Önce Alman basınından bir haber: "Dışişleri Bakanı Joschka Fischer Türkiye'ye silah ve tank satışına karşı..."
Ve bu haber Ankara'nın "Tank talebimiz yok" demesine rağmen Alman resmi makamlarınca da doğrulanıyor.
Tesadüfe bakın ki bu haber ve resmi Alman açıklaması ajanslardan ulaştığı an başka bir açıklama da elimize geçiyor.
Almanya'daki "Türkiye Araştırmalar Merkezi" Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen imzalı açıklamada da özetle şöyle deniyor:
"Almanya'da merkez sağ partiler, tıpkı yeni vatandaşlık yasasında takındıkları tutum gibi, olumsuz bir çaba içine girerek, Türkiye'nin tam üyeliğine 50 yıl - 75 yıl gibi anlamsız vadeler biçerek, ilişkileri torpilleme çabasına girmişlerdir. FDP Genel Sekreteri Guido Westerwelle'nin Türkiye'nin tam üyeliğini birkaç kuşak sonraya erteleyen yaklaşımı gibi, CDU'lu politikacı Friedbert Pflüger'in; Türkiye, Almanya'nın olumlu yaklaşımını hak etmemiştir, türünden sözleri de kaygı uyandırıcıdır. Hıristiyan din adamlarının, 'AB bir Hıristiyan birliğidir' türünden açıklamaları da esef vericidir."
* * *
"Tahkim" Meclis Anayasa Komisyonu'nda bugün görüşülüyor.
Anayasa'nın 47, 125 ve 155. maddelerinde değişiklik öneriliyor.
Nedir tahkim?
Tarafların aralarındaki ihtilafın çözümünü önceden yaptıkları bir anlaşmaya göre saptadıkları hakem denen kişilerin kararına bırakmaları...
Türkiye'de tahkim, yabancı yatırımcı, yabancı sermaye ihtiyacı nedeniyle gündeme geldi.
Yabancı yatırımcı kendisini güvende hissederek sermaye getirmek için uluslararası tahkimi gerekli görüyor.
İşin uzmanları, Mustafa Özyürek ve Şükrü Kızılot vergi konusundaki değişliklere devamlı değiniyorlar.
Bu değişikliklerin içinde olması gereken telif kazançlarıyla ilgili düzenlemenin de önemle üzerinde duruyorlar. Bilim adamlarını, sanatçıları, yazarları, çizerleri, bestecileri, programcıları, ressamları, hattatları, heykeltıraşları düpedüz cezalandırıcı, onları formaliteye boğucu durumun değiştirilmesi gereğini vurguluyorlar.
Yanlışlığa önayak olan Zekeriya Temizel'di.
Neydi yanlışlık?
Bilim adamları, sanatçılar, kültür adamları, yazarlar yüzde 11 Gelir Vergisi stopajı, yüzde 15 KDV olmak üzere toplam yüzde 26 vergi ödüyorlardı. Hem de brüt gelirden. Hem de masrafların da maliyetin içinde olduğu gelirden... Bu şekilde yüzde 26 vergi ödeyen başka meslek erbabı yoktu.
Esnaf, tüccar ve serbest meslek erbabı için Gelir Vergisi tabanının yüzde 15 indirildiği 1999 yılında, bu kişilerden brüt üzerinden alınan yüzde 26'lık vergi, devlet için çok iyi bir gelir sayılırdı. Sayılmıyorsa, artırılabilirdi de...
"Ekonomimiz ciddi bir darboğazda."
Başbakan Ecevit'in son günlerde kullandığı cümlelerden en önemlisi belki de bu.
Ve buna dayanarak sosyal güvenlik reformu ile emekli olma yaşı sınırları yükseltiliyor.
Ve yine bu cümle temel yapılarak memur maaşlarına zam yüzde yirmi ile sınırlı tutuluyor.
Ecevit cümlesini şöyle sürdürüyor: "Eğer sosyal güvenlik reformunu yapmasaydık devlet çökecekti."
