Uzun bir yazdan sonra şehre döndük. Şimdi televizyon dizileriyle, yeni açılan mekanlarla ve sonbahar etkinlikleriyle kucaklaşmanın zamanı
Esra Dermancıoğlu ve Fırat Çelik: ‘Fatmagül’ün suçu ne?’de tecavüz sahnesinden daha çok konuşulan iki isim var. Biri Esra Dermancıoğlu. Bir şeyi gerçekten çok istersen yaparsının canlı örneği. Oyunculuğa geç başladı ama Mukaddes karakteriyle daha ilk bölümden dizinin büyük keşfi oldu.
Fırat Çelik ise geçen yıl ‘Kış Masalı’ndaydı. Şimdi Fatmagül’ün nişanlısı Mustafa rolünde. Matthew McConaughey’yi andırıyor. Bu oyunculukla ve fizikle bu yıl daha çok parlayacağı kesin.
Dragons Den: Yarışmanın Türkiye’de başlamasını heyecanla bekliyordum. Bloomberg’de geçen cumartesi başladı. Tekrarları da sık sık dönüyor. Nedir peki bu yarışmayı heyecanlı kılan? Bir projeniz varsa ama yatıracak paranız yoksa bu yarışmaya katılıyorsunuz. Yalçın Ayaydın, Nevzat Aydın, Alphan Manas gibi başarılı işadamları projenize yatırım yapıp yapmamaya karar veriyor. Yarışmanın sonunda ünlü bir işadamıyla ortak da olabiliyorsunuz. Girişimci ruhlara duyurulur!
DVF: Demsa, Diane Von Furstenberg’in ilk mağazasını Nişantaşı’nda açtı. Yarın mağazada düzenlenecek açılış ve
Ketut Liyer ziyaretinden sonra hızımı alamıyorum. Şimdi sırada Ni Wayan Nuriasih’nin Balinese Traditional Healing Center’ını bulmak var. Wayan 4’üncü kuşak şifacı genç bir kadın. Boşanmış, bir kızı var. Elizabeth Gilbert’ın Wayan ve kızı için yaptırdığı evdeyim. Burası hem ev hem işyeri hem de kafe. İçerisi eski zamanlardan kalma eczanelere benziyor. Her yerde hangi toz, hangi hastalığa iyi gelirle ilgili yazılar asılı. İçerisi tıklım tıklım. Herkes Wayan’ın spesiyalitesi ‘Vitamin lunch’tan yemek için sırada.
Her derde deva
Wayan’ın yanına gidiyorum. O, vücut okumasıyla ünlü. Size sadece bakarak bir check-up yapıyor. Nerenizde ne sorun varsa söylüyor ve sonra da birçok hastalığı tedavi edebiliyor. “Hangi hastalıkları iyileştiriyorsun?” diye soruyorum. “Böyle şeyleri konuşmamız doğru değil, egomu etkiler” diye cevap vermek istemiyor önce. Çok sıkıştırınca kanser konusunda ilerlediğini anlatıyor. Artık ne kadar doğru bilemiyorum. “Wayan’ın iktidarsızlık tedavileri meşhur” diye Elizabeth Gilbert kitapta anlatıyor. Hatta kitapta kocasının çocuğu olmadığı için hamile kalamayan kadınlara genç erkekler ayarlamasıyla ilgili bir bölüm de var. Wayan’a bunu sorunca, “Yok artık, o kadar da
Ketut şakır şakır İngilizce konuşuyor. Hatta eşanlamlı kelimeleri kullanmaya da bayılıyor. Hani birini anlamazsan öbürünü anla diye. Bali’de olup da ‘Eat Pray Love’daki şifacı Ketut Liyer’in ve yazar Elizabeth Gilbert’in ev aldığı 4’üncü kuşak şifacı Wayan’la tanışmamak olmazdı. Ketut’un evinden bildiriyorum
Bali’de bir adama aşık oldum. Evindeyim. Bu bahçede hiç sıkılmadan yaşayabilirim. Bir yanda ağaçlar, kuşlar, köpekler, bir yanda ailenin özel tapınağı... Ayakkabılarımı çıkarmış, bağdaş kurmuş onun huzuruna çıkmayı bekliyorum. Tam bir saat başkalarıyla konuşmasını dinliyorum. Herkese benzer şeyler söylüyor, saçma ama yine de etkileyici. Heyecanlıyım.
