Londra’da sadece Prens William ve Kate Middleton’ın 29 Nisan’da yapılacak kraliyet düğünü konuşuluyor sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. İşte şehirden son gelişmeler...
Bir Avrupa şehrine gittiğinizde Türklerin gezme rotası önceden bellidir. Aynı restoranlara gitmekten, aynı yerlerde gezmekten zevk alırız. Oysa her şehirde herkesin çok da keşfetmediği birçok bölge var. Londra’nın doğusu da turist olarak gelen Türklerin çok gitmediği ama mutlaka gidilmesi görülmesi gereken bir bölge.
Shoreditch, şehrin Soho’su gibi. Sanat galerileri, kafeler, butikler, şehir merkezinde görmeyeceğiniz, izlemeye doyama- yacağınız daha farklı tarzlar...
Önce Pizza East’e gidiyorum, Levent Büyükuğur’un tavsiyesiyle. Pizza East, Soho House otellerinin de sahibi olan grubun pizzacısı.
Soho House’u ‘Sex and the City’ izleyenler hatırlar. Samantha New York’taki Soho House’a üye olmak ister, kabul edilmez. Sonra bir üyenin tuvalette unuttuğu kartıyla kızları Soho House’un havuzuna götürür. Tam keyif yaparlarken Samantha’nın asıl kart sahibi olmadığı anlaşılır ve havuzdan kovulurlar.
* YGS’de ‘sehven’ şifre krizinden sonra şimdi de tarihler birbirine girdi. Ne sınav iptal ediliyor, ne ÖSYM yetkilileri istifa ediyor. Olan sadece öğrencilere ve ailelerine oluyor. Protesto yürüyüşleri bakalım bir sonuç verecek mi?
* Bir oyuncu ve seyirci arasında gerginlik yaşanıyor. Olay “Devlet Tiyatroları kapanmalı mı?”ya kadar geliyor. Sonra da “Kapatmak değil değiştirmekten bahsediyorduk” deniliyor.
* Biz hâlâ yeni açılan AVM’lere ve alışveriş festivallerine kapılmış giderken bir New York Times muhabiri gelip Kapalıçarşı’nın sorunları hakkında yazı yazıyor. “Onarıma gelindiğinde bu şehir içindeki şehirde kimse yetkili değil. Yağmurda çatıdan akan sular bir nehir gibi kolonlardan süzülüyor” diyor. Haksız mı? Tabii ki değil.
* Hepimi-zin sinirini bozan reklam filmi: 118 33. Yıl 2011. Gerçekten bu reklamı ve tiplemeyi komik bulan var mı?
* Bir trafik polisi oyuncuyla tartışırken “Artiz misin?” deyip itebiliyor. Üstelik karşısındaki insan kalp krizi geçirirken, ambulans çağrılması gerekirken arabayı çekmeye devam edebiliyor. Çünkü bir yandan görevini yapıyor, bir yandan egosunu tatmin ediyor. Nelere neden olabileceğini hiç ama hiç düşünemiyor.
PHOTOSHOP MESELESi
Bu sefer Londra’ya giderken aklımda ilk Tom’s Kitchen vardı. Malum İstanbul Doors Group tam üç hafta önce Tom Aikens’ın restoran grubuna ortak oldu. Bunu duyduğumdan beri restoranlardan birine gidip alıcı gözüyle bakmak istiyorum.
Levent Büyükuğur’un tavsiyesiyle Somerset House’daki Tom’s Kitchen’ı tercih ediyorum. Somerset House başlı başına bir şey zaten. Oraya gidip de beğenmeme ihtimaliniz çok düşük. Londra Moda Haftası boyunca Somerset House’da defileler de yapılıyor.
Buradaki Tom’s Kitchen’ın girişinde Tom’s Deli var. Restoran da şarküteri de dolu. Zaten Londra’da iş yapmayan restoran olmuyor sanırım. Her restoran tıklım tıklım, rezervasyonsuz yemek yeme şansınız pek yok.
