İZMİR İzmir olalı sanırım böyle eziyet görmedi!
Üçyol - Üçkuyular hattındaki metro inşaatı ve Gazi Bulvarı’ndaki Büyük Kanal Projesi nedeniyle yapılan kazı çalışmaları yüzünden dün sabahtan itibaren İzmir trafiği adeta felç oldu.
Sabah saatlerinde Üçkuyular İskelesi’nden itibaren santim santim ilerleyen trafik kent merkezine geldikçe arttı.
Allah’tan okullar tatil...
Bir de okul servisleri olsaydı, adım bile atılmazdı.
Bu arada her zaman sabahın erken saatlerinden itibaren Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nda her kavşakta duran trafik polislerinin sadece Karataş ve Konak’taki kavşakta bulunması ise dikkat çekiciydi.
Vatandaştan ‘Sekiz ay sabır’ isteyen kent yöneticileri, eskort kullanmadan bu trafiğe bir girsinler de görelim bakalım...
YILAN hikeyesine dönen İzmir Metrosu’nda en zor dönemece girildi.
Özellikle, Üçyol-Üçkuyular arasındaki istasyonların inşaatı nedeniyle Hatay bölgesinde yaşayanları sıkıntılı günler bekliyor.
Çünkü...
Dün gece yarısından itibaren, İnönü Caddesi’nin büyük bölümü taşıt tarafiğine kapatıldı.
Güzergahlarda önemli değişiklikler yapıldı.
Doğrusu Hatay bölgesinde yaşayanlara Allah peygamber sabrı versin.
Nitekim Başkan Kocaoğlu da çalışmalarda artık son aşamaya gelindiğini söylüyor ve “Tünelin sonunda ışık varsa, 8 ay buna katlanacağız. Yüzdük yüzdük, kuyruğuna geldik. Bu projeyi tamamlayarak halkın hizmetine sunacağız” diyor.
29 Mart 2009 yerel seçimlerinden hemen bir hafta sonra bu sütunlarda “CHP, geçmişten ders alacak mı?” başlığı altında kaleme aldığım yazıda SHP’nin 1989’da kazandığı yerel seçim zaferinden sonra bazı belediyelerde patlak veren yolsuzluk olaylarının sosyal demokratların çöküşünü hızlandırdığına dikkat çekmiş ve yazımın sonunu şu tümcelerle bitirmiştim:
“...
Gelelim bugüne ve yarınlara...
Bugün başta aralarında İzmir’in Büyükşehir ve 28 ilçesi başta olmak üzere Ege’deki CHP’li 164 belediye başkanının, önümüzdeki beş yılda çok iyi performans göstermesi gerekiyor.
CHP’li başkaların göstereceği performans, üyesi oldukları partinin merkezi yönetimde iktidara gelmesinin önünü açacaktır.
Çünkü...
Merkezi iktidara giden yol, genel politikaların yanı sıra yerel yönetimlerde gösterilen başarıdan geçer...
AKP İzmir İl Başkanı Ömür Kabak ve İl Başkan Yardımcısı Sefa Bingöl, hafta içinde gazeteye geldi.
Ömür Bey, geçen hafta bu sütunlarda yer alan “Talkım verip, salkım yutanlar” başlıklı yazıma itirazı olduğunu söyledi.
İl yönetiminde kendisi dahil, kimsenin kartvizitini “Hamili kart yakınımdır” diyerek kullanmadığını savunan Kabak şunları söyledi:
“Keşke kartvizitimizi kullanabilsek de işsiz insanların yüzünü güldürsek. Ama, biliyorsunuz memur alımları KPSS’yle yapılıyor. Parti binasına her gün onlarca insan iş için geliyor. Yüzlerce, binlerce iş talebi var. İşsizlik çok büyük sorun, çözmeye çalışıyoruz. Ne mi yapıyoruz? Şimdilik partiye iş için gelenlerin taleplerini alıyoruz, ayrıca İŞ- KUR’a başvurması gerektiğini söylüyoruz. Sonra da özel sektörde elemana ihtiyacı olan partili işadamı, sanayiciye yönlen-diriyoruz. Ayrıca tayin, terfi ve atamalarda hiçbir şekilde müdahalemiz olmuyor. Bu konularda parti içinde de çok eleştiriliyoruz. Hattâ, sırf bu yüzden İl Genel Meclisi üyelerinin çoğunu karşıma aldım.”
İzmir’de parti örgütü olarak hiçbir bürokrata baskı yapmadıklarını, tayin ve atamasını gerçekleştirmediklerini de iddia eden Kabak, geçtiğimiz günlerde Kemalpaşa
2002 ve 2004 genel seçimlerinde ülkenin sadece kıyı kesiminde varlık gösteren ve büyük kentlerde ise çok üst gelir gruplarının oyunu alabilen CHP’nin üst yönetimindeki değişimin rüzgarı esmeye devam ediyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun toplumun alt gelir gruplarına ve emekçilere hitap eden söylemleri, önümüzdeki süreçte CHP’nin sadece üst gelir grupları, yani “Tuzu kuruların partisi” değil, geçmişte Turgut Özal’ın siyaset literatürüne soktuğu “Ortadirek”in de umudu haline gelecek gibi görünüyor.
