20 gündür aynı şeyleri anlatmaya çalışıyoruz. Bir kısmı anlaşıldı, bir kısmı belli ki anlaşılmayacak
Sinirler iyice gerildi. Artık hiç çekinmeden “Biz, siz, onlar” diye konuşuluyor. Oysa bunları çoktan geçmemiş miydik? Tam artık aştığımızı düşündüğümüz zamanda yine hortluyor aynı sorunlar. Hiçbirimize faydası yok bölünmenin. Hepimiz birbirimizin görüşlerine saygı duyarak da pekala aynı topraklarda yaşayabiliriz. Zaten hiçbir zaman herkesin tıpatıp aynı düşünmesi mümkün değil. Bakınız, bir ideolojiye inanan aynı siyasi parti üyeleri bile her zaman aynı düşünmüyor. Kaldı ki, Gezi Parkı direnişinde ortak bir siyasi görüş de yok. Herkesin ortak buluşacağı tek payda var, o da orantısız şiddete son verilmesi. Evet Gezi Parkı, cumartesi günü boşaltılmalıydı. Evet bu direniş, 20 günü bulmamalıydı. Gezi Parkı’na cumartesi akşamı değil de, pazartesi sabahı gidilseydi işte o zaman durum çok farklı olacaktı, park zaten boşaltılmış olacaktı.
Gezi Parkı’nı korumak isteyenler hafta sonunu parkta şenlik havasında geçirmeyi umuyordu. Kimse böyle bir saldırı beklemiyordu, zaten beklenilseydi çoluk çocuk parkta olunmazdı. Organize olmak, böyle bir şey değil işte.
Beterin beteri var
P
“Gezi Parkı tüm İstanbulluların” dediler. Herhalde biz yanlış anladık. Bir cumartesi akşamı bebekler, çocuklar, gençler, anne-babalar, yaşlılar parktayken böyle bir şiddet nasıl uygulanır?
Divan Otel’in içi, önceki gece bu haldeydi.
Dün sadece 2 saatliğine gerçeklerden uzaklaştım, yeni ‘Süpermen’ filmini izleyecek ve biraz kafa dağıtacaktım. Tam da hepimizin bugünlerde en çok ihtiyacı olan şey bu değil mi? 2 saat boyunca Twitter’a bakmadan son derece vasat filmi izledim. Olanları düşünmemeye çalışarak. Eve döndüğümde mahalle inliyordu, tencere-tava ve korna sesleriyle. “Eyvah, yine müdahale oldu” diyerek televizyon karşısına zor attım kendimi. Görüntüler karşısında kanım dondu, nutkum tutuldu.
“Gezi Parkı tüm İstanbulluların” dediler. Herhalde biz yanlış anladık. Bir cumartesi akşamı bebekler, çocuklar, gençler, anne-babalar, yaşlılar parktayken böyle bir şiddet nasıl uygulanır? Can Dündar haklı, böylesi savaşta bile olmaz. Özellikle de Taksim Meydanı’nda bir gösteri bile yokken, herkes parkta ailece sakin sakin otururken.
Amaç, Gezi Parkı’ndaki direnişçileri, çadırları kaldırmaksa pekala bugünü bekleyip gündüz herkes işinde gücündeyken çok daha sakin bir şekilde
Gezi Parkı direnişinde en çok konuşulan ve yükselen marka Divan oldu. Şimdiye kadar nostaljik bir imajı olan otel, bu süreçte zamanın ruhunu en iyi yakalayanlardan biri olduğunu gösterebildi
Divan Oteli, Gezi Parkı eyleminde kapılarını göstericilere açtı.
Gezi Parkı sürecinde markalar arasında da kazananlar ve kaybedenler oldu. Orantısız şiddet karşısında duyarsız kalanlar kolay kolay affedilmeyeceğe benziyor. Orantısız şiddete karşı duyarlı olanlar ise kolay kolay unutulmayacak. Bunların içinde
en öne çıkan hiç süphesiz Elmadağ’daki Divan. Biber gazından etkilenenlere kapılarını açan, hatta yaralılara revir hizmeti veren Divan’ın artık Gezi gençlerinin kalbinde de ayrı bir yeri var. Şimdiye kadar Divan ne kadar nostaljik görünse de bu süreçte zamanın ruhunu en iyi yakalayanlardan olduğunu gösterdi. İşte o yüzden bu hafta konumuz Divan.
