Başbakan havadayken gazetecilere itiraf etmişti.
“Oyumuz yüzde 30’un altına indi” diye.
Ekonomideki sıkıntılar su yüzüne çıkmaya başlamıştı ki; e-muhtıra geldi.
Sonra apar topar seçimlere gidildi.
Seçim gezisine çıkıp İzmir’e geldiğimde çevredekilere şöyle demiştim.
“Bu seçimin galibi belli... ANAP-DYP birleşmesi olmayınca, merkez sağda hiçbir alternatif kalmadı. AKP mağdur edebiyatını yine uyguluyor. Bu strateji de Anadolu’da tutmuş durumda...”
Bazıları yüzde 47’ye şaşırmış olabilir.
Size çok örnek sayabilirim de... Son bir aydır konuşulanlara, tartışılanlara şöyle bir bakalım.
Önce Fatih Altaylı’nın hazırladığı “Teke Tek” programına katılan iki genç kızımız şöyle bir açıklamada bulunuyor.
“Atatürk’ü değil, Humeyni’yi seviyorum...”
Bunu söyleyen Kanada’ya iltica etmiş, yedi yıl sonra Türkiye’ye geri dönüş yapan Nuray Canan Bezirgan...
Daha da ileri giderek İngiliz himayesinde yaşamayı tercih edebileceğini söylüyor.
Hükümet kanadından tek bir ses çıkmıyor.
“Nuray Canan Bezirgan, bir
Yatağan Termik Santrali 1981 yılında kuruldu. Santrale ilk defa 1989’da gittim, sonrasında da değişik vesilelerle ziyarette bulundum.
Her defasında desülfrizasyonunun yani baca gazı arıtma tesisinin çok yakında kurulacağı söylendi.
Ama bakanların, bürokratların bu sözlerini tutmaları epeyce zaman aldı.
Ersin Faralyalı’nın Enerji Bakanlığı yaptığı dönemde kalabalık bir grupla inceleme gezisi yapmıştık; sonrasında çalışmalar hızlandı ve proje onaylandı.
Yine de bürokrasi, Türkiye’nin yaşadığı ekonomik ve siyasi çalkantılar
Her zaman yazıyorum. Türkiye’nin düzelmesi için siyasetin düzelmesi gerekir. Siyasette etik, siyasette dil, siyasette uzlaşma kültürü olgunlaşmadığı sürece değişimin yakalanabileceğine inanmıyorum. 22 Temmuz seçimleri öncesinde Güneydoğu’nun tamamını gezmiştim. Öncesinde de çeşitli vesilelerle Doğu Anadolu’ya, Karadeniz’e gitmiştim. Ege Bölgesi her an göz hapsimiz altında... Çanakkale’ye, Uşak’a, Denizli’ye toplantılara katılmak için defalarca gidiyoruz. Fotoğraf değişmiyor.
İnsanımı­
İstisnasız tüm partilerin yetkilileriyle, il başkanlarıyla, milletvekilleriyle, üst yönetimiyle oturup konuşuyoruz. Kendileri kabul etmiyorlar ama... TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa Koç’un “Akıl tutulması...” yorumu hemen hepsi için geçerli diye düşünüyorum.
Her partinin olayları kendine göre yorumlaması normal görülebilir; ancak Türkiye’de yaşanan siyasi süreci böyle yorumlamak ne kadar doğrudur?
Bundan bir süre önce “İzmir için sivil bir dil oluşturmak gerekiyor” diye yazmıştım. Aklın
Başbakan grup toplantısında bile mesajlarını futbola dayandırarak veriyor.
“Demek ki başarı için sadece 90 dakika yeterli değil, son nefese kadar bu işi sürdürmek gerekiyor...”
Milli Takım’ın Çek Cumhuriyeti karşısında aldığı galibiyete şapka çıkarmamak elde değil.
Belki Fatih Terim gibi düşünmüyorum ama insan hayatında mucizelerin de olduğunu kabul ediyorum.
Yani Fatih Terim’in “Mucizeleri yaratmak zaman alır...” sözüne değil de; Konfüçyüs’ün “Hiç kimse başarı merdivenine elleri cebinde
Avni Anıl ile aynı gazetede yazı yazmak, onunla sohbet etmek müthiş bir ayrıcalıktı. Kendi arşivime girip Avni abiyle yaptığımız ve o dönem yayınladığımız röportajlardan sizin için bir derleme yaptım.
* * *
“Müzik ve tiyatro koluna halkevinde girdim. Halkevlerinin sanata katkısı çok olmuştur.
Ben musiki adına her şeyi orada öğrendim. Maddi durum itibarıyla kitap alma şansımız yoktu, kitapları orada okudum. En büyük üzüntüm halkevlerinin kapatılmasıydı. Münir Özkul gibi dehalar oradan yetişmiştir...”
“1952 yılının yazında bizi İzmir’e gönderdiler. O yılki Uluslararası İzmir Fuarı’nda görev aldık. Birçok olaya müdahale ettik. Kapkaççıları, üçkağıtçıları, kadın ve kızlara söz atan tacizcileri yakaladık. Enstitüde iki yıl daha okunup komiser, müdür olunuyordu. Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Gönlümü emniyette bırakıp musikiye gittim. İki yıllık polislik serüvenim sona erdi. 1954 yılında kadrom, Başbakanlık Basın Yayın Umum Müdürlüğü’ne aktarıldı.
1998’in 22 Nisan’ı Necdet Karar’la birlikte (Chopin Necdet) Avni Anıl’ı aradık.
Necdet abi müthiş bir müzik adamıydı. Hoş sohbetti, şakalaşsın severdi.
“Avni Anıl’ın 23 Nisan yaşgünüdür, davet edip bir pasta keselim. Bir de şaka yapalım...” dedi.
Kabul ettim.
Avni abiyi gazeteye davet ettik.
Pastayı görünce sürpriz yaptığımızı anladı, bu jeste de çok sevindi.
Ama Necdet abi, pastayı kestikten ve bir dilim aldıktan sonra asıl bombayı patlattı: