BiZDEKi PARTiLER KESiNLiKLE DAHA iYi

18 Haziran 2011




‘Richard Branson’ın evinde Wimbledon partisine gidiyoruz.’ Her şey böyle başladı. Sağır duymaz uydurur şeklinde ilerledi. Çok geçmeden partinin Branson’ın sahibi olduğu Kensington Gardens’da yapılacağı ortaya çıktı.
Kensington Gardens ilginç bir yer, bir binanın çatısı gerçekten bahçeye çevrilmiş. Güzel bir havada müthiş olabilir ama tabii Londra’da yılda kaç kere güzel hava olacak?
Şakır şakır yağmur bastırmadan önce mor halıda yürürken acı haber geliyor, Richard Branson Miami’de. Her sene Pre-Wimbledon partiye ev sahipliği yapan işadamı bu sefer görevini kızı Holly’ye devretmiş ve Virgin’in ABD’ye girişinin yıldönümünü kutlamak üzere Miami’ye uçmuş. Parti belli ki sönük geçecek. Düşünsenize ev sahibi bile yok.
Biz istediğimiz kadar İstanbul konseptli diyelim. Zaten bunun da bir rivayet olup olmadığı hâlâ anlaşılamadı. Bir tek açıkbüfede Türk yemekleri vardı, ama onlara da aramızdan ulaşan olmadı.

Yazının Devamı

Altın Kelebek notları

15 Haziran 2011



En iyi kırmızı halı anı: Ödül törenlerinin en eğlenceli bölümü her zaman kırmızı halıdır. Bu yıl kırmızı halıda favorim Melis Alphan ve Cengiz Semercioğlu’nun röportajlarıydı. Melis Alphan’ın Alişan’ın kıyafetine bakıp “Ben yüzüne söyleyemiyorum, köşemde yazarım” demesi çok iyiydi.
Gecenin sunucuları: Beyaz ve Ayşe Arman’dı. Beyaz kadar profesyonel birinin yanında Ayşe Arman’dan da nedense o kadar profesyonel bir sunuculuk beklendi. Herkes “Ayşe Arman konuşamıyor, çok tutuk, sadece duruyor” diye eleştirdi. Yok, “İsmin değil, titrin önüne ‘sayın’ diyor.” Yok, “Hakan Yıldırım imzalı deniz kızı elbisesiyle yan durmaktan beli tutulacak” diye bir sürü açıdan yerden yere vuruldu. Oysa Ayşe Arman’ın yaptığı büyük cesaret istiyor. Böyle bir organizasyonda canlı yayında saatlerce sunuculuk yapmak, bu işi ilk defa yapan biri için tabii ki kolay değil. Üstelik nasıl kitabını okuduğumuz bir romanın filmini daha az beğenirsek yazılarını beğendiğiniz birinin konuşması da daha kolay hayal kırıklığı yaratabilir. İyi yazar olmak iyi konuşmacı olmayı gerektirmez. Üstelik Ayşe Arman yaptığı işin hakkını da verdi. Keşke bir de en sonda Meryem Uzerli’nin adını ödülden önce

Yazının Devamı

FOMO bağımlısı oldum

13 Haziran 2011



Çağımızın yeni hastalığı: FOMO (Fear of missing out). Türkçe’si sürekli bir şeyleri kaçırmaktan, geride kalmaktan korkmak. Bu da ne demek oluyor? Her şeyi takip etmek için kendinizi oradan oraya atıyorsunuz. Sürekli yeni bir şeyler görmek, merak ettiğiniz ortamlara girmek ve ilginç bulduğunuz kişilerle tanışmak için bir göçebe hayatı yaşıyorsunuz.
Vücut zaman zaman ‘bir dur’ sinyali veriyor, çoğu zaman ciddi almıyorsunuz, bazen de bir yerde yorgunluktan küt diye düşüp bayılabiliyorsunuz.
Yine de pes etmek yok. Bazen aynı tarihte iki alakasız yerde birden olmak istiyorsunuz, bazen seçenekler daha da çok oluyor. Duramıyorsunuz, çünkü FOMO sizi nereye giderseniz gidin takip ediyor. İşte ben bu aralar ciddi bir FOMO bağımlılığı yaşıyorum, durmak istesem de duramıyorum. Bir yandan Blackberry elime yapışmış durumda, bir yandan da görmek istediğim yerleri geziyorum. Bugün programda İstanbul’da kaçırmamanız gereken sergiler var.

