Gazetecilik eğitimi görenlerle yıllardır beraberim. Elimden binlerce öğrenci geçti. Ona dayanarak söylüyorum.Abdi İpekçi, Burhan Felek, Ecvet Güresin, Ahmet Emin Yalman, Haldun Taner, Çetin Emeç, Ömer Sami Coşar, Nadir Nadi daha başkaları, özellikle güne damga vurmuş eski muhabirler bile tanınmıyor. * * *Mesela Abdi İpekçi.Abdi Bey öldürüldüğü için, cinayete kurban gittiği için Abdi Bey olmadı.Abdi Bey'in en önemli özelliği, basın etiğine sıkı sıkıya bağlılığıydı. Ve o Türk basınının dünyaya açılan yüzüydü. 8 yıl "IPI" yönetim kurulunda çalışmıştı.Hukuk fakültesinde okurken İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü'ne de devama başladım. Abdi Bey beni oradan aldı, Milliyet'te getirdi. 40 yılı aşkındır Milliyet'teyim. Milliyet'te çalışırken Abdi Bey'in enstitüdeki yardımcılığını da yaptım.Derse onun Volkswagen'iyle giderdik, şoförü yoktu. Yıllar sonra da olmadı. İçinde vurulduğu küçük BMW'yi de kendi kullanıyordu.Büyüklüğü, tevazuunun altında ezilirdi. * * *ABDİ Bey Milliyet'te tek otoriteydi.İnandığı konuda inatçıydı.Çalışanlara karşı adildi.Gazeteciliğin her dalında en iyiydi. İyi sayfa sekreteriydi, iyi yazardı, iyi çizerdi, iyi değerlendirir, iyi başlık atardı, iyi
Moral verici bir hareket 70 milyonun kenetlenmesine, birlik ve bütünlük içinde olmasına, Türk vatandaşı olmakla duyduğu iftiharın pekişmesine yol açacak.***Mesela, Türkiye Cumhuriyeti'nin dünyada nükleer alanda göstereceği başarı bu morali toplumumuza verebilir. Ama nerede? Nükleer güç olmak nerede?Nükleer santralların yapımı dünyada hızla ilerlerken biz hâlâ "yapılmalı mı, yapılmamalı mı?" tartışması yaşıyoruz.Pakistan, Hindistan, Kuzey Kore ve en son komşumuz İran nükleer gücü askeri alana aktaran ve aktarmak isteyen ülkeler oldu. Biz onları seyrediyoruz, daha doğrusu tartışma ile vakit harcıyoruz. 1 Mart tezkeresinin reddi ile ABD ve Türkiye'nin arası bozuldu.Yani, "nükleer gücü ne yapacağız. Bizim stratejik ortağımız ABD'de atom bombası var, o bizi korur" bahanesi, gerekçesi artık yok.AB bizi en aşağı 15 yıl sonra arasına alacak. Hem de hangi şartlarla, o da belli değil. Öyleyse bir yandan dostluklarımızı sağlamlaştırırken, öte yandan da herkes düşmanımızmış gibi hazırlıklı olmayalım mı?Olalım.Ama hangi anlayışla, hangi hükümetle?***Bülent Arınç, AKP'nin ileri gelenlerinden biri sayılıyor. Üstelik Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin başında. Onun için sözlerine önem
Bakıyoruz, Türkiye'de çoğu kişi ülkenin iyiye gittiği kanaatinde değil.30-40 yıl sonra, parçalanmış bir Türkiye'nin hesabı bugünkü sorumlulardan belki sorulabilecek o kadar.Kırmızı çizgilerimizde olduğu gibi Türkiye'nin bütünlüğünden vazgeçmek zorunda kalacağız.Kalacağız derken kastımız Ankara'dır, bu iyi biline.* * *2006 yılına girdik.Yani Cumhuriyet'in 83. yılındayız.83 yıldır ilk günkü gibi "muasır medeniyet seviyesine" ulaşmak için didiniyoruz. Dile kolay, 83 yıl.Diyeceksiniz ki, "Türkiye neredeydi, nereye geldi görmüyor musun?"Ben de diyorum ki, 83 yılda Avrupa ülkelerine bir bakar, mukayese eder misiniz?Mesela kişi başına milli gelir farkının da farkında değil misiniz?Hâlâ, "gelişmekte olan ülke" olarak 2. sınıf devletler arasında anılmıyor muyuz? Üstelik cari açığı olan, "gelişmekte olan olan" birkaç ülkeden biriyiz.