20’nci yüzyıla damgasını vuran bir lider de olsanız, bütün dünyaya meydan okumuş da olsanız fark etmiyor işte. Yaşlılık zor, Alzheimer daha da zor.
“Çok uzun ve sıkıcı” dediler ‘Demir Leydi’ filmi için. En kötüsüne baştan hazırlıklıydım.
“Depresif, sürekli hastalıktan bahsediyor, sahneler bitmek bilmiyor” dediler. Dinlemedim. Kendim görmek istedim. Çıkışta filmi tek kelimeyle size özetleyebilirim, “Acımasız.”
Nereden nereye?
‘Demir Leydi’ gerçekten çok acımasız bir film. Oysa ‘Demir Leydi’ sıfatının sahibi Margaret Thatcher, daha çocukken babasının bakkalında çalışmaya başlayan, senelerce azimle çalışan, Oxford mezunu bir hukukçu. Siyasete atılıyor, önce muhalefet sonra iktidar oluyor. İngiltere’nin ilk kadın başbakanı. Böyle güçlü bir kadını, hafıza kaybı yaşayan, halüsinasyonlar gören, ölen kocasıyla sürekli konuşan, alzheimer hastası yalnız bir kadına indirgiyorlar. Oysa Thatcher dünyaya meydan okumuş, boşuna ‘Demir Leydi’ sıfatını almamış. Lider olabilmek için saçından konuşmasına her konuda kendini eğitimden geçirmiş. Rusya’ya kafa tutmasıyla 20’nci yüzyıla damgasını vurmuş. Tam 11 yıl İngiltere Başbakanı olarak görev yapmış. İlk defa hayattayken bronzdan heykeli
Emek Sineması için yapılan protesto yürüyüşünde İstiklal Caddesi savaş alanına döndü. Peki ama değecek mi bu yaşananlara?
Pazar günü İstiklal Caddesi’nde yaşananları görenler savaş çıktı zannetmiş olabilir. Panzerler, şiddetli su sıkmalar, gaz bombaları derken büyük bir arbede atlatıldı. Sırılsıklam olanlar da biber gazından etkilenenler de oldu. Bu kalabalığın arasında Film Festivali’nin
konuğu olarak İstanbul’da
bulunan usta yönetmenler Costa-Gavras, Mike
Newell, Marco Becchis’le Jan Ole Gerster de vardı. Yerli-yabancı sinemaseverler mağazalara sığınmak istediler, mağaza çalışanlarıysa mağazalara zarar gelmemesi için kapılarını kapadı, bazı yeme-içme mekânları protestoculara su bile vermeyi reddetti. Kimse protestocular ve polisin arasında kalmak istemedi. Daha da fenası protestoculardan gözaltına alınanlar da oldu. Boşuna İKSV, “İstanbul’un kültürel hafızasına sahip çıkmaktan başka düşüncesi olmayan sinema severlere yapılanları kınıyoruz” diye açıklama yapmadı. Boşuna Atilla Dorsay sözlerin, yazıların bir değeri kalmadığını söyleyerek köşesine veda etmedi.
Evet Emek, İstanbul’un simgelerinden biriydi. Keşke bu protestolara gerek kalmadan korunabilseydi. Şimdi içeri
Enerjinizi yükseltmek istediğiniz zaman gidebileceğiniz en iyi yer Kapalıçarşı. Çarşıda bol kahveli küçük bir geziye çıkıyoruz
Doğum günü sabahımda oturmuş yazı yazıyorum. Her telefon çalışında sevinerek açıyorum. Sonu hüsran, gelen cazip tekliflerde aklım kalarak “Yazı var, sonra konuşuruz” deyip konuşmaları kısa kesiyorum. Astrolog Susan Miller’a göre bu hafta sonu benim gibi Koç’lar için yılın en güzel hafta sonu olacaktı. Hastalıklar ardı ardına geldi, bu hafta nasıl geçti onu bile anlamadım. Astrolojiye de Susan Miller’a da olan inancım bir kez daha sarsıldı. Olsun. Böyle bir şeyler ters gittiği zaman, biraz enerji yükseltmek istediğinizde bana göre gidilebilecek en güzel yer, Kapalıçarşı. İşte o yüzden cumartesi bütün gün Kapalıçarşı’daydım. Susan Miller’ın dediği kadar günü güzel geçirmeye kararlıydım.