Yazının Devamı

Park Bravo’dan TOG’a destek

11 Haziran 2011

Neyse ki iyi şeyler de oluyor. Park Bravo ve TOG’un ‘Okulum Geleceğim’ projesi insana umut veriyor




Bir yerli giyim markası çıksa da bir sosyal sorumluluk projesine katkıda bulunsa demiştim. Başka bir şey isteseymişim olacakmış.
Nine West, Kenneth Cole, La Senza gibi markaları da Türkiye’ye getiren Park Bravo Group, Toplum Gönüllüleri Vakfı’yla bir ilke imza atıyor.

Yazının Devamı

NEW YORK’TAN İSTANBUL’A TRANSFER

8 Haziran 2011


Hepimizin hayali, her şeyi bırakıp bir kafe açmak. Alain de Botton bile bunu söylüyor, “Başkalarını mutlu etmeyi hedefleyen servis sektöründeki herkes mutlu olacağına inanıyor” diyor. Peki ama başka bir işiniz varken birden bire bir Japon restoranı açmaya karar verir misiniz?
İstanbul’un en yeni Japon restoranı, Ioki’deyim. İstinye’de, Enka Okulları’nın yokuşunda. Yeri merkezi ama böyle bir yerde böyle bir mekan beklemiyorsunuz doğrusu. İçeri girince kendinizi New York’ta havalı bir restoranda gibi hissediyorsunuz. Suşi barı da, 10 kişilik özel odası da var. Kendinizi New York’ta hissetmenizin en önemli nedenlerinden biri de şef Keizo Oki.

Tecrübe konuşuyor
“Yurt dışından ünlü şef geldi” dediklerinde korkarım, genelde kim olduğu belirsiz birileri gelir ve sırf yabancı oldukları için yaptıkları beğenilmese de kimse “Kötü” demeye cesaret edemez. Burada durum farklı. Yediğim her şey gerçekten lezzetliydi. Özellikle suşiler ve levrek carpaccio nefisti. Mekana ismini de veren şef Keizo Oki yılların tecrübesini konuşturuyor.
Ioki’nin kurucularından Doğan Sevil, Oki’yle New York’ta Türklerin çok sevdiği ama Türkiye’de Çırağan’da açıldığında yüksek fiyatları nedeniyle

Yazının Devamı

Ortaköy’ün yıllardır beklediği otel

6 Haziran 2011

İstanbul’un bana göre en güzel yerinde yeni bir butik otel açıldı. The House Hotel Bosphorus, Ortaköy’de Balyan ailesinin yaptığı Simon Kalfa ve Fescizade binalarında. Oteli açılışından önce sizin için gezdim

Ortaköy’deki Balyan binaları senelerdir otel olmayı bekliyor. Balyan ailesi Dolmabahçe Sarayı’nın mimarları. Önce Aksel Goldenberg ve Jeremie Trigano, Philippe Starck ile birlikte burada bir otel projesi üzerinde çalışmıştı. Sonra gerekli izinler alınamadığı için proje rafa kaldırıldı. Bir ara binanın mülk sahibi Rıfat Edin bir otel açmayı istedi, o da olmadı. Şimdi bu hafta itibariyle Baylan binasında yeni bir otel açıldı, The House Hotel Bosphorus. Oteli daha açılmadan önce gezme şansım oldu.
Adından da anlaşıldığı gibi The House Cafe grubunun kardeş şirketi olan The House Hotellerin en yenisi. Galatasaray ve Nişantaşı’nda sonra üçüncü otel. The House Hoteller, The House Cafeciler ve İrlandalı fon Kerten Private Equity’ye ait.
Bizde bir adet var, meyve veren ağaç taşlanıyor. The House grubunun ortakları Canan Özdemir, Ferit Baltacıoğlu ve Ramazan Üren de şehrin dört bir yanında hatta Ankara’dan Antalya’ya birçok yerde karşımıza The House Cafelerle çıkınca

