"Türkiye tezkereyi reddedince 4. Piyade Tümenimiz Iraka giremedi, Saddamın oradaki Sünni birlikleri de bugünkü direnişi örgütledi" dedi.Ne iltifat!Türkiye, haksız bir işgalde komşusunun kanının dökülmesine alet olmadıysa bundan eziklik değil, ancak gurur duyabilir.* * *Nicedir anketlerde Türkiye halkı "ABDden en çok nefret eden milletler listesi"nde ön safta gidiyor.Niye?Türk halkı ezelden beri Amerikan düşmanı mıydı?Hayır!Her darbede parmağı bulunmasına, Maraş katliamından kanlı 1 Mayısa kadar her taşın altından çıkmasına, işkencecilerimizin eğitilmesinden haşhaş ekimine kadar her işimize karışmasına, silah ambargosu, Johnson mektubu gibi unutulmaz anılara imza atmasına rağmen, Türk halkının Sam Amcaya her daim düşman olduğunu söylemek haksızlık olur.Clintonın Türkiye ziyaretini hatırlayın. Eski Başkan, deprem bölgesinde halkın içinde nasıl elini kolunu sallayarak gezinmiş ve nasıl olumlu bir izlenim yaratıp gitmişti.Eski dost, Bush döneminde düşman olduysa bunun nedenini başka yerde aramak lazım:"Kitle imha silahları" yalanında...Bütün insanlığı ama özellikle İslam dünyasını ayağa kaldıran işgal ve işkence görüntülerinde...Türk askerlerinin başına geçirilmiş
İşsizdi.Bir gün tesisat teknikerliği işi buldu."Nerede?" diye sordu."Sibiryada" dediler.Rusyanın en doğusunda, buzlar üzerine kurulmuş Anadirde ihale alan bir Türk firmasında çalışacaktı. Isı -40 dereceydi. Kış 9 ay sürüyor, 3 ay gece olmuyordu.Sivaslıydı Hakan... Bekârdı. 30 yaşındaydı. Para kazanıp bir hayat kurması gerekiyordu. Kabul etti.***Anadirde çalışma koşulları çok ağırdı. Rus işçiler haftada 6 gün, günde 8 saat çalışarak 1000 dolar alırken, Türk işçiler o para için haftada 7 gün, günde 14 saat çalışmak zorundaydı. Ayda sadece 1 gün izin vardı.Yılmadı, çalıştı Hakan... Tekniker olarak işçilerden daha fazla kazanıyor, ayda 1500 dolar biriktirebiliyordu. Ama Sibiryada, soğukta oksijensizlikten ciğerler büyüyor, ciddi sağlık sorunları baş gösteriyordu.2 yılın sonunda Türkiyeye döndü. Sivasta iş kurmak istiyordu. Olmadı. Biriktirdiği paranın bir kısmı hasta olan annesiyle babasının tedavisine gitti. O da İstanbula yerleşmeye karar verdi. Orada bir ev alacak, iş bulacak ve aile kuracaktı.***Lakin biriktirdiği para, İstanbulda ev almaya da yetmedi. İş de yoktu. Yine bir gurbet işi bulabildi Hakan...Afganistandaki Amerikan askeri kampında iş alan bir Türk şirketi eleman
"İzzetli, hürmetli, hakikatli, adamlıklı, şefkatli, hatırlı, gönüllü, asıllı, usullü, akıllı, izanlı, hünerli, marifetli, üsluplu, ayıpsız hatunum, helalim Firdevs Hatun huzuruna..."Sonra 2. eşi Fatmaya, 3. eşi Belkısa ve 4. eşi Züleyhaya yazmış sırayla... Aynı giriş, aynı hitaplarla...Yalnız, Fatmaya yazarken "hakikatli" yerine "muhabbetli"yi koymuş, Belkısa "ayıpsız" yerine "edepli" demiş. Züleyhaya ise bambaşka sıfatlar eklemiş:"...güzel yüzlü, şirin sözlü, melek huylu, çelebi kollu, nazik elli, ince belli, şirin yıldızlı, has odalığım, oğlum annesi, gönlüm cananesi, inci danesi hatunum ve hanım küçük kadın Züleyha Hanım huzuruna..."(Serkan Özburun, "Aşkoğrafya", Kaknüs, 2001)* * *Çağlar değişse de erkek değişmiyor:4 eşine birden küçük rötuşlarla aynı sevda mektubunu yollayan "Erzurumlu"dan 250 yıl sonra, bugünün internet kuşağından bir tanıdığım da yazdı(rdı)ğı aşk mesajını kopyalayıp ("forward all" komutuyla) tüm sevgililerine aynen gönderiyor.Anaerkil bir toplum düzeninde yaşasaydık ve kadınların 4 erkekle evlenme izni olsaydı, bir kadın da 4 kocasına aynı mektubu -"gür bilekli", "posbıyıklı", "edepsiz" sıfatlarını üleştirerek- yollar mıydı bilmiyorum; bildiğim o ki,