Ben kendimi bildim bileli Divan vardı. Çocukluğumda özellikle ayrı bir yeri vardı. Yaz kış her yerde dondurma yokken, kışın envai çeşit dondurma yenilebilecek tek yerin Divan olduğunu bilirdim. Çikolatalı dondurması da çikolata soslu vanilyalı dondurması da nefisti. Dondurmasının yanı sıra rokokosu da, çikolata kaplı lokumu da,
Gezi Parkı sürecinde hepimiz jetlag olduk. Gündüzler sakin, geceler sabaha kadar süren görüşmelerin sonucunu beklemekle geçiyor. Tam “Artık çözüldü” dediğimizde yine bir şey çıkıyor
Yayında mıyız? Öyleyse başlayalım. Bu tarihlerde size yaz geceleri için önerilerde bulunacaktım. Hiç gerek kalmadı. Haziran geceleri Gezi Parkı’nda geçiyor. Sadece gençler değil, artık anneler de parkta. Direniş zirve yapmış durumda.
Geceyarısından sonraya dikkat!
Gece 22.00’den sonra alkol satışının bile yasaklandığı ülkemde anne-babalara “Yavrularınızı eve çağırın” diyen Sayın Vali, geceyarısı gençlere Dolmabahçe Kule Çay Bahçesi’nde randevu veriyor. Tam 17 gün sonra ne istediklerini dinlemek için. Sofralar kuruluyor ama herkesin gözünden uyku akıyor. Zaten artık her Türk gencinin cebinde Vali’nin telefonu kayıtlı. Olsun, sabah 05.00’e kadar görüşmeler devam ediyor.
Aynı anda Ankara’da da sabaha kadar sanatçılarla görüşmeler var. Ceyda Düvenci ve Sertab Erener’in yüzleri kağıt gibi olmuş. Belli ki gözlerini kapamamak için zor duruyorlar. Bazıları elleriyle çenelerine destek oluyor, yoksa kafaları düşecek.
İki hafta boyunca Gezi Parkı direnişçilerinde ne molotof kokteyli vardı, ne başka bir silah. Yere kibrit bile atmayan direnişçilerle, telsizli molotoflu provokatörlerin aynı kişiler olabileceğine kim inanır?
Dile kolay 15 gün, siz bu yazıyı okuduğunuzda 16. gün olacak. Gezi’yle ilgili kritik görüşmelerin yapılacağı gün, bugün. Biliyorsunuz, önceki gece alkol yasa tasarısı onaylandı. Aslında bugünkü konumuz alkol düzenlemesi olacaktı, kısmet değilmiş. Sabah 07.30’da Taksim’i savaş alanına döndüren çatışmalarla ve ısrarla “Gezi’ye müdahale yok” açıklamalarıyla güne başladık. 15 gün boyunca ortada ne molotof kokteyli vardı, ne başka bir silah.
‘Gezi Parkı’na müdahale yok’
15 günün sonunda polise malum oldu, sabah 07.30’da molotof kokteylleriyle, taşlarla saldırılacağı ve işte o yüzden polis hazırlıklıydı. Günlerce Taksim’den görüntü vermeyen haber kanalları da canlı yayında provokatörlerin polisle çatışmasını kesintisiz yayınladı. Taksim birbirine girdi. Metro tabii ki ulaşıma kapalıydı. Televizyonlarda altyazıdaysa “Gezi Parkı’na müdahale yok” geçiyordu. Hatta İstanbul Valisi de Twitter’dan bunu sık sık tekrarladı. Gezi Parkı’na uygun bir zamanda gidebileceğini, bunun
“Aylardır eylemlere prova yapıyorlar” diye bir tiyatro oyununu ve yönetmen/oyuncusunu suçlamak nasıl bir komplo teorisidir?
