<#comment>#comment>
Saat gecenin ikisi... Moskova'nın gözde caddesi Tverskaya üzerindeki Intourist Otel'de odamın kapısı vuruldu.
Açtım, karşımda biri ince, diğeri dolgun iki sarışın, çapkın bakışlar ve kırık bir İngilizceyle "geceme eşlik etme" niyetlerini bildiriyor, "masaj isteyip istemediğimi" soruyorlar.
İki masör birden mi?..
Evet, böylesi daha iyiymiş, hatta yetmezse 3.'sü aşağıda bekliyormuş.
Geniş çalışma masasının üzerinde battal bir ahşap radyo şairin "ksüz kalmış bir yoldaşı gibi sessiz duruyor. Radyonun "nünde de iki daktilo:Rusça yazılarını yazdığı Erika ile Türkçe şiirlerinin katibi Olivetti...Geçen yıl kaybettiğimiz Vera Tulyakova' nın kızı Anyuta halen kendisinin yaşadığı bu müze - evi gezdirirken, sık sık nemlenen ışıltılı g"zlerle annesini ve "Nazım amca" sını anımsıyor:Eşinin "ldüğü yıl, Vera hemen hiç uyuyamamış. Geceleri Nazım' ın çalışma odasına kapanır, onun koltuğuna oturup pencerenin ardındaki karanlığa dalarmış. "Annemle ben geceleri o odadan daktilo sesi gelmesine alışkındık" diyor Anyuta;"O ses, bize içeride hayat olduğunu haber verirdi. Artık daktilo sesinin duyulmaz oluşu annemi çıldırtıyordu. Geceleri orada otururken Nazım'ın hayaliyle konuşmaya başladı. Sonra bu konuşmaları daktiloda yazmaya karar verdi ve anıları çıktı ortaya. Daktilo sesi, yeniden odaya d"nmüştü. Delirmekten o ses sayesinde kurtuldu". * * * Moskova'da Nazım Hikmet' in küçük çalışma odasındayım. "Şairin asrı" dünyanın pek çok k"şesinde adına yaraşır etkinliklerle kutlanacak. Ekimde UNESCO'nun üye ülkelere bu kutlamalara katılma çağrısı yapması bekleniyor.Biz de
<#comment>#comment>
Moskova'da Nazım Hikmet'in küçük çalışma odasındayım.
Geniş çalışma masasının üzerinde battal bir ahşap radyo şairin öksüz kalmış bir yoldaşı gibi sessiz duruyor. Radyonun önünde de iki daktilo:
Rusça yazılarını yazdığı Erika ile Türkçe şiirlerinin katibi Olivetti...
Geçen yıl kaybettiğimiz Vera Tulyakova'nın kızı Anyuta halen kendisinin yaşadığı bu müze - evi gezdirirken, sık sık nemlenen ışıltılı gözlerle annesini ve "Nazım amca"sını anımsıyor:
Biletler karaborsada 100 dolara fırlamıştı. Girişte sade şıklıklarıyla Ruslar ve umursamaz rahatlıklarıyla Amerikalılar hemen ayrışıyorlardı. İlk katta şampanya ve havyar servisi vardı.Salonda, dev avizenin kristal saçaklarının ışığıyla g"z kamaştıran localar, ağır kırmızı kadife perdeleri ve altın işlemeli süslemeleriyle 19. yüzyılla henüz vedalaşmamış gibiydi.* * *Salon kararıp da ağır perde ağır ağır iki yana ayrıldığında bir Alman kalesi içindeki doğum günü kutlamaları belirdi sahnede...Annesi, o gün kılıç kuşanan Prensi, çevresini saran kızlardan biriyle başg"z etmek istiyordu. Lakin Prens ideal aşkın peşindeydi.Şenlik bitip de gelin adayları dağıldığında Prens arkasında bir karaltı hissetti. Kara giysiler içindeki bu yaratık; şeytandı.Şeytan, etkisi altına aldığı Prens'i esrarengiz bir g"l kenarına sürükledi. Dolunay ışığının kurşuni maviliğinde sessizce uyuyan g"l, Prens'in gelmesiyle aniden hareketlendi ve sahnenin ortasında bekleşen iki düzine kuğu, parmak uçlarının yeri incitmesinden çekinircesine narin adımlarla kaçıştılar.İşte o andan itibaren insan vücudunun müzikle büyüleyici raksı başladı. Kuğular, mucizevi bir ahenk ve ipeksi bir yumuşaklıkla dans ettiler. Ve Prens
<#comment>#comment>
Bolşoy Tiyatrosu'nun kapanış gününde "Kuğu Gölü" balesini izledim.
Biletler karaborsada 100 dolara fırlamıştı. Girişte sade şıklıklarıyla Ruslar ve umursamaz rahatlıklarıyla Amerikalılar hemen ayrışıyorlardı. İlk katta şampanya ve havyar servisi vardı.
Salonda, dev avizenin kristal saçaklarının ışığıyla göz kamaştıran localar, ağır kırmızı kadife perdeleri ve altın işlemeli süslemeleriyle 19. yüzyılla henüz vedalaşmamış gibiydi.