Tahtakale geçilmez
Trafiğe girmemek için Mısır Çarşısı’ndan başlıyoruz, Tahtakale’ye varınca, elimde değil, her dükkanın içine girmek istiyorum. Bir altın görünümlü plastik bilezikler çıkmış, uzaktan bakınca altın olmadığını anlamanız mümkün değil. Tanesi
3 lira, biraz pazarlıkla 2 liraya da iniyor. Üstelik birçok farklı modeli de var. Tahtakale’de boncuklar,
Geleneksel sanatçıların işlerinin tanıtılacağı yeni bir sanat fuarımız var artık. “All Arts İstanbul”, 18-21 Nisan’da İstanbul Kongre Merkezi’nde. Öncesinde Ali Güreli ve Öner Kocabeyoğlu ile konuştuk
Nişantaşı’nın en güzel apartmanlarından biri Ralli Apartmanı.
Tarihi binanın asansöründen inince karşımda dev bir çelik kasa kapısı buluyorum. Bir Nişantaşı sakini olarak şaşkınım, burada böyle bir sanat galerisi olduğunu nasıl bilmiyorum diye. Bir yanda Seçkin Pirim’in heykelleri bir yanda Yaşam Şaşmazer’in insanları... Bir duvar ise tamamen Paris ekolüne ayrılmış. Modern Türk sanatçıların eserleri yan yana dizilmiş. Selim Turan’dan Mübin Orhon’a birçok imza göze çarpıyor.
“İstanbul’un hakkını başkalarına bırakmamalıyız”
Müdavimler bilir, Nişantaşı’nın en iyi yemekleri Şemsa Denizsel’in Kantin’indedir. Şimdi Kantin lezzetleri Nişantaşı’ndan sonra Bebek’e de geldi
Nişantaşı kadar kafelerle restoranlarla dolu bir semtte iyi yemek yiyebilecek kaç yer var? Utanarak söylüyorum, çok çok az. Kafelerde fiyatlar almış başını gitmiş durumda, restoranlardan aşağı kalır yanları yok ama ne yediğiniz lezzetli, ne de servis özenli. Bu durum kaçınılmazdı, yıllar içinde çok açılan, kapanan mekân gördük. Ama bazen de hiç olmadık mekânların tamamen lokasyon nedeniyle nasıl iş yaptığına da şahit olduk.
Böyle bir ortamda 13 yıl hiç değişmeden ayakta kalabilmek büyük başarı. Üstelik bunu akşam servisi vermeden sadece öğle yemekleri ve akşamüstü çay saatleriyle yapabilmek daha da önemli bir başarı. Sözü nereye getirdiğimi müdavimleri çoktan anladı, Şemsa Denizsel’in Kantin’inden bahsediyorum.
Dergiciydi, şef oldu
Kantin, 2000’de açıldı, benim tam dergiciliğe başladığım yıldı. Şemsa Denizsel’se dergiciliği bırakıp çalışanlar için adı gibi kantin olacak bir öğle yemeği yeri açmıştı. O zamanlar öyle herkesin hayali kafe açmak değildi. Zaten bu kadar çok kafe de yoktu.
Emek’siz başlayan İstanbul Film Festivali’ni bu yıl Beyoğlu’nda değil, Nişantaşı’nda takip ediyorum. İzlediğim ilk film: ‘Yasak Aşk’
Film Festivali’ni bu yıl ‘Yasak Aşk’ filmiyle açtım. Beyoğlu’nda değil, Nişantaşı City’s’de Citylife sinemalarında. Evet, festivalin ruhundan tamamen kopuk bir ortamda. Bir alışveriş merkezinin tepesinde, Mahalle’nin bir üst katında.
Mahalle’ye ve sinemaya doğrudan çıkan asansörde, City’s’e ilk defa gelen bir festival kitlesi vardı. Konu ister istemez yine Emek’ti. Tabii Beyoğlu’ndaki diğer sinemalar da aldı nasibini.
