Yılbaşı âdetinin kökenleri

2 Ocak 2005

Babilin başkenti Babilonda -ki kalıntıları bugünkü Irakın al - Hillah kenti yakınındadır. Yılbaşı, tohumların ekilmesiyle ürünlerin hasadı arasındaki devrin bitişini temsil ederdi. Babildeki müzikli, danslı, kostümlü kutlamalar mart sonu başlar ve 11 gün sürerdi. Tarım tanrısı şerefine bol bol yiyecek ve şarap tüketilirdi.O gece parti verip "dağıtma" geleneği?..İşgalciler, "Yeni dünya"ya varmadan önce Iroquoi yerlileri, mısırın olgunlaşmasını kutlayan bir festival düzenler, yenmemiş mısırlarla ev aletlerini büyük bir şenlik ateşinde yakardı. Bu, yeni bir yılın ve yeni yaşamın başlangıcı sayılırdı. Antropolog Sir James Frazere göre, "O gece kılık değiştiren kadın ve erkekler, karşılarına çıkan ne varsa paramparça ederek bir çadırdan diğerine giderdi. İnsanlar o gece yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmaz, izinli sayılırdı."Neden yılbaşı gecesi gürültülü geçer?İlk Avrupalı çiftçiler ürünlerini hastalıkla yok eden ruhları kovmak için korna ve davul çalardı. Çinde Yangın yani "ışığın güçleri"nin, Yini, yani "karanlığın güçleri"ni yenmesi için yeni yıl gecesinde insanlar büyük zilleri birbirine vurur ve kestane fişekleri patlatırdı. (Kaynak: "Şeylerin Tarihi", Editör: Özcan Sapan,

Yazının Devamı

Hercai leyleğin sırtında...

1 Ocak 2005

Gözü dönmüşçesine çalışmayı ve düşünde bile ha bire yazı yazmayı matah sanan bir adamı tedaviye aldım.Ona, hayatın koşuşturmadan ibaret olmadığını anlattım.Havada gördüm hercai leyleği; binip sırtına 3 kıtayı gezdim.Hepsi bir yıla nasıl sığdı bilmem; ama yerkürenin değişimine tanıklık ettim.***Atinadan Larnakaya uçtum şubatta; Ledra Palas önünden son duvarı vizesiz geçtim.Yaklaşan ırkçılığın ayak seslerini duydum Viyanada bir Türk restoranında...Pariste, kulaklığıma çalınan notalara dizeler yakıştırarak yürüdüm bir pazar sabahı Seine Nehri kıyısında...Sonra "Doğunun limanları"na çevirdim leyleğimin yönünü...Beyrut, binalarındaki kurşun deliklerini sıvıyordu; eski bir yarayı sararcasına... Balkon perdeleri, yaslı pelerinler gibi uçuşuyordu. Ve Firuzun sesi arakla karışınca adamın ayağını yerden kesiyordu.Hizbullah karargâhından dünyaya baktım.Şatilada bir kreşte gözyaşımı bıraktım."Kanunsuz vadi" Bar Eliastan geçtim; bir akşam vakti usulca süzülüp Şamın yamacından, Ammana vardım.Diyarbakırda bir eyvan gecesinde halay çekerek uğurladım baharı... Yazı, Mardinde mahlep şarabının sarhoşluğuyla karşıladım. Güzelim bir konağın penceresinden, uçsuz bucaksız bir coğrafyanın uyanışına

Yazının Devamı

Mutsuz üvey evlat: Aydın

30 Aralık 2004

"Hep mutsuzlar. Hep tepeden bakarlar. Sürekli bir şeyleri eleştirmekten içleri çürümüş."Sonra da bankacılık reklamı gibi bir entelektüellik tanımı yapmış:"Entelektüellik çağdaşlıktır, güler yüzlülüktür."***Entelektüel olarak kimleri tanıyor bilmiyorum; benim tanıdıklarım genelde hayattan tat almayı, kendiyle mesut olmayı bilen insanlar...Keşke kısmet olsa da Çetin Altanın sofrasına oturabilse Avşar kızı; Ustanın katıksız malumattan dokunmuş uçan halısına binip kâinata "tepeden" bakmanın ve alelade teşhislere nanik yapmanın nadide keyfini yaşayabilse...Keşke neşeli bir gecede Ömer Laçinerle Eşber Yağmurderelinin klasik Türk musikisi düetine kulak verebilse... onlarla mazinin yaralarına gülebilmenin tadına varabilse...Biraz Cemil Meriç okuyup "Bu ülke"nin "münzevi fikir işçisi"ne ve onun emsalsiz diline şapka çıkarabilse...***Bilginin insanı mutsuz ettiğine inanılır genelde...Yalandır.Entelektüel hocam Ünsal Oskay "Az bilgidir insanı mutsuz eden" der.Bilen adam, gördüğünden mutsuz olmamayı da bilir. Kişiye ya da devre özgü sanılan dertlerin, insanlık tarihinin zaruri bir safhası olduğunu tahlil edebilir. Sorunlara kuşbakışı bakabilir. Aşmanın yollarını görebilir. Bu analiz yeteneği

