şeyden önce futbola karşı beslediği olağanüstü sevginin, gösterdiği ilginin ve özverinin sayesinde yarı finale gelmiştir. Birçok şeyden esirgeyerek haksız biçimde öz evladı futbola ayırdığı kaynakları şimdi futboldan yerine koyma sürecine girmiştir. Şenol Güneş ve ekibini içtenlikle kutlarken başarının alt yapısına uzanmalıyız
Üç büyüklere şükran duymalıyız...Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe’nin ezeli rekabeti, zaman zaman yozlaşmış olsa da, ülkenin futboldaki gelişmesinde motor işlevi görmüştür. Türkiye Ligi’nin başlaması, profesyonelliğin spor hayatımıza girmesi, üç büyüklerin öncülüğünde gerçekleşmiştir.
<#comment>#comment>Osaka’daki Senegal maçının, yarı finalle ödüllendirilen skoru, elbette yazarı da duygulandırıyor.
Ama "ertesi gün"ün gerçeklerine bakarsak, duyguları değil, istatistiği ele almalıyız...
Senegal - Türkiye maçı, haydi açıkça söyleyelim, bizce hücum futbolunun çok dengeli ve başarılı bir örneğidir.
Kulakları çınlasın, ömrü uzun olsun, sevgili büyüğüm Doğan Koloğlu, "Hücum futbolu" görüşünü ortaya attığı zaman, dürüstçe tartışmalar yerine, sadistçe aşağılamalar, ucuz polemikler, hiçbir işe yaramayan abukluklarla, kendisine karşı çıkıldı.
Hücum futbolu deyiminin, futbolda olmayacağını söyleyenler, FIFA’nın resmen belgelere geçen "Attacking football" (Hücum futbolu) kavramını görmezden geldiler, yok saydılar... Hücum futboluna, birçok meslektaşımız gibi, şimdilerde, çok ünlü ve başarılı olan antrenör dostlarımız da, alaylı tavırlar koydu.
Topa sahip olma oranı yüzde 59 Türkiye, yüzde 41 Senegal... Her şeyden önce, oyunu oynamaya niyetli olduğumuzu, oynadığımızı gösteren sayılar bunlar. Takımca dayanışmanın, yardımlaşmanın örneği. Öte yandan yedi korner atan Türkiye’ye karşılık, tek kornerini ancak 45. dakikada bulabilen bir Senegal... Büyü, elbette
<#comment>#comment>Osaka’da yeniden tarihe tanıklık ettik... O gol uzatmaya kalıncaya kadar girdiğimiz onlarca pozisyon için saç baş yolmadık, ızdırap çekmedik... Senegal’in Dünya Kupası’nda sempati şampiyonluğu gibi bir kavram yaratan olağanüstü sevimli ve büyülü futboluna teslim olmadık. Fransızlar, Urugaylılar ya da Danimarkalılar gibi Afrikalıların peşinde sürünmedik.
Bu yarı finalin çok daha heyecan verici, ibret yaratan bir yanı vardı:
Türk gibi başladık...Türk gibi savaştık, mücadele ettik...Ve Türk gibi bitirdik...
Hayır, asla teslim olmadık. Kırılmadık, kıvrılmadık...Şaşmadık, dağılmadık, bozulmadık! Rüştü Reçber tüm topları hasatta ekin biçer gibi topladı... Fatih sağ kanadı kapattı... Bülent ve Alpay aslanlar gibi savaştı...Savunmanın solunda görev alan Ergün hem kesti, doğradı...Hem pişirdi, haşladı...Hem de beş yıldızlık servis yaptı...
Tugay...Önlibero olarak sadece üç top kaptırdı rakibine...Ama şiir gibi paslarıyla savunmayı ve orta alandaki arkadaşlarını rahatlatan akıllı katkılarıyla gerçek bir stardı.
Onca eleştirdiğimiz Ümit Davala, sağda hücuma yaptığı inanılmaz destekle, orta alanda Emre arkadaşlarına katılımı, rakip Afrikalılara
<#comment>#comment>2002 Dünya Kupası’nda 5 şampiyon beklenmedik biçimde turnuvaya veda etti. Brezilya’nın İngiltere’yi elemesi futbolcularımıza yeni bir ilham ve rövanş fırsatı verebilir. Bunu gerçekleştirebilmek için önce Senegal’i safdışı etmek gerekiyor. Senegal, Dünya Futbolu’nun yeni tanıdığı bir ülke. Müthiş bir başlangıç yaptılar. Ama çeyrek final onların kırılma noktası olabilir. Türk Milli Takımı, kupaya kırık başladı, çabuk toparlanıp yükselişe geçti. Şimdi, Senegal’i aradan çıkarıp Ronaldinho’suz Brezilya ile yarı finalde oynamak var. Dünya kadar kocaman bir fırsat bizi bekliyor. Yarı finale yükselirsek kupayı şampiyon takım gibi biz de 7 maçla tamamlayacağız. Çünkü en kötüsünden üçüncülük maçı oynayacağız. Bu kadar somut gerçek ve yakın bir hedef varken, Senegal hiç de sorun olmamalı. Şenol Güneş ve ekibinin bu sorunu aşacağını düşünüyorum.
<#comment>#comment>1956’daki Macar zaferini yıllarca konuştuk, yazdık, çizdik... Başarının üzerinden yıllar geçti. O galibiyet giderek tekrarı olanaksız bir masala dönüştü. Sevinelim ki, o yılları artık geride bıraktık. 1996’dan beri Milli Takım başarıya süreklilik kazandırdı, yavaş yavaş uluslararası ölçülerde değer ifade eden istatistikler oluşturmaya başladı.
Önümüzde yarınki Senegal maçı var... Senegal maçı, futbolumuz açısından olağanüstü değer ve önem ifade ediyor. Çeyrek finali kazanmanın ötesinde, yarı finale ulaşmanın da ilerisinde... Daha fazlası olan bir fırsat bu!
Senegal maçını kazanabilirsek, Türk Futbolu’nun uluslararası ufukları daha da genişleyecek. Daha çok Türk futbolcusu Avrupa takımlarında oynayabilecek. İnanıyorum ki, Dünya Kupası’ndan sonra takımlarında forma sürekliliği kazanamayan gurbetçilerimiz, ilk on bir için daha fazla şans bulacaklar. Asıl önemlisi, Türk antrenörleri için de yeni ufuklar açılabilecek. Yakın zamanda Fatih Terim’i izleyen genç meslektaşlarını birçok ülkede görebileceğiz.
Teknik Direktör Şenol Güneş ve yardımcıları ile futbolcularımız, elbette Senegal’i iyi analiz edeceklerdir. Biz de kendi açımızdan Afrikalı rakiplerimizi