Büyük sorunlarla karşılaştığımızda ağzımızdan çıkıveren yürek ferahlatıcı karşılıklarımız vardır:
“- Sayın Başbakan, işsizlik aydan aya tırmanıyor.”
“- Hayırlısı olsun!”
“- Baba, ben tanımadığım birinden hamile kaldım.”
“- Kısmet yavrum!”
“- Bey, oğlan yarın domuz gribi aşısı olsun mu?”
“- Du bakalım!”
Hep şeffaf toplum özlemi çekiyorduk ya; oldu işte... Nihayet her şeyimiz apaçık, sere serpe ortada...
Bunca zamandır devlet bizi dinliyordu; telekulak sayesinde ilk kez biz de devleti dinleyebiliyoruz.
* * *
Bir “Mobese demokrasisi” kurduk kendimize...
Karakolda işkenceyi, sokakta kötü muameleyi, kapkaçı, rüşveti, cinayeti, trafik kayıt cihazlarından, güvenlik kameralarından ya da cep telefonu kayıtlarından izleyip öğreniyoruz artık...
Devlette neler olup bittiğini, kimin kimi neyle tehdit ettiğini, hangi mahkemenin hangi eğilimde hâkimlerden teşekkül ettiğini de dinlenip sızdırılan telefon kayıtlarından anlıyoruz.
Her odasında, kulağını duvara dayamış paranoyakların yaşadığı metruk bir eve benziyor devletimiz...
Alevilerin din dersleriyle ilgili şikâyetleri var. Devletin mezhepler karşısında tarafsız olmasını istiyorlar.
Haklılar.
Çağdaş devlet, her din, ırk, mezhep karşısında su kadar renksiz ve cömert olmak zorunda...
Sadece biz değil, Avrupa da bu idealin peşinde...
Orada da çok kimlikli, çok dinli, çoğulcu toplumda “öteki”yle barış içinde yaşamanın yolları aranıyor.
Nötr devlet
Saadet Partisi’nin onursal başkanı Recai Kutan’ın eşi Hacı Mebrure Kutan zorlu bir dönemin sessiz tanıklarından biriydi
Cuma günkü gazetelerde bir kayıp ilanı vardı:
“Hacı Mebrure Kutan’ın vefatı”nı duyuruyordu.
Vefat eden, zorlu bir dönemin sessiz tanıklarından biriydi.
Saadet Partisi’nin onursal Genel Başkanı Recai Kutan’ın eşiydi.
Ne Kutan’la ne eşiyle tanıştım. Ama yaşadıklarını, Recai Kutan’ın anılarından (“12 Eylül”, Keşif Yayınları, 2001) öğrendim.
O anıları okurken darbe dönemlerinin, politik yelpazenin her kanadında nasıl benzer acılara yol açtığını bir kez daha fark etmiştim.
“Tarihi oturum“daki “Türklük” bahsinde MHP ile CHP’nin aynı çizgide buluştuğuna şahit olduk.
Bahçeli gibi Baykal da diyor ki:
“Milletin adı Türk milletidir. Türkiye’de yaşayan Kürt, Türk milletinin Kürdüdür.”
Kulağıma “kart kurt sesleri” geldi.
Bu ifade, yine dün Meclis’te Ahmet Türk’ün hatırlattığı, Baykal’ın da zımnen kınadığı Mahmut Esat Bozkurt’un “Türk, bu ülkenin tek sahibidir. Saf Türk olmayanların sadece hizmetçi olma hakkı vardır” demecine benzemiyor mu?
Ya Kürtler öyle hissetmiyorsa ne olacak?
“Kardeşlik” nasıl sağlanacak?
Türkiye tarihi, biraz da Kürt isyanları ve ardından gelen baskı dönemlerinin tarihidir.
İlk büyük ayaklanma, 1925’teki Şeyh Sait isyanıydı.
İstiklal harbindeki ortaklık, ilk darbeyi orada yedi.
Sert bastırıldı. Çok kan aktı.
Kürtlerde Ankara’ya, Ankara’da Kürtlere karşı güvensizliğin tohumlarını attı.
O yıl “savunma refleksi”yle “Şark Islahat Planı” hazırlandı.
Planın özü, “Doğu’nun Türkleştirilmesi”ydi.
Ne zamandır o tabancayı arıyordum. “Sarı Zeybek”in final sahnesinde patlayan o tabancayı...
10 Kasım sabahı Atatürk’ün yaveri Salih Bozok’un kalbine sıktığı tabancayı...
Geçen ay Yapı Kredi Yayınları’na uğradığımda, “Biliyor musunuz, o tabanca bizde” dediler.
İnanamadım.
Az sonra bankanın zengin tarih arşivinin kasaları açıldı; içinde özenle korunan tabanca çıkarıldı.
Smith Wesson marka, sedef kabzalı, 228411 seri numaralı bir silahtı bu...
Banka, tabancayı bir koleksiyonerden satın almıştı. Salih Bozok’un diğer bazı eşyaları, notları, kitapları, fotoğraflarıyla birlikte...
20 yıl önce bugün, Berlin Duvarı yıkıldığında 32. Gün’de çalışıyordum.
Duvarın balyozlanışını heyecan içinde izlemiştik.
Mazinin beton perdesi bir gün içinde unufak olup 7 kıtaya yayıldı; her bir parçası, karanlık bir devrin simgesi olarak çekmecelere tıkıldı.
Alman rock grubu Scorpions “Winds of Change”i (“Değişim rüzgârları”) estirirken “Hiç düşünmüş müydün/ kardeş gibi yakın olabileceğimizi” diye soruyor, “Havada istikbali hissedebiliyorum” diyordu.
Biz de yeni bir ümit kapısının eşiğinde olduğumuzu hissediyorduk.
Evlerimize o eşikten atlayan ilk askerin posterini asıyorduk.