İki yıl önce Londra’da Hyde Park’ın tam ortasındaki Serpentine gölünde aynı adı taşıyan sanat galerisinin desteğiyle dev bir eser vardı: ‘The London Mastaba’.
Tam 7 bin 506 petrol varilinden oluşan, 20 metre yüksekliğinde, 30 metreye 40 metrelik tabanlı bir piramit olan heykelin ağırlığı yaklaşık 650 tondu.
Instagram’da sık sık fotoğrafları paylaşılan bu büyük eser Haziran 2020’de 84 yaşında New York’ta hayatını kaybeden Christo’ya aitti.
Üretimlerini eşi Jeanne-Claude ile birlikte yapan ve genellikle ünlü yapılar üzerinde yaptığı enstalasyonlar ile tanınan Christo Vladimir Javacheff, Berlin’deki Reichstag ile Paris’teki Pont-Neuf köprüsü üzerinde de çalışmıştı.
15. Contemporary Istanbul’un dijital versiyonu dün itibariyle genel izlemeye açıldı.
Hem de ücretsiz olarak.
Akbank ana sponsorluğundaki Virtual Contemporary Istanbul’a 11 ülkeden 37 galeri ve 550 sanatçı, 1500 eser ve 13 inisiyatif katılıyor.
Dijital fuar 17 gün boyunca virtual.contemporaryistanbul.com adresinde gezilebilecek.
Çevrimiçi fuarı 350 bin kişinin ziyaret etmesi bekleniyor. Bu platform yıl boyunca açık kalacak ve çeşitli etkinlikler ve sergilere ev sahipliği yapacak. Bu da demek oluyor ki içerik sürekli yenilenecek. Bir yıl içerisinde hedef, bir milyon kişiye ulaşmak.
Fuarda sergilenen işleri almak isteyenler galeri temsilcileri ve sanatçılarla online iletişim kurabilecek, eserler hakkında ayrıntılı bilgi edinebilecek.
Ayrıca, 8 yıldır Contemporary Istanbul’un önemli bir parçası olan Plugin’de de platform üzerinden yeni medya ve dijital sanat eserlerini görmek mümkün olacak.
Elbette, çevrimiçi fuarlar fiziki fuarların yerini tutmuyor. Bir de sevindirici haber verelim, Contemporary Istanbul’un fiziki edisyon tarihleri de belli oldu: 27 Nisan-2 Mayıs.
İstanbul, New York ve Londra’da ofisleri bulunan Emre Arolat’ın Rizzoli Electa yayınevi tarafından tüm dünyada yayımlanan “Global and Local/New Projects/EAA Emre Arolat Architecture” başlıklı yeni kitabı, Türkiye, İngiltere, Portekiz ve ABD’den tam 32 projesini anlatıyor
Son zamanlarda beni en çok etkileyen kitap Rizzoli Electa yayınevi tarafından tüm dünyada yayımlanan, Emre Arolat’ın projelerinin anlatıldığı “Global and Local/New Projects/EAA-Emre Arolat Architecture”. Philip Jodidio ve Suha Özkan’ın imzasını taşıyan kitabı Emre Arolat nazik bir notla paylaşmış: “Emre Arolat Architects: Context and Plurality isimli kitap, Rizzoli Yayınevi tarafından 2013 yılının son günlerinde basılmıştı ve öznesi Türkiyeli bir mimarlık bürosu olan ilk monografi idi. İlk baskısını gördüğümde çok heyecanlanmıştım. Şimdi tam yedi yıl sonra, yine Rizzoli Electa tarafından yayımlanan ikinci kitabı aynı heyecanla paylaşmak istedim. İçinden geçtiğimiz zor günlerde bir nebze ışık olmasını dilerim.”
İstanbul, New York ve Londra’da ofisleri bulunan Emre Arolat’ın yeni kitabı Türkiye, İngiltere, Portekiz ve ABD’den tam 32 projesini anlatıyor: Bol ödüllü Sancaklar Camisi, The Museum Hotel Antakya ve İstanbul Resim Heykel Müzesi de kitapta yer alan projelerden.
Mimarın çizim ve planlarına çarpıcı fotoğraflar da eşlik ediyor.
