<#comment>#comment>Dünyanın en önemli istihbarat servisinin karargahında gizli operasyonlardan sorumlu birinin sabah toplantısı...
Başkan günlük rapor istiyor. Süper gücün emperyal çıkarları için yapılacak işler arasında bir sürü karanlık iş var: Latin Amerika'da muhalif lidere göz dağı saldırısı, Balkanlar'da iç savaş tahriki, Kudüs'te provokasyon eylemi...
"- Ya Türkiye" diye soruyor başkan;
"- Onlara bir şey yapmaya gerek yok" diye omuz silkiyor ilgili bölümün sorumlusu:
"...kendi hallerine bıraksak, onlar kendi kendini yok ediyor zaten..."
<#comment>#comment>İzmir'deki Uşakizade köşkü aslına uygun şekilde restore edildikten sonra Cumhurbaşkanı Sezer tarafından açıldı.
Bu tarihi köşk, Mustafa Kemal Paşa'nın Latife Hanım'la tanışıp nikahlandığı mekandır.
23 yaşındaki Latife Hanım'ın saçlarını mor bir eşarpla örterek yüzü açık katıldığı bu nikahın öyküsü ilginçtir: O zamanki nikahlar sadece perşembeleri kıyılırken bu nikah pazartesi kıyılmıştır; üstelik kadın - erkek davetliler bir aradadır.
Nikah çıkışı M. Kemal, şahidi Fevzi Paşa'nın kulağına şöyle der:
"Aslında ben bu töreni başka türlü yapmak istiyordum. Latife'yi bir ata bindirecektim. Ben de bir ata binecektim. Sonra 'Haydi' deyince atlarımızı mahmuzlayıp kaçıracaktım onu..."* * *Ne yazık ki nikahlarımız çoğu zaman tribünlere oynadığımız yapmacık seremonileridir hayatımızın...
En mutlu günümüzde, içimizden geçeni değil, üstümüze düşeni yaparız.
<#comment>#comment>Gökhan'la dün bir internet cafe'de tanıştım. 17 yaşında, bebek yüzlü bir delikanlı... Adı iyi bilinen bir liseden mezun olmuş, önceki gün de üniversite sınavına girmişti. Diş hekimi olmak istiyordu.
"- Nasıl geçti" diye sordum.
"- İyi değil" dedi... Sınavda aniden burnundan kan boşanmış. Gözcüler dışarı çıkmasına izin vermemişler. Sınavı burnunda koca bir peçeteyle tamamlamış.
Çıkışta bir doktor kanamanın, sınavın stresinden kaynaklandığını söylemiş. Sınav biter bitmez internet cafe'de almış soluğu...
"- Pazar günü 14.00'te, sınava giren bütün arkadaşlar buradaydı" dedi.
"- Neden peki" diye sordum.
<#comment>#comment>Evlatlar açısından babalık üç döneme ayrılır:
İlki "Benim babam gibisi yok" dönemidir.
Babamızın her şeyi bildiğini, herkesi yenebildiğini, her engeli aşabildiğini düşünür, buna yürekten inanırız.
İkinci dönem biraz daha büyüyüp, başkalarının babalarıyla tanıştığımız ve kendimizinkiyle kıyasladığımız dönemdir:
"Falancanın babası oğluna şunu almış", "Filanca kızına şöyle davranmış" diye yakınır çocuklar...
Üçüncü dönem "Eksiği, fazlası vardı, ama çok iyi adamdı" dönemidir. Bu cümleyi genellikle bir pişmanlık ifadesi izler:
<#comment>#comment>İdeolojiler en genelde ikiye ayrılırlar:
Kimine göre insan doğuştan günahkar ve vahşi yaratılmıştır. Kendi haline bırakılırsa çatışır. Kaosu durdurmak için kitleler, haklarını bir egemene devretmelidir. Ancak bu yolla iyilik kötülüğün hakkından gelebilir.
Buna karşıt ideoloji, insanın bembeyaz bir kağıt kadar saf doğduğuna inanır. Onu iyi ya da kötü yapan, içinde yetiştiği koşullardır.
* * *
<#comment>#comment>Geçen pazar Eurosport'ta üç saat Roland Garros Tenis Turnuvası'nın tek erkekler finalini izledim.
Ertesi gün de yine üç saat CNN'de Timothy McVeigh'in reyting rekorları kıran "final"ini...
İnsan haklarının asrı olacağı vaat edilen 21. yüzyılın şafağında, bir insanın canına kıyılmasının böylesine coşkuyla "kutlanması"ndan ve bu küresel şenliğin seyircileri arasında yer almaktan utanç duydum.
* * *
<#comment>#comment>Siz "kriz" sözcüğünü ilk kez ne zaman işitmiştiniz acaba?..
Bizim çocuklar bugünlerde, okula başlamadan hemen önce ve Pokemon'dan hemen sonra tanışıyorlar "kriz canavarı"yla...
O canavar yüzünden kreşleri kapanıyor çünkü...
Toplumsal hayata gözlerini açtıkları ilk durakta, ilk tokatı yiyorlar masum yüzlerine... Minik elleriyle yaptıkları rengarenk resimler duvardan sökülüyor birer ikişer... Kahkahalarıyla çınlattıkları sınıflar boşaltılıyor. Oyuncaklar toplanıyor.
Öğretmenler neşesiz, atriyum sessiz...
"- Niye dağılıyor yuvamız" diye soruyorlar masum bir merakla...
<#comment>#comment>Birkaç ay önce Tarkan, yeni albümü için Fahir Atakoğlu'nun bir bestesine söz yazmamı istediğinde şarkının nakarat bölümü için aklıma gelen ilk dizeler şunlar olmuştu:
"Sınırlarınız sıkar yüreğimi / yasaklarınız yarar bileğimi / Bilirim yüksektir erken açmanın bedeli / Yine vazgeçemem, canım çeker ötekiyim ben / Dize gelemem ah, şeytan dürter ötekiyim ben..."Buluştuğumuzda hemen stüdyoya girmiş ve "Kalbimi okumuşsun" demişti Tarkan...* * *Son "fotoğraf skandalı"ndan sonra Radikal'den Şebnem İyinam'a "Burası bir cehennem Şebnem" diyor:
"Bakma güneş açıyor, yağmur yağıyor. Onlar bize kıyak. Biz kaynar bir kazanın içindeyiz. Yanıyoruz".Doğru...
Ama bu toprağın cazibesi de orada... o yangında...
"Özgürlük cehennemdir" cümlesini alıntılıyor Gündüz Vassaf kitabında:
"Ama cehennemde egemenlik, yeğdir cennette uşaklığa..."* * *Lakin yangının harından pek fark edemediğimiz bir gelişme var: