<#comment>#comment>Ben lisedeyken Tarih dersleri Din dersi gibiydi.
Şerafettin diye bir Tarih hocamız vardı. Sözlüye kaldırdığı öğrenciye ilkin "Amentü"yü sorardı. Okuyamayan, sıfırı yer, otururdu yerine... Yazılıda ise kağıdın başına aynı duayı yazmak şarttı. Dua yoksa, cevaplar okunmazdı bile...
Din dersinde ise aramızda birinin kürsünün üzerine çıkartılıp namaz öğretiminde "konu mankenliği" yaptığını hatırlıyorum.
Mezun olduğumda hem tarihten soğumuş, hem dinden çıkmış haldeydim. İleride bir çocuğum olursa ona bunları yaşatmama konusunda kararlıydım. Fakat "laik" 12 Eylül cuntası, ilkokullara zorunlu Din dersi koydu. İşte o zaman, "Eyvah" dedim, "Çocuklarımız da zorla dua ezberletilerek yetişecek".* * *Bu fikrimi geçen ay bir kadın değiştirdi:
Adı: Mualla Selçuk...İlahiyat profesörü ve Milli Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürü...
Son iki yıldır bu genel müdürlükte sessiz sedasız büyük bir reform çalışması yürütülüyor.
<#comment>#comment>Hatice Yazgan, geçen hafta Kütahya'dan Ankara Numune Hastanesi'ne getirildi. Ölüm orucunda 140 günü aşmış ve bilinci kaybolmuştu. Sağlık Bakanlığı'nın talimatı doğrultusunda derhal müdahale edildi. Dün Ankara Tabip Odası'ndan iki hekim görüştü 30 kiloya düşmüş olan Hatice ile...
Yaşını sordular; bilemedi.
Şu anda nerede; hangi ülkede olduğunu sordular; bilemedi.
Ailesini gördü; tanıyamadı.
Niye bu halde olduğunu hatırlayamadı.
Bırakın gerekçesini, yaklaşık 5 aydır ölüm orucu tuttuğunu bile bilmiyordu.
<#comment>#comment>Sayın Başkan,Bunca yıldır görev yaptığım bankamdan ayrılmak durumundayım. Ülkemin bana ihtiyacı var. İstifamın kabulünü rica ediyorum.
Sayın Derviş,Ülkenize hizmet kararınızı saygıyla karşılıyoruz. Ancak bunu bir veda saymıyoruz. Ülkenizin ekonomisini düze çıkarmanız bankamıza yapacağınız en büyük katkı olacaktır. Bizi gelişmelerden haberdar edin lütfen.
* * *
Bir hafta sonra:Sayın Başkan,Burada çok iyi karşılandım. Beni mesih sanıyorlar. Basın sayesinde soyağacımı öğrendim, eski karımı buldum; bu arada çoğunu tanımadığım bir sürü arkadaşım çıktı ortaya... Hiç yabancılık çekmiyorum. Alışveriş, otel fiyatları, ev kiraları hep dolar üzerinden... Ekonomik durum da sanıldığı kadar kötü değil galiba; beni gören herkes parasını ne yapacağını soruyor.Not: Boş zamanlarımda vantrilok kurslarına gidiyorum.Sayın Derviş,Başarılarınızı kıvançla izliyoruz. Programa destek için medya, bürokrasi ve hükümetle daha yakın ve yoğun bir ilişki içinde olmanızda yarar var.Küçük bir hatırlatma: Mesih sonunda çarmıha gerilmişti.* * *Sayın Başkan,Tavsiyeniz doğrultusunda medya atağı başlattım. En çok
<#comment>#comment>Farkında mısınız, "has adam" Jean Claude Van Damme'ın Türkiye ziyareti, en bilinen toplumsal zaafımızda ciddi bir kırılma yarattı:
Biz, eskiden kaslı - bıyıklı öz yiğitlerimizin, gavur dilberlerini tuşa getirmesiyle iftihar ederdik. Bu türden "uluslararası ilişkiler"in yatağında "kız tarafı" bizden olmazdı hiç...