City’s’in sinemaları aslında önemli bir şey yapıyor, festivali iki salonla destekleyerek. Çoğu sinemanın, hatta artık Fitaş’ın bile yapmadığını yapıyorlar. Gerçi zaten Fitaş’ın rahatsız salonlarında son zamanlarda film izlemek de çok zorlaşmıştı. Bu arada festival gişesinde City’s’in alışık olmadığı bir kuyruk uzadıkça uzuyor. Gelenler birbirleriyle selamlaşıyor. Festivalin kemik kitlesi pek değişmiyor. Neyse ki bu tanıdık yüzler biraz da olsun festival ruhunu yaşamanızı sağlıyor. Film başladıktan sonra salona izleyici alınmıyor.
Naomi Watts ve Robin Wright’ın yasak aşkları
Bu yıl festivalde izlediğim ilk film, ‘Two
Patricia Arquette’e bile Twitter’da ‘Emek Bizim’ dedirtmiş bir sinema izleyicisi var İstanbul’da. Bu hafta film festivalinin de etkisiyle filmlerden gidiyoruz. Konumuz: Anthony Hopkins, Helen Mirren ve Scarlet Johansson’ın başrollerini paylaştığı ‘Hitchcock’
Son zamanlarda izlediğim ikinci Alfred Hitchcock filmi, Sacha Gervasi’nin yönettiği ‘Hitchcock’. Anthony Hopkins, Hitchcok, Helen Mirren, karısı Alma Reville ve Scarlet Johansson, ‘Psycho’nun yıldızı Janet Leigh rollerinde.
‘Psycho’ filmini yapmak için usta yönetmenin nasıl hem şöhretini hem de evini tehlikeye attığını izliyoruz. Filmi stüdyonun finansal olarak desteklememesi sonucunda Hitchcockların kendi kendine finanse etmelerinin öyküsü. Yönetmenin zorlukları ve karısı Alma Reville’le olan ilişkisi üzerine film.
Alma Reville, Hitchcock’u hem motive ediyor hem de yeri geldiğinde acımasız sayılacak kadar dürüstçe eleştiriyor. Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözünün canlı örneği Alma Reville. Hitchcock’u Hitchcock yapıyor. Onlarınki bir evlilikten çok, film tutkusu üzerine bir ortaklık gibi. ‘Hitchcock’un sarışınları’ diye bilinen sarışın yıldızlarına olan zaafının Alma Reville de
Film Festivali’yle birlikte gündeme gelen iki sorun: Emek ve +24 yaş sınırı. Heyecanla beklediğim iki koleksiyon: Dice Kayek’ten aksesuar ve Hakan Yıldırım’dan günlük giysiler
“Baharın gelişi Film Festivali’yle anlaşılır” dedi İKSV Genel Müdürü Görgün Taner. Haklı, festivalin açılış gününde bahar, ertesi gün de bildiğimiz yaz geldi. Hava değişimi çarpmasından hala bir türlü kurtulamayan biri olarak festival açılışını kanepeye gömülerek CNNTürk’ten izledim.
Emek unutulmaz
Çok kalabalık olması, balkonlarda bile tek bir boş koltuk kalmaması, hatta ayakta kalanların bile olması güzeldi. Diyeceksiniz, davetli olarak gittiğiniz bir yerde ayakta kalmanın nesi güzel? Festivale bu kadar yoğun talep olması önemli. Talep arttıkça festival de her geçen yıl daha iyi oluyor. Zaten daha törenin başlangıcında yerinde oturanlar da ayağa fırladı, Emek için yapılan protestolarla.
Memet Ali Alabora çok iyi bir sunucu, Emek için söyledikleri de çok anlamlıydı. Alabora gibi hepimiz Emek’i bir kültür merkezi olarak görmek isterdik ama istemek yetmedi işte. “Yıkmadık, üst kata taşıyoruz” diyerek Emek’i yaşatmanın mümkün olmadığını da hepimiz biliyoruz ama buna rağmen yine de onaylandı