* * *BAŞA dönelim.Yıl 2006 Güneydoğu'da hâlâ Türkçe bilmeyen Türk vatandaşları var.Neredeyse bir yüzyıl geçecek. Bazı vatandaşlarımıza Türkçeyi öğretememişiz.Başta Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ne bulunan Demokratik Toplum Partisi'ne (DTP) mensup 56 belediye başkanı, Danimarka Başbakanı Rasmussen'e
"Yılın olayı" ve "yılın diğer olayları."Ben de, "yılın olayı" olarak "yolsuzluk"u seçtim.Yolsuzluk olarak yıla damgasını vuran "Kapıkule gümrük yolsuzluğu" oldu.69 gümrük memuru ve polis tutuklandı.Şimdiye kadar duyulan, söylenen ancak gün yüzüne çıkarılamayan bir yolsuzluk böylece meydana çıkarılmış oldu. Yani mahkemeye intikal etti.Hem de 69 sanıkla. Bu bir rekordur.Yılın diğer olayları "hastane skandalı" ve "Fatih Terim'in maaşı" oldu.Niye?Sağlığımızın kime emanet edildiğini ve maaşlar arasındaki uçurumu, tenakuzu göstermeleri bakımından.Gümrüklerden sorumlu bir bakanımız var.Bu bakanımız yurtdışında dolaştığı kadar gümrüklerimizle meşgul olsaydı, bu yolsuzluklar AKP iktidara geldikten sonra devam eder miydi?Herhalde etmezdi.Söylentiler ayyuka çıktıktan sonra, hem de Edirne'ye tayin edilen yeni bir emniyet müdürünün himmetiyle bu büyük ve yılların yolsuzluğunun meydana çıkarılması, o bakanı perişan etmedi mi, yüzünü kızartmadı mı?* * *GERÇEKLEŞTİRİLEN operasyonda, Kapıkule'deki bazı görevlilerin rüşvet almanın yanında kadınlarla cinsel ilişkiye girdikleri de gizli kameralarla saptandı.Tecrübeli gümrükçülerin stajyer memurlara "yakalanmadan rüşvet almanın inceliklerini"
Bizim sistemimiz icabı, iktidar demek bir bakıma başbakan demek. Peki Türkiye Cumhuriyeti'nin başında ne yaptığını, ne konuştuğunu bilen bir Başbakan var mı? Yok."Hasan almaz, basan alır" diyen o, İzmir'e "Gâvur İzmir" demek isteyen o.Bizim şanssızlığımız, bu iktidarın yerini alabilecek bir partinin, bir başka liderin olmaması. Eğer olsaydı, Meclis'teki sandalyelerin üçte ikisine bu Başbakan sahip olur muydu?* * *EKONOMİK politika IMF'ye bırakılmış, ama son günlerde o alanda da alarm zilleri çalıyor. Başbakan'ın dün cevapladığı, TÜSİAD'ın çıkışı da boşuna değil. Dış politika ile iç politika ise sözde bu iktidarın elinde. Ama perişan bir durumda.Avrupa'nın belki de en kalabalık ve en modern ordusunu besliyoruz, ama sanki boşuna.Kuzey Irak'ta Barzani istediğini yapıyor. Türkiye'de çıt yok.Ne oldu ilan edilen kırmızı çizgiler? Yoksa, solup beyazlaşan çizgilerin tekrar kırmızılaşması için, 30 Ağustos değişikliği mi gerekiyor?Bu iktidar kendi tabanına verdiği sözleri de tutmadı.Ne oldu türbanla üniversiteye serbestçe girmek?Ne oldu imam hatip sorunu?* * *ÜLKE parçalanmaya doğru hızla götürülüyor, bu iktidar bunu da durduramıyor.Zaman zaman bölünmenin provaları yapılıyor, ama