Metin Altıok, Sivas'a gitmeden 20 gün "nce 10 kitabını birden yere yaymış ve eşi Nebahat Çetin için birer birer imzalamaya başlamıştı. "Sende kitap setim yok, bulunsun" dedi, başına gelecekleri g"rüyormuşçasına...Sivas'a yolculuk günü geldiğinde "Yakılması gereken biriyim..." dizesinin yazarı eşini de zorladı gelsin diye... "Herkes eşini, sevgilisini g"türüyor, sen beni yalnız g"nderiyorsun" diye boynunu büktü, ikna edemedi. Nebahat Çetin, eşiyle birlikte gidecek Uğur Kaynar'a "Sen Sivaslısın" dedi, "Metin'i sağlam verdim, sağlam istiyorum."İkisi de tabutlar içinde d"nebildiler Sivas'tan.Metin Altıok'tan geriye Sivas yangınının dumanıyla islenmiş bir g"zlük ve kırık bir şiir kaldı teselli olarak:"šzülme Altıok Metin / Hüzünlerle geçen tarazlanmış "mrüne... / Sen yoğun sis içinde sesi duyulan / uzak çandın bir zaman..." Behçet Aysan, "Çünkü beyaz bir gemidir "lüm" diye yazmıştı; "™lüm siyah denizlerin hep çağırdığı / batık bir gemi / s"nmüş yıldızlar gibidir / yitik adreslere benzer "lüm / yanık otlar gibi / Sen bu şiiri okurken, ben belki başka şehirde "lürüm."Ankara'da şiirleri okunduğunda o uzak bir şehirde "lmüştü....elinde demir bir çubukla... en "nde... Uğur Kaynar
<#comment>#comment>Asım Bezirci o gün hayatında ilk defa Ankara'dan öte yana geçiyordu. Eşi, yol arkadaşı, "çırağı" Refika Bezirci hiç istemiyordu gitmesini... 67 yaşındaydı artık... 67 yıla 70 kitap sığdırmıştı. Son üç kitabını daha yeni yayıncısına vermişti. Görmek kısmet olmadı. Eşi, ölümümden sonra not defterini buldu kütüphanesinde... 30 yıl eşinden bile saklayarak not tutmuş, yazmıştı. Ondan geriye bazı sayfaları imha edilmiş bu defterler ve 40 koca kitap kaldı.
Metin Altıok, Sivas'a gitmeden 20 gün önce 10 kitabını birden yere yaymış ve eşi Nebahat Çetin için birer birer imzalamaya başlamıştı. "Sende kitap setim yok, bulunsun" dedi, başına gelecekleri görüyormuşçasına...
Sivas'a yolculuk günü geldiğinde "Yakılması gereken biriyim..." dizesinin yazarı eşini de zorladı gelsin diye... "Herkes eşini, sevgilisini götürüyor, sen beni yalnız gönderiyorsun" diye boynunu büktü, ikna edemedi. Nebahat Çetin, eşiyle birlikte gidecek Uğur Kaynar'a "Sen Sivaslısın" dedi, "Metin'i sağlam verdim, sağlam istiyorum."
İkisi de tabutlar içinde dönebildiler Sivas'tan.
Metin Altıok'tan geriye Sivas yangınının dumanıyla islenmiş bir gözlük ve kırık bir şiir kaldı teselli olarak:
"Benim güzel prensesim" diye başladığı son mektup, "Acımasız bir kaderin çocuğu Leyla'ya" ithaf edilmişti. Diba, mektuba kızının onu bıraktığı yerden, yani intihar haberini alışından başlıyor, sonra geriye doğru gidip, Tahran'da 4 çocuğun en küçüğü olmanın fütursuzluğuyla babasının ofisine dalışını anımsıyordu.Ardından İran'da esen devrim rüzgarı Şah Rıza Pehlevi' yle ailesini Amerika'ya savurmuştu. Leyla 9 yaşında sürgünü, 10'unda babasızlığı tatmıştı. Yapayalnızdı. Hangi ülkeye ait olduğunu ç"zememişti bir türlü... Zirveden zemine düşmüştü. "Hem çok kırılgan, hem çok güçlü" ydü. Ancak gücü, kırılganlığını taşımayıverdi bir gün...Londra'da Leonard Oteli'nin suitinde "lü bulundu. Diba, mektubunu bir itirafla noktalıyordu: "G"kyüzüne bakıp 'Neden' diye sormaya cesaret edemiyorum".* * * İran'ın devrik kraliçesi Farah Diba' nın intihar eden 31 yaşındaki kızı Leyla' ya yazdığı mektubu okudum. Ne yazık ki, daha beterleri var tarihte...Belçikalı ünlü romancı Georges Simenon, yazdığı 500'e yakın romandan edindiği servetle Lozan'daki muhteşem şatosunda yaşarken tatmıştı evlat intiharının zehirini...O da eşi ve 4 çocuğu tarafından terk edildikten sonra yalnızlığa sığınmıştı.