96 yaşında, tek dişi kalmış bir adam, ama ağzı inanılmaz güzel laf yapıyor. Star Wars’daki Yoda’ya benziyor, Elizabeth Gilbert da öyle düşünüyor. ‘Eat Pray Love’ı okuyanlar kimden bahsettiğimi hemen anladı. (Kitabı okumadıysanız sizi önce aşağıdaki kutuya alalım.) Gilbert’ı söyledikleriyle etkileyen ve Bali’ye geri gelip burada dört ay geçirmesini sağlayan yaşlı şifacı Ketut Liyer’in karşısındayım.
‘Eat Pray Love’ı Bali’de okumanın faydası kitaptaki karakterlerle tanışma fırsatımın olması. Aslında Ubud’a ilk
Dünyanın öbür ucunda Bali’deyim. Tam da ‘Eat Pray Love’ furyası sırasında. Buyrunuz hikayenin esas yeri Bali’den son izlenimler...
Havaalanına iner inmez şaşkınlık içindeyim. Bu muymuş koca Bali’nin havaalanı? Nasıl eski, nasıl derme çatma inanamazsınız. Bodrum’un eski Imsık Havalimanı bile bunun yanında iyi kalabilir.
Havaalanından çıktıktan sonra adayla ilgili ilk izlenim önemli. 1- Yeşilin hiç bilmediğiniz tonları bile burada var. 2- Çok temiz. Hiçbir yerde çöp görmüyorsunuz. Gerçi sokaklarda Hindu inançlarına göre tanrılara bırakılan yemekler var. Onlara alışana kadar yerlerde çöp varmış gibi hissediyorsunuz. Sonra bu da geçiyor. Bali’ye ada deyip geçmeyin, 3,5 milyon nüfusu var. İşin ilginç yanı Endonezya’nın büyük çoğunluğu Müslüman, Bali’nin ise Hindu. O yüzden adada Çin ve Hindistan etkisi daha çok.
2002’de ve 2005’teki büyük bomba facialarından sonra birçok ülke Bali’yi çok tehlikeli ilan etmiş. Turist sayısı hızla düşmüş. Şimdi neyse ki ‘Eat Pray Love’ sayesinde, arayışta olan, kendini ya da aşkı bulmak isteyen herkes Bali’ye uçmuş. Bali’de iyileştirici, tedavi edici özellikleriyle tanınan alternatif tıp ve meditasyon uzmanları var. Bir de tabii ‘Eat Pray
Bangkok’a bayram erken geldi demiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sıra geldi Uzakdoğu’nun Kıvanç Tatlıtuğ’unu açıklamaya...
Ortadoğu’da Kıvanç Tatlıtuğ neyse Uzakdoğu’da da öyle yıldızı parlayan bir Türk var demiştim. O, Uzakdoğu’da birçok önemli reklam kampanyasının yüzü ve defilelerin aranan adamı.
Bir bakıyorsunuz, Garnier reklamında Bar Refaeli’yle birlikte karşınıza çıkıyor, bir bakıyorsunuz Roberto Cavalli defilesinde podyumda boy gösteriyor. Bütün dünyada yayınlanan Korean Air ve LG reklamlarında da o var. Burada tele-vizyonlarda ve sinemalarda sık sık bu reklamlar dönüyor.
Sinema demişken Tayland’la ilgili minik bir bilgi verelim, sinemalarda filmden önce ayağa kalkıp milli marş söyleniyor. Neyse konuyu dağıtma- yalım, daha fazla merakta bırakmayalım.
Uzakdoğu’da yıldızı parlayan Türk’ün adını artık açıklayalım: Can Nergis. Burada adını doğru telaffuz etsinler diye Jan diye yazıyor. Kendisi Madonna’nın sevgilisi Jesus Luz’a benziyor. Çok yakışıklı. Nereye gitseniz insanlar ondan gözlerini alamıyor. Bir o kadar da alçakgönüllü.
Nişantaşı’nda büyüdü
Dünyanın en mutlu insanları kesinlikle Taylandlılar. Yüzleri sürekli gülüyor, kavga ederken bile. Onlar ne içiyorsa ben de ondan istiyorum!
Bayram tatiline başladım. Tatilin sonu referanduma denk gelince, dünyanın öbür ucundan da olsa dönüp oy vermek gerektiğine inandığım için çareyi tatili öne çekmekte buldum. Şimdi Bangkok’tayım. İstanbul’un nemi yetmedi, bir de buranınkiyle boğuşuyorum.