Değer verilmezse
Geçen yıl Londra’da Royal Institute of British Architects’de (RIBA), RIBA ve VitrA iş birliğiyle izlemiştim, üç yıl önce Yale Üniversitesi’ne konuk profesör olan Emre Arolat’ın konuşmasını:
“Bir müşteriyle toplantı yaptım, ‘Hangi projelerimi beğenip benimle çalışmak istediniz, hangi projelerimi beğenmediniz?’ diye sordum.”
Önceki akşam tüm dünya ile aynı anda TRT 2’de canlı yayınlanan Beethoven 250’nci Yıl Dönümü Konseri’ne kilitlendik.
Şef Daniel Barenboim yönetimindeki Doğu-Batı Divanı Orkestrası’nın Beethoven 250’nci Yıl Dönümü Konseri, Beethoven’ın doğduğu şehir Bonn’da gerçekleşti ve tüm dünyada yayınlandı. Konser müthişti, ama daha da etkileyici olan orkestrada Çağdaş Eğitim Vakfı’nın (ÇEV) gururlarından keman sanatçısı Kerem Tuncer’in yer almasıydı.
ÇEV’in ‘Genç Yetenekler’i
İstanbul’da çağdaş yaşamla, kültür-sanatla, eğitimle ilgili herkes, mütevelli heyeti üyesi olmaktan onur duyduğum ÇEV’in ‘Genç Yetenekler’ konserlerini yakından takip ediyor.
ÇEV Genç Yetenekler Projesi, Berrin Yoleri öncülüğünde tam 11 yıldır büyük emeklerle hayata geçiriliyor.
2009’da Aya İrini’de Ebru Ceylan’ın objektifinden ‘Kutup Yıldızı’ sergisi ve mini konserle temeli atılan bu harika proje, 11 yılda büyük yol katetti.
Başta, Berrin Yoleri ve ÇEV Sanat Kurulu üyeleri değerli sanatçılar Fazıl Say, Cihat Aşkın, Bülent Evcil ve İbrahim Yazıcı olmak üzere birçok kişinin büyük emeği var bu projede.
Mimariye merak-lıların ilgisini çekecek ücretsiz bir webinar var bugün.
Asia Scotland Institute’un düzenlediği webinarın konusu da ilginç, çağdaş mimaride optimizm etkisi konuşulacak.
İpek Yolu’ndan tarihi örnekler de karşılaştırılacak.
Konuklardan biri, gurur duyduğumuz Kıbrıslı Türk mimar Saffet Kaya Bekiroğlu.
Saffet Kaya, Londra, Lefkoşa ve İstanbul’da çalışmalarına devam ediyor.
İTÜ Mimarlık Bölümü’nde eğitim gördükten sonra yüksek lisansını ABD’de UCLA’de (Kaliforniya Üniversitesi, Los Angeles) tamamladı.
Greg Lynn, Frank Gehry ve Zaha Hadid gibi çok değerli mimarların büyük projelerine imza attı, daha sonra kendi ofisini kurdu.
Hatırlayacaksınız, bir süre önce Saffet Kaya Bekiroğlu’nun katıldığı Los Angeles kültür-sanat hayatının kalbi olan sanat müzesi LACMA’nın (Los Angeles County Museum of Art) değişimine karşı düzenlenen “LACMA not LackMA” yarışmasının sonuçları açıklandı.
Hiç tartışmasız Refik Anadol müthiş bir sanatçı.
Los Angeles’a yıllar önce, daha yeni gittiği zamanlarda sanatın teknolojiyle sınavını şöyle özetlemişti: “Aslında sanat icra edebilmenin pek çok yöntemi arasında, teknoloji hala kaygan bir zeminde yer alıyor. Sonuçta kullanılan aygıtlar ve sistemler günümüzde milyonlarca kişi tarafından ulaşılabilir bir durumda. Bu noktada önemli olan, ister istemez neyi nasıl kullandığınızdan çok, sanatçı olarak söyleminiz ve hayal ettiğiniz gerçekliği nasıl anlatmaya çalıştığınız önem kazanmakta. Ben, olabildiğince, tekniğin cazibesinden çok, yaratacağı sonuç ve onun algılanması üzerine odaklanmayı hedefliyorum.”
19 Aralık’ta Melbourne’da National Gallery Of Victoria’nın yaz sergisinde ‘Quantum Memories’ adlı eseri sergilenecek olan Refik Anadol’un işlerine baktığımızda hedefini çoktan başarmış olduğunu görüyoruz.
Işık festivalinden neden çekildi?