Ne kadar merak uyandırsa da, bu özel vesikalarla ilgili tersine bir karar -Atatürk tartışmaları bir yana- mahremiyetimizin her an devlet tarafından önce iğfal, sonra ifşa edilebileceği anlamına gelecekti.O yüzden açıklamama tavrı, her şeyden önce kişilik haklarının korunması açısından ibret verici olmuştur.* * *Ben bu yazıda konunun daha insancıl bir boyutuna değineceğim:"Mahremiyet hakkı" yazımdan sonra 70lerinde bir kadın, gençlik mektuplarını yakmaya karar verdiğini söyledi.Sevdiği -ve sonra evlendiği adama- yazdığı satırlardı onlar; yıllarca nadide bir kutu içinde özenle saklamıştı. Mahrem duygulardı. Kendisinden sonra başka ellerde dolanmasını istemiyordu. Düşünmüş ve imha etmeye karar vermişti.Saygı duydum. Çünkü bir insanın kendi mazisi üzerinde tek karar verici olması gerektiğine inanıyordum. Ama kararını yanlış buldum:"Bence kıymayın, onlar sizin özel tarihinizin belgeleri" dedim.Yakılan her mektup, yırtılan her günlük, insanlık ailesinin katrilyonlarca sayfalık sivil tarihinden koparılan bir sayfaydı; belleğimizden eksilen bir bilgi, maziden silinen bir hatıra...Ama o mektupları yazan, onlara kıymaya -ya da Latife Hanım gibi ebediyen gizlemeye- karar verdiyse buna kim
Belgeselin hazırlığı sırasında Latife Hanımın ailesiyle tanıştım. Türk Tarih Kurumu yetkilileriyle görüştüm. Bütün yazılanları taradık. Tanıklarla konuştuk. Bazı özel belgeleri inceledik.Bunca çabadan sonra gerçek öykünün ne kadarını biliyoruz?Bence çok azını...Peki ben öğrendiklerimin ne kadarını belgeselde yansıtabildim?Birazını...İki nedenle:1- Türkiyenin bu tartışmaya hazır olmadığını düşündüğüm için... 2- "Mahremiyet hakkı"na inandığım için...* * *İlk gerekçeye dair fazla bir şey yazmak istemiyorum."Aradan 80 yıl geçti. Türkiye, her şeyi tartışabilecek olgunluğa erişti" diyenler olabilir.Buna inanmayı ben de çok isterdim; ancak inanmıyorum."Peki tartışmadan nasıl olgunlaşacağız?" diye de sorulabilir.Buna da "Özel hayat, yanlış bir başlangıç noktası" derim.Neyse, yakında aile devletle buluşacak ve belgelerin geleceğine karar verecek.İşte asıl üzerinde durmak istediğim de bu nokta...Çünkü bu, bizi çok önemli bir tartışmaya sürüklüyor.* * *Bence, ne devlet ne kamuoyu ne de ailesi bir insanın özel evrakları üzerinde söz sahibidir.Bunu, yıllarca insanların özel hayatlarını da içeren belgeseller yapmış biri olarak söylüyorum.Buradaki temel kaygım, "Atatürkün bu işten zarar görme