Devletin çökmesinden büyük tehlike ne olabilir?
İçişleri Bakanı'nın eğlence yerleri için başlattığı denetleme faaliyetleri neye dayanıyor?
Bana sorarsanız, bu denetlemelerin temelinde "eğlence yeri nerelerde olabilir?" sorusu yatıyor.
Şehir planında sanayi bölgesi, işyeri, eğlence yeri olacak bölümler belli; onun dışındaki bölgelerde, konut alanlarındaki cadde ve sokaklarda eğlence yeri, lokanta olamaz.
Belli bir ölçüden küçük yerde eğlence yeri, bar, lokanta açılamaz.
Eğlence yeri ve lokantaya elverişli olarak inşa edilmeyen veya o duruma getirilemeyen binalar eğlence yeri, disko, bar ve lokanta olamaz.
Gürültüsü, müziği dışarıya akseden yerde eğlence yeri, lokanta açılamaz.
Böyle bir uluslararası rezalete herhalde pek sık rastlanamaz.
Türkiye'nin bir iç sorunu İtalyan meclisinde gündeme alınıp konuşuluyor.
Türkiye'nin Güneydoğu sorununun, terör sorununun, Apo'nun, İtalyan parlamentosunda iki gün tartışılması ne anlama geliyor?
Herhalde bazı İtalyan politikacıların densizliği, kendini bilmezliği anlamına.
Konuyu gündeme getiren, Türkiye'nin de içinde bulunduğu uluslararası kuruluşlardan biri olsa bir derece hazmedilebilir, ama İtalya'nınki tam anlamıyla "hariçten gazel okuma" sayılmaz mı?
Üstelik bu İtalya; baskının, "Apo'yu asmayın" emrinin, Türkiye üzerinde aksi tesir yapacağını düşünemeyecek kadar da dar ufuklu mu?
Devlet Bakanı Hikmet Uluğbay'ın intihar teşebbüsüne benzer bir olay Türkiye'de az rastlanan olaylardandır.
Daha doğrusu intihar çoktur da bu tip şeref intiharları yoktur.
Uluğbay'ın davranışı onurlu bir insanın kendisine veya maiyetine karşı yapılan haksızlığa verdiği en ağır cevaptır.
Bazıları için dürüstlüğüne toz kondurulmaması her şeyden önemlidir. O noktaya haksız tecavüz her şeyin bitişi demektir. Aslında bu, yukarıda da değindiğimiz gibi Türkiye'de özellikle son yıllarda pek de görmediğimiz bir durum, bir anlayıştır.
Günümüzde genellikle görünen: "Yüzüne tükürseniz, Yarabbi şükür" diyen tiplerdir.
Borsayı etkileyenler, işadamlarına tüyo verenler, "enflasyon yüzde yüz olur" diye demeç vererek piyasayı allak bullak edenler, "şok paket geliyor" diye hükümetin önlemlerini önceden ilan edenler, bunları yapanlar hep ortaya çıktı ve eleştirildi. Ama ne oldu? Yaptıkları yanlarına kar kaldı. Ülke onların yüzünden hep kaybetti, ama onlar hep kazandı, hep ayakta kaldı. Onlardan intihar beklenemezdi ama siyasi ölümleri mümkün olabilirdi. O da olmadı...
Oktar Babuna olayı, "Uygun ilik bulunmazsa bir genç beyin cerrahımız 15 gün sonra ölecek" diye başladı.
Sonra büyük bir gayret ve katılımla vatandaşlar uygun ilik bulunması için kan vermeye koştu.
Yalnız bu kanlar için üniversitede yeterli laboratuvar yoktu.
Kanlar yurtdışına yollanmaya başlandı.
Kan bağışına paralel olarak bir yandan da para bağışları başladı.
Amaç genişledi; Oktar Babuna'yı kurtarmayı aştı, bir ilik bankası kurma aşamasına geldi.