Yemekler basit ama lezzetli
Tom’s Kitchen’ın iyi bir hissi var. Öyle etkileyici bir dekor yok. Her şey son derece basit, yemekler bile. Basit ama lezzetli. Son zamanların en aranan özelliği bu. Artık kimse sofistike yemekler istemiyor.
Pancar salatasıyla başlıyoruz. Sonra trüflü, peynirli fırında makarna ve klasik bir İngiliz yemeği olan ‘fish and chips’den deniyoruz. Tatlılardan profiterolde gözümüz kalıyor. Ama yemeklerde ne varsa çok doyurucu. O yüzden tatlıyı pas geçiyoruz.
Geçen hafta Londra’da Conde Nast Traveller dergisinin ‘The Hot List 2011’i açıklandı. Listeye giren otellerin şerefine W Otel’de düzenlenen partiye katıldım. Dünyanın en iyi 65 yeni otelinin içinde İstanbul’dan iki otel var
Seyahate meraklı olanlar bilir, Conde Nast Traveller kutsal kitap gibidir. Ne diyorsa inanılır, ne tavsiye ediyorsa gözü kapalı yapılır. Çünkü derginin prensibi bellidir, davetleri kabul etmezler ve bütün yazılar gidilip görülüp objektif yazılır. O yüzden yılda bir defa seçilen Conde Nast Traveller Hot List’e girmek öyle kolay değildir. Çok ince elenip sık dokunur.
2011 listesine Türkiye’den iki yeni otel girdi. Biri yenilenmiş haliyle yılların Pera Palas’ı. Onu anlatmaya bile gerek yok, herkes biliyor. Diğeri ise daha çok yeni bir zincirin son halkası, The House Hotel Nişantaşı.
The House Grubu’nun kurucu ortaklarından Canan Özdemir ve The House otellerinin pazarlama direktörü Antony Doucet de Hot List partisine katıldı. Conde Nast’cılardan özellikle otelin tasarımıyla ilgili övgüler aldılar. Hatta otelin tasarımını yapan Autoban Mimarlık’ın ortağı Seyhan Özdemir’in Canan Özdemir’in ablası olduğunu duyunca daha da şaşırdılar.
Sadece kafe
Sotheby’s’de yapılan Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi heyecanlı geçti. Müzayede deyip geçmeyin, içeride yaşananlar sanatla hiç ilgisi olmayanları bile tavlayacak kadar ilginç
Perşembe sabahı saat 10.30. Londra’da New Bond Street’teki Sotheby’s’deyim. Çağdaş Türk Sanatı Müzayedesi için. Büyük müzayedeler akşam yapılıyor, daha az katılım olanlar için sabah saatleri tercih ediliyor.
İçeri girince kendimi Londra’dan çok İstanbul’da gibi hissediyorum. Şaşırıyor muyum? Hayır. Türk koleksiyonerler Türkiye’de alabilecekleri eserleri de yurt dışındaki müzayedelerde alarak koleksiyonlarının değerini artırma peşinde. Ama tabii aralarında ‘Türkiye’de daha ucuza alırım’ diyenler de var.
Önüm arkam sağım solum Türk. Mustafa Taviloğlu, Özcan Tahincioğlu, Leyla Alaton gibi koleksiyonerler de, Murat Pilevneli, Aslı Sümer ve Sevil Binat gibi galeri sahipleri de müzayedeyi salonda izliyor. Ama beni asıl heyecanlandıran müzayedeye telefonla katılanlar. Bir Sotheby’s aracılığıyla katılanlar var, ki o ayrı bir bölüm, bir de katılımcılar arasında oturup koleksiyonerlere telefonla bağlananlar var. İki yanımda da birer aracı oturuyor. Böylece onlardan birkaç taktik kapıyorum. Ne kadar
Valencia izlenimlerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kısa bir gezi için size kaçırmamanız gerekenlerin listesini yaptım
Plaza de la ReIna: Eski şehirde dolaşmaya Kraliçe Meydanı’ndan başlayın ve katedrali mutlaka gezin.
Central Market: UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde yer alan La Lonja’nın hemen karşısında. Burası meyve-sebze-balık pazarı. Sokaklarda gezmeye ara vermek istediğinizde tezgahların arasında dolaşabilirsiniz.