Nitekim, Kılıçdaroğlu’nun kurultayda işçi, memur, emekli ve esnaf kesimine yönelik yaptığı “halkçılık” eksenli konuşmasının, bu toplum katmanlarında “bu adam beni düşünüyor” şeklinde yüksek sesli tartışmaların kahramanı olmaya başladığına tanık oluyoruz.
Yaşanan son kriz nedeniyle iyice ezilen, yoksullaşan kesimler, yeni bir umut arayışı içindeler.
Düne kadar Baykal nedeniyle CHP’ye mesafeli olanların, “Artık CHP’de birileri beni düşünüyor. Geleceğim için bu bir şans olabilir” diye konuşmaya başladığını duyuyoruz.
CHP’nin önümüzdeki dönemde politikasının, daha çok bu kesimlere yönelik olacağını sanırım söylemeye gerek yok.
Özellikle büyük kentlerin varoşlarında oturan alt gelir gruplarına
GEÇEN hafta bu köşede, İzmirli sosyal psikolog ve siyaset sosyolojisi araştırmacısı Ertan Ünver’in bu ayın başında yaptığı son eğilim araştırmasına yer vermiştim.
Cuma günü telefonla arayan sevgili Ertan Ünver, yeni bir çalışma yaptığını belirterek şöyle konuştu:
“Tam 11 saat 40 dakika bilgisayarın başından kalkmadan yeni bir çalışma yaptım. Kılıçdaroğlu’nun genel başkan adaylığı ile seçmenin eğilimini saptadım. Çalışmada işsizlerin, çalışanların, yoksulların, varsılların, üreticilerin, varoştakilerin, kadınların, gençlerin, liberallerin, alevilerin, sunnilerin, Kürtlerin, şehit ailelerinin durumunu analiz ettim. Bu çalışmada Ege, Akdeniz ve Trakya’yı ayrı, Karadeniz ve İç Anadolu’yu ayrı, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni ise ayrı değerlendirdim. Ortaya bugüne kadar sosyal psikolojide eşine az rastlanır bir tablo çıktı. Öyle ki; bu sonuç Anadolu Yarımadası’ndaki Türk seçmeninin nasıl saman alevi gibi bir anda eğilim değiştirdiğinin somut göstergesi oldu. Seçmenin CHP’ye eğiliminin 10 günde yüzde 18.20’den, yüzde 39.8’e çıktığını belirledim.”
Ünver, bu eğilim patlamasının ardında yatan ana nedenin R.Tayyip Erdoğan ve Deniz Baykal’a yönelik “hınç patlaması” olduğunu söylüyor.
CHP’DE bugünlerde Sezen Aksu’nun o ünlü “Geri Dön” şarkısı dillerden düşmüyor...
Özellikle siyasi geleceklerini Baykal’a bağlayanlar imza topluyor, evinin önünde çadır kuruyor.”İnadına Baykal”, “Baykal gitme kal, istersen ceketimi al” diye bağırıyor.
Tamam...
Bir ülkede vatandaşların yasadışı dinlenmesinden, evlerine gizli mikrofonlar, kameralar yerleştirilmesinden, bunların şantaj aracı olarak kullanılmasından devlet sorumludur.
Ana muhalefet partisi liderine yapılan bu komplonun sorumlularını ortaya çıkarmak başta Başbakan olmak üzere İçişleri ve Adalet Bakanı’nın namus borcu olmalıdır.
Aksi takdirde, komplonun bir parçası olmaktan kurtulamazlar.
Gelelim, olayın baş mağduru olan Baykal’a...
İZMİR geçen hafta, Türkiye Bankacılar Birliği yöneticilerine ev sahipliği yaptı.
İzmir iş dünyası ile bankacılar biraraya geldi.
Bankacılar, sektörle ilgili bilgi verdi. İş dünyasının önemli bölümü krizde zor günler geçirmesine karşın, kazançlarına kazanç katan bankaların yöneticileri, (Nitekim Kurumlar Vergisi rekortmenleri listesinde ilk 12’nin 9’u özel ve kamu bankaları) özellile banka komisyon ve masrafları konusunda hiç taviz vermeyeceklerini, geri adım atmayacaklarını belirterek, “Herkes bankacılık masraf ve komisyonlarına alışmalı” dedi.
Oysa...
Daha bir kaç hafta öncesine kadar bankacılık sektörünü topa tutan sanayici ve işadamları, Türkiye’de global krizin etkileriyle tüm sektörlerin küçüldüğünü, büyüyen tek sektörün ise bankacılık olduğunu ifade etmemiş miydi?
Etti.
Yine aynı sanayici ve işadamları, “Bankalar bizim çanımıza ot tıkıyor. Türk özel sektörünün içinde bulunduğu sıkıntılı durumda bankaların vicdansız ve insafsız davranışlarının payı çok büyük. Hâlâ kredi kartı faizleri yüzde 30’lar civarında, ticari kredi faizleri yüzde 25’ler civarında devam etmektedir. Enflasyonun yüzde 8 olduğu bir ortamda, yüzde 25 faiz çok büyük bir rakam. Yani enflasyonun 3 misli