Borsa hepimizin hislerine tercüman oldu, teknik arıza nedeniyle bir süre kapanarak. Uykusuzluktan kimsenin çalışacak hali kalmadı. Sadece Gezi Parkı’nda direnenler değil, Gezi Parkı için direnenleri ‘gerici’ bulanlar bile uykusuz. Çünkü ilk defa ülkede böyle bir şey oluyor. Tam olarak ne olduğunu anlamak için Gezi Parkı’na gidip görmek gerekiyor. Uzaktan gazel okumakla olmuyor.
Pazar günü Gezi Parkı’nda iğne atsanız yere düşmeyecek durumdaydı. Taksim Meydanı’ndaki miting de çok kalabalıktı. Ama buna rağmen herkes bibirine son derece saygılıydı. Kimse kendisini ya da bir örgütü ön plana çıkarmıyordu. Zaten kendisini ön plana çıkarmak isteyenleri bastıran, kendi kendine işleyen farklı bir mekanizması var Gezi direnişinin.
Hedef gösterdiler
Sanki günlerdir bunları anlatmıyoruz, bunları konuşmuyoruz gibi, dün sabah eylemlerin organize olduğunu yazdı Yeni Şafak, Memet Ali Alabora’yı hedef göstererek. Alabora’yı, yönettiği ve oynadığı ‘Mi Minor’ oyunuyla, aylarca eylemlerin provasını yapmakla suçladılar. ‘Mi Minör’ün konusu demokrasi. Çağa ayak
Son günlerde yaşananlar karşısında karamsarlığa kapılıyorsanız, Gezi Parkı’ndaki panayır havasını görmek ilaç gibi geliyor. Gezi direnişini Taksim Platformu değil, parktaki halktan dinlemek lazım
Televizyonlardaki konuşmaları izledikçe, Gazi Mahallesi ve İstanbul dışındaki şehirlerde savaş alanına dönmüş meydanları gördükçe, kayıp ve yaralı haberlerini dinledikçe, Twitter’daki tweetleri okudukça ister istemez moraliniz bozuluyor. Karamsarlığa kapılıyorsunuz. Buna ilaç gibi gelecek tek bir yol var, o da bir an önce Gezi Parkı’na gitmek.
Parka gidince içiniz açılıyor. Şenlik havasına anında giriyorsunuz. Buradaki gençleri dinledikçe aslında istediklerinin hiçbir siyasi boyutunun olmadığını anlıyorsunuz.
Gazetelerin hafta sonu ekleri Gezi Parkı’nda çadırlarda yatan gençleri dinledi. Milliyet Pazar’ın gelenekselleşen ‘Sofrada Baş Başa’sı bile Gezi Parkı’nda yapıldı. Sosyolog Prof. Nilüfer Narlı 19-22 yaşlarındaki üç gençle Gezi Parkı’nda piknik yaptı.
Taksim Platformu yeterli mi?
Gezi Parkı direnişi başladığından beri sosyal hayatımız değişti. Milli sporumuz Taksim’e yürüyüş oldu. Artık yeme-içme mekanlarında ya da AVM’lerde değil, Gezi Parkı’nda bir araya geliniyor
Son günlerde hayatımızda program yapma derdi yok. Nereye gidilecek, nerede buluşulacak sorularına gerek kalmıyor artık. Hayatımızın merkezinde Gezi Parkı var. Gündüz okul ya da iş, akşam direniş. Şimdi bakalım günlük hayatımızda neler değişti?
Daha az uykuyla ayakta durmaya alıştık. Geceleri ya Gezi Parkı’nda ya Halk TV karşısında ya da mahallede tencere, tava senfonisiyle geçirdik. Çoğumuzun Twitter yüzünden telefonlar eline yapıştı. Sabahı zor ettik, her sabah güzel bir haberle uyanmak umuduyla. Beklenilen haberler gelmedikçe programlar da değişti. Çok önceden planlanan
her şey ya ertelendi ya iptal edildi.