Las Arenas Plajı: Uçsuz bucaksız gibi duruyor. Dünyanın en iyi şehir plajlarından biri. Deniz ve güneşin tadını çıkarmak için doğru adres.
VertIcal: Confortel Aqua otelin tepesinde, Michelin yıldızlı bir restoran. Bütün Valencia’ya tepeden bakıyor. Tam karşıda mimar Santiago Calatrava’nın eserleri var.
Calatrava’nın Sanat ve Bilim Şehri: Bu kompleks şehre sonradan değer katmış. Beş bölümden oluşuyor. Göz şeklinde yapılmış L’Hemisferic, Prens Felipe’ye ithaf edilmiş bilim müzesi, dev bir akvaryum olan L’Oceanografic, Kraliçe Sofia Sanat Sarayı ve heykellerle süslü bahçe L’Umbracle.
THY’nin İstanbul-Valencia uçuşuyla 3.5 saatte yaza kavuştum. İşte Valencia’da gezip gördüklerim...
Doğrudan uçuş var mı? Tatil planı yaparken en önemli sorulardan biri budur. Hatta bazen sadece doğrudan uçuş olduğu için dönüp dolaşıp yine aynı şehirlere gidilir. Sırf aktarmayla zaman kaybedilmesin, yorgunluk olmasın diye. THY doğrudan uçuşlara sürekli bir yenisini daha ekliyor. Şimdi İstanbul- Valencia uçuşunun açılışındayım. İlk defa bir uçuş açılışına gidiyorum. Kırmızı halılar seriliyor uçaktan inerken, kurdeleler kesiliyor. Kısa bir toplantı yapılıyor. İspanyol basınının Türkiye’ye ve THY’ye ilgisi görülmeye değer. Bunda eminim Valencia’da oynayan Mehmet Topal’ın da etkisi vardır.
Uçuş 3.5 saat sürüyor. Hava 25 derece. Birden yaza gelmiş gibi oluyorum. Deniz kenarında Las Arenas diye bir otelde kalıyoruz. Önümüz tamamen plaj. Hatta Lonely Planet tarafından dünyanın en iyi şehir plajlarından seçilmiş. Burada kumdan kaleler yaparak stres atan çok. Hatta kumdan Hindu tapınağı yapan bile var. Nasıl bir emek anlatamam. İşin ilginci çocuklar da dahil kimse bozmuyor bu eserleri.
Valencia biraz İzmir’i hatırlatıyor. Sahilde yürüyüşten sonra America’s Cup’ın
Vakıfların düzenlediği yemekler beni korkutur. Hayır işi için bir araya gelinir aslında. Ortada önemli bir amaç vardır. Ama etrafınıza dönüp baktığınızda saatlerce saç ve makyaj yaptırıp, giyinip kuşanıp iki kare fotoğraf çektirmek, magazin sayfalarında biraz daha yer almak için çırpınan kadınları da görürsünüz. Böyle durumlarda, “Olsun, yine de her türlü destek gereklidir” deyip kendinizi avutursunuz.
Yukarıdaki tablodan tamamen farklı, görüntüyle değil yapılan işle ilgili bir vakıf var, Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG). Başında İbrahim Betil var. Yönetimde canla başla çalışan Hülya Eltemur’la da tanışma şansım oldu. Peki ama tam olarak ne yapıyorlar? Gönüllü gençleri toplayıp sosyal sorumluluk projelerini hayata geçiriyorlar. Bunların sürdürülebilir projeler olmasına dikkat ediyorlar. Geçen yıl toplum gönüllüsü gençler tam 235 bin 349 kişiye hizmet vermiş. Küçümsenemeyecek bir rakam.
Kadınlara büyük destek
İbrahim Betil’den projelerini heyecanla dinledim. Amaç, ‘Fatmagüllerin hikayesi mutlu bitsin diye’ genç kadınların eğitimine destek olmak. Hepimiz üçüncü sayfa haberlerini mümkün olduğu kadar çabuk geçiyoruz, görmemeye çalışıyoruz. Oysa inkar