"Şu devleti değiştir!"Çünkü geçinemiyordu, yolsuzluk ve baskı üreten bürokrasiden bıkmıştı, iş ve aş istiyordu vs.1950de DP "Ben değiştireceğim" dedi, iktidar oldu. Ancak süngü zoruyla devrilebildi. CHP, süngünün üzerine oturmayı denedi, olmadı.Seçmen bu kez de, "Ben değiştirmeye adayım" diyen APye aktı.AP de muhtırayla devrilebildi.O geleneğin devamı olan ANAPın da sloganı "değişim"di. Tek başına geldi.ANAP sistemle bütünleşince değişim isteyen oylar AKPye yöneldi.Bu 60 yıllık kaba özette CHP bir kez halktan oy alabildi:1977de..O yıl, CHPnin devletle arasına mesafe koyduğu ve "Bu düzen değişmeli" dediği tek yıldı.***İdris Küçükömer, 1969da yazdığı "Düzenin Yabancılaşması"nda (Bağlam, 1994) "sağ-sol" kavramlarını tersyüz etmişti.Ona göre Türkiyede "ilerici" olan, "sol" değil, "sağ" idi.Osmanlının Batılılaşma hamlesiyle başlayıp Cumhuriyetle süren bir gelenekte "sol", "Batıcı-bürokrat" çizgiyi ve yukarıdan aşağıya otoriter örgütlenmeyi savunduğundan demokrat özelliğini yitirmiş, resmi ideolojiye yapışmış, baştaki radikal dönüşümcü tavrından uzaklaşıp tutuculaşmıştı.Bu resmi ideolojinin karşısında ezilenlere sahip çıkmak, değişimi zorlamak, merkezi yapıya muhalefet gibi "sol"a özgü
İranda da böyle oldu bu; Irakta da...Böylece ilk ve en önemli direniş barikatı çökertilmiş oluyor.Toplumun fikir kaleleri bir kez düştü mü, ilhak kolaylaşıyor.Sonra fikren çölleştirilen ülkenin yeniden yeşermesini engellemek isteyen "karanlık"ın güçleri, "aydınlık"a saldırıyor."Entel-dantel" alaycılığıyla okuyup yazmışlık, itiraz hakkı ve muhalif gelenek ayaklar altına alıyor.Vicdanını, irfanını, ışığını yitiren toplum karanlığa gömülüyor.* * *Uğur Mumcuyu "Uğurlar olsun" türküleriyle uğurladığımız o uğursuz 24 Ocak sabahı "Bir Uğur gider, bin Uğur gelir" diye beylik konuşmalar yapılmıştı.Hadi itiraf edelim:"Bin"den geçtik, bir tane gelmedi.Türkiyenin tartışmasız en iyi araştırmacı-gazeteci örneği katledildikten sonra o mirası sahiplenen bir tek gazeteci yetişmedi.Ne onun kadar dosyasına hâkim yazar çıktı; ne onun kadar ısrarlı takipçi...Arabasına konan bomba, onun kadar cesur olabilecekleri de ürküttü.Daha da kötüsü, "Vurulduk ey halkım unutma bizi" diyerek vurulan kalem, yıldönümü haberleri arasında unutulmaya yüz tuttu.* * *Bugün Mumcunun kaybının Türkiyeye neye mal olduğunu çok daha iyi anlıyoruz.Susurluku kaza olmadan çözmüştü; kazada bütün pislik ortaya saçıldı; ama hesabı
İki düşman ekip adeta ittifak halinde Türkiyenin uygarlaşma çabasını bir "dinler savaşı" haline sokmaya çalışıyor.Ve her iki ekibin yaptığı, öbürüne yarıyor.Mesela eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard dEstainginAByi bir Hıristiyan kulübü olarak gösteren demeçleri, aynı görüşteki Türkleri sevindiriyor. Onlar da buna, Noel kutlaması yapan Hıristiyanlara saldırarak cevap veriyor. Bu saldırı da DEstaing gibilerin ekmeğine yağ sürüyor.Bu ittifakta kaybeden, Türkiye oluyor.* * *İsmet Berkana katılıyorum:MHP lideri Devlet Bahçelinin geçen cumartesi Adana mitinginde yaptığı konuşma, "açık ve yakın bir şiddet çağrısı"dır ve Türk Ceza Yasasına göre suçtur.Bahçeli, -kendisini "sağduyulu devlet adamı" sayanları yalanlarcasına- Fener Rum Patrikhanesinin asırlardır barış içinde düzenlediği geleneksel haç çıkarma törenini "İstanbulu Konstantinopolis yapmak istiyorlar" diye eleştiriyor ve bu yılki ayini basan MHPlileri övüyor.Diyor ki:"Ülkücüler kayıklarla Haliçte gezip Zamanında atalarımızın yaptığını yine yaparız mesajı veriyor".* * *Ne yapmıştı ki "atalarımız?"Acaba Bahçeli, 1453 Mayısında İstanbula giren Sultan Mehmedin askerlerinin "kılıç hakkı" olarak bahşedilen 3 günlük yağma izni