Yazının Devamı

Sarıkamış: Yeni bir dönüm noktası

28 Aralık 2004

"Naciye, güzel melek!Ben yakında avdeti umarken şimdi zuhur eden bir hal beni daha bir müddetçik buraya bağladı. 3. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa orduyu idare için kendisinde cesaret göremediğini söylüyor. (..) Hep umduğum adamlar böyle çıkıyor. Şimdilik 3. Orduyu ben idare edeceğim."Hasan İzzet Paşa, Enver Paşanın Harp Akademisinden strateji hocasıydı. Ama saraya damat olan Enver, alay, tümen, kolordu, ordu komutanlıklarında bulunmadan Almanların desteğiyle başkomutan vekilliğine atanmıştı. Şimdi de tecrübesizliğinin ve rekabet hırsının verdiği ataklıkla imkânsızı istiyordu:Rus ordusu Sarıkamışta kuşatılıp yok edilecekti.* * *Plan, Alman patentliydi.Alman ordusu Polonya cephesinde Ruslarla savaştaydı. Sarıkamış cephesi açılırsa Ruslar bazı birliklerini Polonyadan Kafkaslara çeker diye umuyorlardı.Osmanlı ordusu, bir Alman generalin komutasındaydı.Enver ve ordusu onun emirlerini uygulayacaktı.Ancak 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, "Bu karda kışta, teçhizatsız birlikleri savaşa sürmenin cinayet olacağı" kanısındaydı.Enver Paşaya bu görüşünü açınca tokat gibi bir cevap aldı:"Eğer hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim."Ve Enver Paşa hocasını İstanbula yollayıp ordunun başına

Yazının Devamı

Elem! Büyük mürebbiyem

26 Aralık 2004

Mektubu terk etti.O mektup ki, Ademoğullarının iç dökmesiydi.Günü gününe kaleme alınmış bir tarih müsveddesiydi.Bazen kanla bazen kinle yazılmış, kâh güvercin kâh ulakla yollanmış ve geride, hiçbir kitabın ulaşamayacağı samimiyette bir özel tarih bırakmıştı.Vazgeçtik mektuptan...Kalem sıcaklığı yerine klavye biteviyeliği taşıyan "tablet" cep mesajları ile internet yazışmalarına geçtik. Onları da ne kilitli kutuda saklayabilir, ne de kutsal emanetler gibi çocuklarımıza devredebiliriz.4 bin 500 yıllık bir geleneği gömmek, bize kısmet oldu.* * *Sabahta Mehmet Barlasın yayımladığı "Latife Hanımın Sır Mektupları"nı okuyunca bir kez daha şapka çıkardım, hem mektubun çağlara direnen yakıcılığına, hem Latife Hanımın harikulade üslubuna...Mektuplar, Vasıf Çınarın yeğeninden alınmış.Vasıf Bey, Atatürkün Milli Eğitim Bakanı... Ağustos 1925te "Boş ol" denilip İzmire uğurlanan Latife Hanıma yol boyu eşlik eden isim... İlk mektup, o zor yolculuktan 1 yıl sonra yazılmış.Şöyle başlıyor:"İstanbulun bir köşesinde elem ve ıstırap içinde yuvarlanan güzel İzmirin bedbaht kızını bir suretle hatırlamanız, ahlakınızın, hissiyatınızın nezahat ve asaletine en büyük delildir."(..) Hayatta öyle muammalara,