Yazının Devamı

18 YIL SONRA SADE

4 Haziran 2011


Londra O2 Arena’daki Sade konserinden Nişantaşı sakinlerinin isyanına geçiyoruz. Nişantaşı’nda oturmak bile bile lades mi?



Sade bir efsane. Tam 18 yıl sonra ilk defa sahneye çıktı. Londra’da O2 Arena’da. BKM, Sade’yi İstanbul’a getirmek istiyor. Sade uçak korkusu nedeniyle başta çekimser kalıyor. Tabii bir de 18 yıllık aranın etkisi var. Bunu fırsat bilip BKM’nin her şeyi Selma Semiz önderliğinde bir grup “O bize gelmiyorsa, önce biz ona gideriz, ikna ederiz” diye yola çıkıyor. Ve işte Garanti Ödeme Sistemleri Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı Elvan Bilge’nin ev sahipliğinde O2 Arena’da Garanti American Express Card locasındayız. Burası stadyumlardaki localar gibi. Açıkbüfe yemek, bar her şey var. Konserin başlamasını kanepelerde yayılarak bekliyoruz. Önce bir reggae grubu çıkıyor.
Sade sahneye çıkınca hepimiz soluksuz kalıyoruz. 52 yaşında, ama hepimizden daha fit. İki saat boyunca hiç ara vermeden şarkı söylüyor, dans ediyor ve bir an bile sesi gitmiyor. Sanki o 18 senelik ara hiç verilmemiş gibi. Bu arada konser öncesi kaç tane Sade şarkısı biliyorsun deseler, sayamazdım ama konserde anlıyorum ki Sade’nin bildiğim çok şarkısı var. Ayrıca gözünüzde çok

Yazının Devamı

Monaco Grand Prix 2

1 Haziran 2011

Büyük yarış gününe Vodafone Avrupa CEO’su Michel Combes ile başlıyoruz. “4 yıldır McLaren takımına sponsoruz, anlaşmayı yeniledik, 3 yıl daha sponsoruz” diyor. Dünyanın en iyi bilinen 10 markası arasında yer almalarında Formula 1 sponsorluğunun önemini anlatıyor. Şirket olarak Türkiye’den memnun olup olmadıklarını soruyoruz, Türkiye’de ekonominin ne kadar iyi gittiğinden başlıyor, Vodafone Türkiye’de yüzde 30 büyüme olduğunu anlatıyor. Arkasından da ekliyor, “20 yıldır bu işi yapıyorum, böyle bir büyüme oranı ilk defa görüyorum.”
Bizden memnun olmayan yabancı yok zaten. Ekonomiden magazine, sonra da spora geçelim.
Kim Kardashian’dan Richard Branson’a
Combes ile konuşurken arka fonda elinde dev bir turuncu Birkin’le Kim Kardashian beliriyor. Billionaire Club’ın da sahibi olan Flavio Briatore de biraz ileride. Bu arada yarışı Prenses Beatrice’den Richard Branson’a birçok ünlü isim izliyor. Bir rivayete göre Brad Pitt ve George Clooney de izleyiciler arasında ama onları görmüyoruz, paddock’ta Daniel Craig’le avunuyoruz.

Bol aksiyonlu yarış
Yarışı izlemek kolay değil. Arabalar vızır vızır geçiyor, izlerken bile başınız dönüyor. Tabii gürültü de cabası. Kulaklıklar

Yazının Devamı