Tayland, kendimi en mutlu ve huzurlu hissettiğim ülke. Çünkü burada herkes gülüyor, kavga ederken bile! İşin garibi yapmacık da değiller, içlerinden böyle geliyor. Taylandlının arabasına çarpsanız, suç yüzde 100 sizde olsa bile güleryüzle “Merhaba” diyor. Buraya her geldiğimde, “Ne içiyorlarsa ben de ondan istiyorum” diyorum. Taylandılar böyle diye, Bangkok’ta stres yok sanmayın. Trafik feci. Ama yine de insanların sinirleri alınmış gibi. Bunda esneme hareketleriyle yapılan Thai masajlarının da payı var sanırım. Her köşe başında bedava sayılacak fiyatlara masaj yaptırabiliyorsunuz.
Bize de lazım: Skytrain
Trafiğe alternatif de var: Skytrain. Türkçesi ‘havada giden metro’. Onun sayesinde hem etrafı seyrederek hem de en hızlı şekilde gideceğiniz yere varıyorsunuz. Skytrain İstanbul’a
Geçen haftadan sonra bir süre modayla ilgili hiçbir şey görmek ya da duymak istemiyorum. Sadece ben değilim, bu ruh halinde olan, moda haftasına katılan herkes aynı hisler içinde. Yine de moda haftasının daha önceki organizasyonlara göre çok daha başarılı geçtiğini söylemeden geçmeyelim.
Bizdeki en büyük sıkıntı herkesin kendisini fazla önemsemesinden kaynaklanıyor. Elinde davetiye ya da VIP kartı olan herkes canı ne zaman isterse defilelere girebileceğini zannediyor. Kendinde bu hakkı görüyor. Hatta defile başladıktan sonra bile içeri girmek için kıyamet koparıyor.
Halbuki defile dediğin şey zaten 15 dakikada bitiyor. Başladıktan sonra girmenin de bir anlamı kalmıyor. Geç kalınca geç kaldığını kabul edip çekilmek gerekiyor ki bu bizde hiç olmayacak bir şey gibi.
Balıketi görünüm geri döndü
Defilelerden sonra aklımızda en çok kalan şey podyumdaki balıketli mankenler oldu. Başta eleştirdik ama sonra hoşumuza da gitti. Atıl Kutoğlu defilesi için podyuma çıkan Alexandra Richards (kendisi Keith Richards ve Patti Hansen’in kızı oluyor) için Avusturya gazetesi Kurier “Sonunda balıketi görünüm podyumlara geri döndü” diye başlık atmış. Alexandra’nın ‘love handle’larına bakınca insanın
Bırakın artık Anna Kournikova’nın eteğini. İstanbul Fashion Week’te daha konuşulacak çok şey var
Ahmet Hakan “Fashion Week ilgi alanıma girer mi?” diye sormuş twitter’da. Fashion Week ile ilgilenmeyecek kimseyi tanımıyorum. Baksanıza bakanlarımız bile neredeyse tam kadro ‘Fashion Week’i izliyor, tam da referandum öncesi. Bazıları “Turizm açısından önemli bir fırsat” diye bakıyor, bazıları olayın ekonomik boyutuyla ilgileniyor. Bazıları tasarımları inceliyor, bazıları ise sadece mankenleri..
İstanbul bu anı bekliyormuş!
Sırf bu kadar farklı insanı bir arada görmek için bile moda haftası izlenebilir. Evet, biz çok kasılıyoruz. Yabancılar yaratıcılıkta sınır tanımamak için kendilerini zorluyor. Yine de İTÜ Taşkışla’da mutlaka görülmesi gereken bir ortam var. İstanbul sanki yıllardır bu anı bekliyormuş gibi.
İTÜ Taşkışla çok iyi bir yer seçimi. Her şeyden önce merkezi, ulaşımı kolay. Bina da avlu da müthiş. Avlu püfür püfür esiyor. Katılım sanki giderek daha da çok artıyor. Artık daha çok yabancı basın ve bloggerlar geliyor. Biz hala Anna Kournikova’nın mini eteğini konuşuyoruz, ama moda dünyası için çok daha önemli isimler moda haftamızı takip ediyor. Hatta bazı