Ülke, 18 Nisan'dan daha karmaşık bir görünüme bürünmüş gibi de olsa, kıyamet koparmışçasına telaşa gerek var mı?
"Türkiye içine kapandı, artık dünyaya açılamaz" gibi aceleci yorumları bir yana bırakıp, bu tablodan ülke yararına ne çıkartılabilir, nasıl çıkartılabilir, onun yolunu aramak, bulmak gerekmez mi?
DSP'ye de, MHP'ye de ne bu halk yabancıdır, ne de bu partiler ülkeye yabancı. İkisi de Türkiye'nin köklü siyasal kuruluşlarıdır.
Toplumsal akıl, halkla Meclis'e giren partileri, "ülke çıkarı" ortak paydasında kaçınılmaz şekilde birleştirecektir. Başka yolu yok.
* * *
MİLLİYETÇİ değerler Türkiye'de boşuna yükselmedi.
Oy yüzdesi de, milletvekili sayısı da yeni hükümeti kurma görevinin ilk Ecevit'te olacağını gösteriyor.
Transferlerle dengeler sarsılmazsa, koalisyon en az üç partiden oluşacak.
Hükümet ihtimallerine gelmeden önce şu tespiti yapalım.
18 Nisan'da, erken seçim olsun ısrarında bulunanlar bu seçimin mağlubu oldular.
Başta en büyük ısrarcı Baykal, sonra Çiller ve Kutan.
Onların ve ANAP'ın mağlubiyeti Türkiye'de yepyeni bir tabloyu ortaya çıkarttı:
Partiler arasındaki yarışı, seçim öncesi tahminlere paralel olarak DSP'nin önde götürdüğü anlaşılıyor.
Tabii bu, bu yazı yazılana kadar açılan sandıkların verdiği izlenim.
Açılan sandık sayısı ilerledikçe sonuçlar değişir mi göreceğiz.
Bu arada ilk sonuçlar, MHP'nin atılım yapacağını söyleyenlerin haklı çıktığının kanıtı sayılabilir. MHP'nin ikinci durumda olduğu görülüyor.
FP ile ANAP üçüncülük için çekişiyor. Ve bu yarışı FP'nin önde bitirme ihtimali daha yüksek.
Çiller'in de, Baykal'ın da beklediklerini bulamadıkları anlaşılıyor.
Abant İstanbul'a da, Ankara'ya da 2.5 saatlik mesafede. Bolu şehir merkezine yarım saat uzaklıkta. Ve Ankara - İstanbul otobanından 22 kilometre içeride.
Yani kuş uçmaz, kervan geçmez, kenarda, köşede kalmış bir cennet alan değil. Çoğumuza adeta semtimizdeki bir park kadar yakın.
Abant cenneti iki büyük otelle de insana adeta davetiye çıkartıyor.
Özet; Abant'ta tabiatın cömertliği sonsuz. Medeniyetin imkanı sonsuz. Yani; tabiat harikası ama konfor fukarası değil.
Ve bu sonsuz imkan dört mevsim için mevcut. Abant'ta her mevsim ayrı bir güzellik var.
Ama birkaç gün kalınca bu cennetin, bazı adamsendecilerin elinde kaldığını düşünmeden edemiyorsunuz.
Her seçim önemlidir.
Ama bu seferki daha da önemli.
Düşünün, seçimin sonucu bir ANAP + DSP koalisyonunu sağlarsa Türkiye beş yıl rahat etmez mi?
Daha iyisi düşünülemediğine göre bu ikili kompozisyon istikrarın anahtarı gibi görünüyor.
İkili ortaklık iktidar için sayı olarak yetmezse, gelin buna MHP'yi de katın.
Yine Türkiye beş yıl rahat bir nefes alırmış gibi geliyor.
Türkiye'nin büyüklüğü dış olaylar nedeniyle daha iyi görülüyor.
Türkiye'nin bir bölgesel güç olduğu her dış olayda ortaya çıkıyor.
"Adriyatik'ten Çin Seddi'ne" sözü boş laf değil.
Bulgaristan'da Türkçe konuşuluyor, Yunanistan'ın Batı Trakya'sında Türkçe konuşuluyor, Bosna'da Türkçe konuşuluyor, Makedonya'da Türkçe konuşuluyor.
Kosova'dan Kırklareli'ye de Makedonya'ya da göçen Arnavut da Türkçe konuşuyor.
Yıldırım Aktuna'nın boynuna sarılan Kosovalı göçmen kadın "Ajda Pekkan'ın kocası..." diyor.
Rusya 9 savaş gemisini daha Adriyatik'e yolluyor.
Rus Dışişleri Bakanı İgor İvanov ile ABD Dışişleri Bakanı Madeleine Albright buluştular, görüştüler ama anlaşamadılar.
Sırplar, Arnavutluk'a girdi, iki köyü top ateşine tutup bir süre için de olsa işgal etti.
Miloşeviç, NATO'ya da, komşularına da meydan okumaya devam ediyor. Savaşa Rusya'nın da katılması için gayret sarf ediyor.
Bunlar neyin ifadesi?
Balkanlar'daki krizin, yayılma istidadında bir savaş olduğunun.
Nereden nereye geldik, nereye gidiyoruz?
28 Şubat sebep miydi, sonuç mu?
Siyasilerin ülkeyi yönetememelerinin sonucu.
Yönetim boşluk kabul etmezdi, 28 Şubat doldurdu.
Peki bununla siyaset adına, dolayısıyla ülke adına beklenen tüm olumlu gelişmeler sağlanamaz mıydı?
Sağlanabilirdi: