Bugünkü konumuz şehrin en yeni mekanları Bej Etiler, Limonata, Parle, Jamie’s Italian ve 14 Kasım’da açılacak olan Pop. İşte buralara gitmeden önce bilmeniz gerekenler...
Akşamüstü partileriyle konuşuluyor: Bej Etiler
Lal Dedeoğlu nasıl Karaköy’ün parlamasında öncü olduysa, cumartesi akşamüstü partilerinin yükselişinde de öncü oldu. Akşamüstü partilerine Buz’da başladık, Karaköy Bej’de devam ettik. Geçen haftadan itibaren de telefonumuza düşen “Akşamüstü partisi saat beşte, Etiler Bej’de” mesajıyla da yeni yerimiz belli oldu. Hâlâ Etiler’de Bej nerede diyenlere hatırlatalım, Alkent sitesinde, Hillside spor kulübünün ve sinemasının girişinde. Eski Mezzaluna’nın ve eski Vox’un yerinde. Spor kıyafetleriyle gelenlerle de çarpışıyorsunuz, cumartesi gecesi için süslenip gelenlere de rastlıyorsunuz. Kılık kıyafet fark etmiyor. Zerrin Tekindor’dan Tamer Yılmaz’a renkli bir kalabalığı var.
Tabii bu her zamanki güzelliği ve cool’luğuyla karşımızda olan
Lal Dedeoğlu faktörü.
Zorlu Center’la ilgili şehir efsaneleri aldı başını gitti. Peki ama güvenlik sistemi gerçekten yetişmedi mi?
Birkaç ay önce bir AVM’nin X-ray’inden geçiyorum. Çantamı koyuyorum, normalde bakmazlar ama bu sefer bakacakları tutuyor ve bir panik başlıyor. “Çantada bıçak olabilir” diye. Havalimanı güvenliğinden geçmiyorum. Altı üstü bir alışveriş merkezi. Kaldı ki alışveriş merkezinin bir katı bıçak da dahil olmak üzere mutfak araç gereçleri satan mağazalarla dolu.
“Çantanda bıçak mı taşıyorsun?” derseniz, hayır taşımıyorum tabii ki, artık neyi bıçağa benzettiler onu da hatırlamıyorum. Daha AVM’ye girmeden terörize oluyorum ve tabii gelip geleceğime pişman da
oluyorum.
Bu arada kendime bir kez daha kızıyorum, neden her zaman yaptığım gibi girişin yanındaki mağazanın içinden geçmedim de X-ray’li kapıdan geçtim diye. Demokrasilerde çareler tükenmiyor işte. Niyetiniz güvenlikten geçmemekse onun da bir yolu var.
İşte şimdi Zorlu Center’ı daha çok sevmemin bir nedeni de kapıda güvenlik olmaması. Güvenlik yok derken gerçekten güvenlik yok sanmayın. Kameralarla izliyorlar, sıkı bir güvenlik sistemi olduğunu anlatıyorlar. Zaten böyle büyük bir yatırım sıfır güvenlikle açılır
“Behzat Ç. Ankara yanıyor!” galasında izdiham yaşandı. Film bu cuma vizyona giriyor. Belgesel değil, tamamen hayal ürünü diye bir hatırlatma yapalım
Günlerden Behzat Ç.’ydi pazartesi gecesi. Beklenen gala Türker İnanoğlu Maslak Show Center’da gerçekleşti. Günler öncesinden davetiye peşinde koşmaya başlanıldı. Davetlilere +1 olabilmek için türlü numaralar denendi. Bu durumda tabii ki kaçınılmazdı, gale gecesinde izdiham vardı. Sıkı güvenlik önlemleri alınmış olmasına rağmen. Behzat Ç’nin elinden düşürmediği ve Erdal Beşikçioğlu’nun “Hikayede bir metafor” dediği
biralar gala gecesinde hücuma uğradı. Film heyecanla izlendi, gösterim bittiğinde dakikalarca ayakta alkışlandı.
Pazartesi gecesi galayı kaçırdıysanız, filmi izleyemedik diye üzülmeyin, “Behzat Ç. Ankara yanıyor!” bu cuma vizyona giriyor. Bu, Behzat Ç. ekibinin ikinci sinema filmi. Dizideki kadro, filmde de tam kadro karşımızda. Senaryoyu Ercan Mehmet Erdem yazmış. Yönetmen Serdar Akar. Erdal Beşikçioğlu, Fatih Artman, İnanç Konukçu, Seda Bakan, Berkan Şal, Nejat İşler yine karşımızda. Kadroya yeni eklenenler de olmuş, Sanem Çelik, Sadi Celil Cengiz, Serenay Sarıkaya, Tuğrul Tülek ve Ekim Mağden gibi.
Bu bir
Onu “Refika’nın Mutfağı” adlı yemek kitabıyla, gazete yazılarıyla ve “Mucize Lezzetler” TV programıyla tanıyorsunuz. “Narlı Tarifler” sayesinde Refika Birgül’le bir araya geldik
Önümde bir kitap var, adı: “Narlı Tarifler”. Yazarı Refika Birgül. Onu “Refika’nın Mutfağı: Yeni İstanbul Tarzı” kitabı ve Hürriyet Cumartesi’deki yazılarıyla tanıdınız. NTV’deki “Mucize Lezzetler” programını izlediniz, tariflerini bir kenara not ettiniz. Bizim daha eskiye dayanan bir tanışıklığımız var, Refika’yla lise arkadaşıyız.
Yıllar sonra bir kafede oturuyoruz, Refika yeni kitabını anlatıyor, öyle bir iştahla anlatıyor ki tok olmama rağmen dayanamayıp “Çok acıktım” diyorum. “Bir şey söyle” diyor. “Yok, mönüden bir şey istemiyorum, Refika’nın mutfağından bir şey istiyorum” diyorum. “E, o zaman bir zahmet Kuzguncuk’a mutfağıma gelecektin” diyor.
Kuzguncuk’a ışınlanmak istedim
Haklı, zaten çoktan pişman olmuş durumdayım. Anadolu yakasından mümkün olduğu kadar uzak duran biri olarak bu sefer kesinlikle karşıya geçmeliydim, neler kaçırıyorum diye kendi kendime söyleniyorum. O sırada Refika yerinden kalkıyor, ben hâlâ kendi kendime söylenmeye devam ediyorum. O an Kuzguncuk’a Refika’nın
Çağdaş sanat fuarı Contemporary Istanbul 7-10 Kasım tarihlerinde Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda gerçekleşecek. Öncesinde bu yılki yenilikleri Ali Güreli’den dinledik
Cuma akşamı Nişantaşı’nda Sofa Otel’de dev bir masanın etrafında toplanıyoruz, Akbank Private Banking, Yıldız Holding ve Zorlu Center yöneticileriyle birlikte. Ev sahibi Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli.
Malum 8’inci Contemporary Istanbul 7 Kasım itibarıyla Lütfi Kırdar Kongre Sarayı’nda başlıyor. Bu yıl 21 ülkeden 92 çağdaş sanat galerisi, 650 sanatçı, 3 bin eser katılıyor. Fuar, 10 Kasım’a kadar devam edecek. 6 Kasım’daysa davetlilere özel ön izleme var. Zaten satışların çoğu da işte bu ilk günde gerçekleşiyor.
Geçen yıl tam da bu zamanlarda fuardan birkaç gün önce “Çağdaş sanatta bu kadar hız sağlıklı değil” demişti Ali Güreli. Bu açıklamasıyla çoğumuzun hislerine de tercüman olmuştu. Geçen yıldan bu yana hız konusunda bir değişiklik yok, çağdaş sanat hız kaybetmeden ilerliyor. Hatta yeni çağdaş sanat fuarları da yapılıyor. “İşte yeni sanat fuarlarının yapılması doğru yolda olduğumuzu gösteriyor” diye başlıyor Ali Güreli konuşmaya. Sonra sıra geliyor, Contemporary
Bugünkü konumuz turist olmak. Önce Safranbolu’da yaptığım turistik geziyle başlıyor, sonra Galata’da turistlerin yaşadığı perişanlıkla devam ediyoruz
Safranbolu evlerinin güzelliğini anlamak için fotoğraflara bakmak yeterli değil, onları görmek gerekiyor.
Utanarak itiraf etmeliyim, dünyanın öbür ucundaki birçok şehri gezdim ama Türkiye’de daha gitmediğim çok yer var. Görmek istemediğimden değil. “Yakın, nasılsa bir gün giderim” hissi verdiğinden mi, yoksa şimdiye kadar yeterince ballandıra ballandıra anlatılmadığından mı emin değilim. İşte bu hislerle Kastamonu uçağındayım.
Havaalanı üç ay önce açıldı
Kastamonu’daki fabrikaları gezerken kumaş ve dikim tekniklerindeki yenilikler şaşırtıyor. Artık takım elbiseler de gömlekler kadar hafif ve rahat
Geçen yıl Ramsey İcra Kurulu Başkanı Hüseyin Doğan ile birlikte Liverpool’a gitmiş, resmi giyim sponsoru oldukları Liverpool FC’nin bir maçını izlemiştik. Maç sonrasında yöneticiler ve oyuncuların Zero Weight adlı hafif takım elbiselerini ne kadar severek giydiklerini görünce şaşırmıştım. O zaman konuşmuştuk, Ramsey’in Ar-Ge’ye ne kadar önem verdiğini ve kararlaştırmıştık bunu yerinde görmek için Kastamonu’daki fabrikaları ziyaret etmeyi. Kısmet bu haftayaymış.
Bir kez daha şaşırıyorum, Zero Weight daha da hafiflemiş, 100 gram daha vermiş, Zero Weight Gravity adıyla yeni bir koleksiyon çıkmış karşımıza. Artık ceketler gömlek hafifliğinde, sadece 650 gram. “Giyimde rahatlık öne çıkıyor” diyor Hüseyin Doğan.
Önce gömlek fabrikasını geziyoruz. Fabrikadan çok özel dikim hissi veriyor. Çünkü her detay ayrı ayrı yapılıyor. “Bir gömleği bir makinede dikebilirsiniz ama biz bir gömleği 30 ayrı makinede 48 ayrı operasyonla 50 dakikada dikiyoruz” diyor Hüseyin Doğan. Daha sonra iki ayrı takım elbise fabrikasını geziyoruz. Safranbolu’daki
9 gün dinlendik, 1 günde başladığımız yere geri döndük. Bugün gerçek bir kayıp hikayesi ‘The Imposter’la başlıyor, Bebek’teki Cup of Joy’la neşeleniyoruz
13 yaşındaki oğlunuz ortadan kayboluyor. Üç yıl boyunca arıyorsunuz, ama kaçırıldı mı kaçtı mı, yaşıyor mu yaşamıyor mu hiçbir fikriniz yok. Tam üç yıl sonra biri çıkıp geliyor, oğlunuz olduğunu söylüyor. Ana dilini aksanlı konuşmasından göz rengine kadar her şeyi farklı. Ama yine de evinizi açıyor, bağrınıza basıyorsunuz oğlunuz döndü diye. Sonradan başkaları fark ediyor, yeni gelen kişinin aslında oğlunuz olmadığını. Bu durumda neden bile bile böyle birini oğlunuzun yerine kabul ettiğinizi araştırmaya başlıyorlar. İki seçenek var. Oğlunuzun yaşadığına inanmak istediğiniz için mi, yoksa oğlunuzun ortadan kaybolmasında parmağınız olduğundan kendinizi korumak için mi?
Gerçek hikayenin filmi
Pazartesi akşamı Bart Layton’un “The Imposter” adlı filmini izledim. Geçen yılın en bol ödüllü filmlerinden biri. Yukarıdaki gerçek bir hikaye. Film de bu hikayeyi anlatan bir belgesel.
Müge Anlı’nın programlarından çok da farklı değil. Tek fark, kayıp bulunamıyor ama başka biri onun yerine geçiyor. 23 yaşındaki bir Fransız üç