Yazının Devamı

Mazinin dönüşü

23 Aralık 2004

Böyle başlıyor anlatmaya, 38 yaşındaki Danae... Doğu Kudüs doğumlu... Zengin bir Yahudi ailenin çocuğu...Muhalif görüşleriyle tanınan entelektüel babası, kendisiyle ilgilenmeye vakit bulamadığından, doğar doğmaz çevre köylerden bir çocuk bakıcısına emanet edilmiş.Bakıcı, 11 çocuk babası bir Filistinli... Her sabah çocuklarıyla vedalaşır, Beytüllahimden gelip bütün gün bu Yahudi kıza bakarmış.Sonra olaylar başlayınca Yahudi aile New Yorka göçmüş. Bakıcısı ile kız ayrı düşmüş. Yıllar sonra, kendisine öz babasından daha yakın olan o adamı aramaya koyulmuş.İşte "o kız", yani Danae Elon, "Eve Giden Başka Bir Yol" adlı belgeselinde, "o adam"la yeniden buluşmasını anlatıyordu."O adam", Filistinde, kendi çocukları kadar çok sevip büyüttüğü kızın soydaşlarının ablukası altındaydı.İkisinin buluşmasından, sımsıcak bir insanlık dersi çıkacaktı.***Bu olağanüstü belgeseli, geçen hafta TÜRSAKın "Sinema Tarih Buluşması"nda izledim.Uluslararası festivalin belgesel yarışmasında Türkiyeyi temsilen jüri üyesiydim.Elonun filmi, jürinin Fransız, Avusturyalı, Hollandalı ve Yunanlı üyelerinin de oylarıyla "En İyi Belgesel" ödülüne layık görüldü.Festivalde yarışan iyi filmlerden biri de Amerikada Soğuk

Yazının Devamı

Yorgun âşığın izdivacı

21 Aralık 2004

Aşıktım ona...Hem de kör kütük, sırılsıklam...Divaneydim; gözüm başkasını görmezdi.Gider, kapısına gözümü dikip hayran hayran onu süzerdim.Oysa o varlığımın bile farkında değildi.Çok toleranslı ve zarif görünürdü, ama mütehakkim ve mesafeliydi. Her davranışıyla, onlardan olmadığımı hissettirirdi.Kimdim ki ben zaten; kapısını koruyan alelade biri... Kara kuru bir hudut neferi...* * *Beni görmezden geldikçe, teklifimi reddettikçe hepten marazileşti aşkım...Gözüne girebilmek için onun beğendiklerini giydim, onun yediklerinden yedim. Sevdiği müzikleri dinleyip onun gibi dans ettim. Saçım onun tarzında taranmış, evim onunki gibi döşenmişti.Okuduğu okullarda okudum, onun dilinde...Onun görüşlerini savundum; kendiminmiş gibi...Kanlı tarihi, tarihimdi; o yenince galiptim; yenilince mağlup..."Din ayrı, devlet ayrı" demişti; ayırdım dinimi devletimden...Gözüm döndü bir ara; onun gibi giyinmeyeni ipe çektim; yasakladım onunki dışında müzik dinlemeyi...Ama olmadı; sevmedi gitti beni...* * *Baktı ki kaçış yok ısrarımdan; "Benimle olabilmek için değişmelisin" demeye başladı.Fukaraydım; dökülüyordu üstüm başım... Bıyıklı, pasaklıydım. Kalabalıktım, kabaydım. Soylar kırmış, canlara kıymıştım.

Yazının Devamı

Semranım Avrupaya karşı

19 Aralık 2004

Ertesi gün Türkiyenin kaderi değişecek. Avrupalı parlamenterler, siyasetçiler, yazarlar AB zirvesine saatler kala durumu değerlendirmek üzere stüdyoda hazır.Ekranda ise 2 saattir "Ünlüler Çiftliği" var. Ahu Tuğba ve çiftlik arkadaşları, geyik muhabbetinde... Leyla Adalının sabah nasıl gürültü yapıp Bora Genceri uyandırdığı tartışılıyor uzun uzun...Saatler geçiyor, stüdyodaki Avrupalı parlamenterlerin hayretle izlediği bu manasız itişme bitmek bilmiyor. Nihayet duvardaki takvim 17 Aralıka dönerken yayın başlıyor. Ve Ali Kırca, ülkenin tarihinde yepyeni bir günün başladığını müjdeliyor. Perşembe gecesi Siyaset Meydanında Avrupa Birliğini tartışmak üzere bekliyoruz. Ertesi günkü izlenme raporları onu yalanlıyor. "Yeni gün" eskinin aynı... Tarihi adım filan da kimsenin umuru değil."Ünlüler Çiftliği", "en çok izlenen 100 program" arasında 20nci sırada...Siyaset Meydanı ise 99uncu...23.55te Çiftlikin yüzde 5 reytingi var. 24.00te Siyaset Meydanı başlayınca bu, 1.2ye düşüyor. Yani Ahu Tuğba tartışması bitip AB tartışması başlayınca seyirci kapatıp yatıyor. Bunu programın zaafı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü ertesi gün Başbakanın tarihi açıklamaları da "Gelinim Olur Musun?" karşısında

Yazının Devamı