Oysa bugün, Van Damme'ın bizim kızlarla geçirdiği gecenin şehvetli öyküleri ekranları, sayfaları süslüyor. Aktöre ananevi Türk misafirperverliğini tattıran sultanlar, Belçikalı Zeus'un gece otelde nasıl bornozla çıkageldiğini ballandırarak anlatıyorlar. Hepimiz alaka ile takip ediyoruz.
* * *
Van Damme, "Biri Bizi Gözetliyor" programının konuğu olarak gelmişti. Lakin tam da onun katıldığı gün RTÜK, bir avuç gence elalem önünde evcilik oynatan programın "Derhal durdurulmasını" emretti.
Meğer ne bakanlar, ne milletvekilleri aramış, "yarışmacılar yatakta sarmaş dolaş, siz hala uyuyorsunuz" diye uyarmış RTÜK üyelerini...
<#comment>#comment>Nazım'la Vera nikahlarına taksiyle gitmişler.
Yanlarında şahitleri Tosiya da varmış. Nikah dairesine gelince Vera ve Tosiya inmiş taksiden; Nazım parayı öderken, taksi şoförü sormuş:
"- Hayrola Nazım yoldaş?.. Evleniyor musunuz?""- Evet yoldaş, evleniyorum" demiş şair...
"- Yahu" diye gülmüş taksici; "Bunca yıl hapiste yatmış adamsınız. Bıkmadınız mı esaretten?""- Alıştım kardeş" demiş Nazım, "Alıştım artık, ne gelir elden..."* * *Nazım, gönüllüsüydü bu esaretin...
En güzel şiirlerini, başı sevda bulutlarındayken yazıyordu.
Her seferinde çocuksu bir heyecanla aşk denilen sihirli iksirin peşine düşüyor, bulunca delirmişçesine içiyor, başı dönerken mısralar diziyor, iksirin tesiri geçince ayılıyor ve "esaret"i hızla "ihanet"e dönüşüyordu.
<#comment>#comment>Ulusal Program açıklandıktan sonra akademisyen bir dostumla görüştük.
"Bu programla tam üyelik hayal" dedi:
- "Avrupa'nın iki hassasiyeti vardı: Kürt sorunu ve askeri vesayet... Program ikisinde de yan çiziyor. Daha cesur adımlar atacak bir siyasi irade lazım".İyi de nerede o siyasi irade?..
Siyasetteki boşluktan, seçmendeki umutsuzluktan, kararsızların sayısının çokluğundan söz ederken ilginç bir öneri attı ortaya:
"Bir Avrupa partisi kurmak..."- "Nasıl Avrupa Partisi?" diye sordum.- "Öncelikli amacı Türkiye'yi Avrupa ailesinin eşit, itibarlı bir üyesi yapmak olan bir parti..." dedi.
Konuştukça öneri netleşti:
<#comment>#comment>Aşağıda aktaracağım sahneyi bizzat tanığından dinledim:
Bir helikopter, Marmara'da bir fabrikanın bahçesine kondu. İnen banka genel müdürü doğruca ünlü işadamının ofisine gitti:
"Beyefendi, bizden aldığınız kredi şu kadar. Bankamıza aşırı borçlanmış durumdasınız. Borcunuzu bir plana bağlayalım, geri ödeyin" dedi.
İşadamı fütursuzca "Beş kuruşum yok" yanıtını verdi.
Genel Müdür "O zaman fabrikalarınızın bir bölümünü tasfiye edin, ödeyin" demeye kalkışında işadamı müthiş öfkelendi:
"Bak kardeşim" dedi, "Bizim lider bir - iki yıla kadar Başbakan olacak, ben de devlet bakanı olarak kabineye gireceğim. O zaman hepinizin canına okuyacağım. Kalk git şimdi buradan..."Helikopter kös kös geri döndü.