Refik Anadol, Contemporary Istanbul ve İBB iş birliğiyle düzenlenen Istanbul The Lights Festivali’nden son anda çekildi.
Bunu da hem kendi sosyal medya hesaplarında hem de Sanatatak’a yaptığı açıklamayla duyurdu.
“İçinde bulunduğumuz dönemde sanatın birleştirici gücüne ya da genel olarak bizi insanın ve insanlığın hedeflerini düşünmeye itecek anlatılara çok ihtiyacımız var. Fakat ne yazık ki bu ay Seul’de düzenlenmesi planlanan ve genel direktörlüğünü üstlendiğim benzer bir ışık festivali, Milano, Dubai, Los Angeles’ta üzerinde çalıştığım pek çok kamusal sanat eserinin gösterimi pandemi koşulları sebebiyle iptal edildi. İstanbul’daki ışık festivali de gece deneyimlenebilecek bir etkinlik. Oysa yeni alınan pandemi tedbirleri gereği İstanbulluların gece dışarı çıkamadığı bir dönemde bu çalışmanın hakkaniyetle izleyiciye ulaşamayacağı açık. Hal böyleyken, İstanbulluların geceleri dışarı çıkamadığı ve sosyal mesafeyi korumanın her zamankinden daha elzem olduğu günlerde yalnızca karanlıkta deneyimlenebilen bir ışık festivali düzenlemeyi maddi ve manevi kaynakları zamansız, yersiz kullanmak bağlamında etik bulmuyorum” dedi.
Ardından da ekledi: “Öte yandan, festivalin almış olduğu küratöryel kararları medya sanatları alanının öncülerinden biri olarak başlattığım sanat pratiğimle ters düşmesi dolayısıyla sorguladım. Medya sanatları özellikle de yapay zekâ ve veri odaklı eserler aylar ve bazen yıllar süren disiplinler arası araştırma, kurgulama, izin alma, veri toplama, analiz ve üretim süreçleri sonucunda ortaya çıkıyor. Örneğin 2011’de Alper Derinboğaz ile yaptığımız, günlerce İstiklal Caddesi’nin seslerini kaydedip Yapı Kredi Kültür Sanat’ın dış cephesine yansıttığımız veri heykeli ‘Augmented Structures’, 2017’de Google Sanatçılar ve Makine Zekâsı iş birliğiyle yaparak ve SALT arşivlerini kullanarak yaklaşık bir yıl içinde oluşturduğumuz ‘Arşiv Rüyası’, yine 2017’de ANAMED ile birlikte 25 yıldır sürdürülen Çatalhöyük araştırmalarının arkeolojik verilerini baz alarak kurguladığımız yapay zekâ veri heykelleri... İstanbul verileriyle İstanbul için tasarladığımız bu eserler hem sonuçları hem de süreçleri bakımından dünyada yankı uyandıran medya sanatları işleri arasında yer aldı. Özellikle İstanbul gibi bir kentte her proje şu dönemde çok önemli ve değerli. Ancak böyle bir festivalde sanatçıların daha özenle ve özgünlükleri göz önüne alınarak seçilmeleri gerektiğini düşünüyorum. Katılımcı sanatçıların bize eksik ve de geç söylenmesini de hem etik hem de profesyonellik bağlamında doğru bulmuyorum. Tüm bu şartlar altında etkinlikten çekilmem kaçınılmaz oldu. Umuyorum ki verdiğim bu karar sanat dünyasının her kesiminden gelecek benzer yapıcı eleştirilerin önünü açar ve İstanbul kamusal sanat sahnesinde olumlu değişimlere ön ayak olur.”
Londra’da Victoria&Albert Müzesi’nde bu hafta “Bags: Inside Out” başlıklı yeni bir sergi açıldı. Sergide moda tarihinin ikonik çantaları yer alıyor. Aralarında Türkiye’den genç bir marka Manu Atelier dikkatleri çekiyor
Müzeler çoktan kabul etti, moda da artık sanat sayılıyor. Eskiden moda dergilerine gardıroplar açılırdı, şimdi ise sanat ve tasarım müzeleri. Moda, müzeler için de önemli bir gelir kaynağı. Bkz. Amerikan Vogue’un efsane editörü Anna Wintour’un New York’ta Metropolitan Sanat Müzesi’nde düzenlediği Costume Institute Gala’da bir gecede 9 milyon dolar toplanıyor. “10 yıl önce modanın sanat müzelerine girmesi konuşulmazdı bile” diyor Metropolitan’ın küratörlerinden Harold Koda. Hatta 11 yıl önce Metropolitan’da Chanel sponsorluğunda Chanel sergisi açıldığında müze çok ağır eleştiriler almıştı. Oysa şimdi herkes çoktan alıştı. Tabii unutmamak lazım, müzeler moda ve kostüm sergileri sayesinde daha çok kişiye ulaşıyor. Hatta sırf bu yüzden modaevleri bile kendi müzelerini açıyor.
Çantaların tarihi
Londra’nın önemli müzesi Victoria&Albert’ın en çok ziyaret edilen sergilerinin başında “Alexander Mcqueen: Savage Beauty” sergisi geliyordu. Bu hafta ise pandemi nedeniyle geçici bir süre kapanmak zorunda kalan Victoria&Albert Müzesi’nde yeni bir sergi açıldı: “Bags: Inside Out.” Sergi, çantaların tarihini, 1990’larda ‘it bag’ kavramının doğuşunu ve günümüzde etkisini kaybedişini, artık tasarımların fotojenik olması gerektiğinin öne çıktığını anlatıyor. Çantaları hem statü sembolü hem de özel eşyayı koruyan tasarımlar olarak değerlendiren sergide; Grace Kelly’nin adını alan Hermes Kelly çantasından, Jane Birkin’in Hermes yöneticisine hayalindeki seyahat çantasını anlatmasıyla doğan Hermes Birkin çantasına, Fendi’nin ikonik baguette çantasından, Lady Diana’nın adını alan Dior Lady çantasına kadar moda tarihine damgasını vurmuş birçok çanta var.
İki kız kardeşin uluslararası başarısı
Arşivinde 16. yüzyıldan günümüze tam 2 bin adet çanta olan Victoria&Albert Müzesi’ndeki sergide bu ikonik çantaların yanında asıl dikkatimi çeken Türkiye’den bir marka oluyor: Manu Atelier. Serginin küratörü Dr. Lucia Savi, Manu Atelier çantalarını müzenin kalıcı koleksiyonu için satın almış. Manu Atelier’in hikâyesi de ilginç: İki kız kardeş Merve ve Beste Manastır, babaları Adnan Manastır’dan ve Beyoğlu’daki atölyesinden ilham alarak 2014 yılında kuruyor markayı. Her bir Manu Atelier çantasının modelini çıkaran babaları, 1961’den beri el yapımı deri çanta zanaatkârı. Çantaların her biri elde boyanıyor ve kadın zanaatkârlar tarafından dikiliyor.
Manu, Latincede el yapımı anlamına geliyor. Merve ve Beste Manastır, markalarının ismiyle de zanaat ve yaratıcılığa olan bağlılıklarına vurgu yapıyor: “Markamızın tasarım vizyonunu, gelenekselin sıcaklığını ve kalitesini koruyarak, modernliğin ve farklılığın güzelliğini ortaya çıkarmak olarak tanımlayabiliriz.”
Pandemiden en çok etkilenen sektörlerin başında hiç süphesiz yeme-içme-eğlence geliyor. İngiltere’de şimdi ‘Seat at the table’ başlıklı yeni bir kampanya başlattılar.
Yeme-içme sektörü 5 milyon kişiye istihdam sağlıyor ve ekonomiye 130 milyar sterlin’lik katkıda bulunuyor diye de ekliyorlar.
Bu nedenle İngiliz hükümetinden yeme-içme sektörünün sorunlarını daha iyi duyurabilmek için yeme-içme ve otel sektörü için ayrı bir bakanlık yaratılmasını talep ediyorlar. Şimdi Tom Kerridge’den Angela Hartnett’e kadar Londra’nın önde gelen şefleri ve tabii restoran ve otelcileri bu kampanya için imza topluyor. 100 bin imzaya ulaşılırsa, bu konu meclis gündeminde tartışılacak.
1 milyon dolar bağışlayan şef
Aynı günlerde ABD’de TV programları ve kitaplarıyla da tanınan popüler şef, Momofuku restoranlarının kurucusu David Chang, Jimmy Kimmel’ın sunduğu ‘Kim Milyoner Olmak İster?’ yarışmasına katılıyor.
Katılmakla da kalmıyor, 1 milyon dolar’lık ödülü kazanan ilk ünlü oluyor.
Peki ama nasıl?