Kanserden değil.Kan verilmemesinden.Çünkü o bir Yehova Şahidi idi.Daha 55 yaşındaydı ve 21 gün önceye kadar hayat dolu güzel bir kadındı...Ama öksürüyordu. Zaman zaman da kendisini yorgun hissediyordu, üşüttüğünü, grip olduğunu zannediyordu.Gittikleri doktor kötü haberi verdi, kadın ilik kanseriydi.21 günde doktor ve hastane fırtınası yaşandı.Bir doktor, "Kan verilirse en aşağı hastanın beş yıl yaşayabileceğini, kan verilmezse bir iki haftada öleceğini" söylüyordu.Kadının arkadaşları ikiye ayrılmıştı.Bir grup "Yehova Şahidi", diğer grup kadının lise sınıf arkadaşlarıydı ve bunlar "Yehova Şahidi" değildi.İkinciler, "Hemen kan verelim, yaşamını uzatalım sonra tedaviye başlayalım, beş yılda her şey değişebilir, yeni ilaçlar bulunur" diye gözyaşı döktüyse de sözlerini geçiremedi.Birincilerin, yani Yehova Şahitlerinin dediği oldu. Onlar kan verilmesine katı olarak karşı durdular. Kadının yaşamasını sağlayacak kan verilmedi. "Yehova Şahitleri"ne göre kan verilmesi günahtı.* * *YEHOVA Şahitliği Amerika'da 1916'da ölen Charles Tace Russell tarafından aşağı yukarı yüz yıl önce kuruldu.Bu adı, yani "Yehova Şahitleri" adını 1931'den sonra kullanmaya başladılar.Yehova Şahitlerinin kutsal
Demek ki, Türk kimliği öldü veya öldürüldü. Boşluk doğdu. Son günlerdeki tartışmalardan bunu anlıyoruz.AB'nin Ankara'daki temsilcisi Kretschmer'in sözleri belki de tüm Avrupa'ya tercüman oluyor."Azınlıklar Lozan'da belirtilmiştir demek ve Lozan'ı sadece Yahudi, Rum ve Ermenileri kapsayacak şekilde sınırlı olarak yorumlamak yersizdir."Yani, AB temsilcisi, Kürt kökenlilere ve Alevi vatandaşlara "azınlıksınız" demek istiyor. Buna Kürt kökenli kardeşlerimizin büyük ekseriyeti ve Alevi vatandaşlarımız itiraz ettiler. "Biz azınlık değiliz" dediler. Çok doğru da yaptılar.Yunanistan, Lozan'da "Türk" değil "Müslüman" yazıyor diye "İskeçe Türk Derneği"ni kapattı. Yunan yargıtayı da bunu onayladı. Yunanistan, Arnavut ve Makedon azınlıklarını da reddediyor. AB bunlara ses çıkarmıyor. Ama Türkiye'ye gelince muamele değişiyor.Buna "çifte standart" denir.Bu, Lozan'ı tartışma değil, açık konuşalım, Türkiye'yi parçalamaktır, parçalama isteğidir. Yugoslavya'ya reva görülenin Türkiye için de istenmesidir.* * *TÜRKİYE'de her gün "ekonominin iyiye gittiğini" söyleyenler var. Henüz halka aksetmese de bu iyiye gidiş söylemlerine şimdilik ihtiyatlı "evet" denilebilir. Fakat dış politikada aynı şey
Hangi öğretmen gösterisi?Bir habere göre öğretmenler 11 parça.Yani eğitimbilim işkolunda 11 sendika var. Çoğu çeşitli siyasi partilere yakınlığıyla tanınıyor.Pınar Aktaş ve Bahar Atakan soruyor: Bu durumda sendikalar öğretmenleri mi, yoksa siyasi partileri mi temsil ediyor?Çok yerinde bir soru.Öğretmenlerimize kötü muameleyi kim yaparsa onu biz de eleştiririz.Ama bu soruyu sorarak.* * *MİLLİYET'in 25 Kasım Cuma günü 12. sayfasında bir fotoğraf vardı, gördünüz mü?Bu 4 sütunluk fotoğrafın resimaltı şöyleydi:"Hem yatak odası hem sınıf.Yer Şemdinli... Tarih: 2005 Batı'da görev almak yerine Türkiye'nin en uç noktasını seçen bu idealist öğretmen, tek odalı derme çatma okulda eğitim vermeye çalışıyor. Sınıfı hem yatak odası hem de makam odası olarak kullanan bu öğretmen, ısınma sorununu da sınıfın orta yerine soba kurarak çözmüş."Resmi görmüş kadar oldunuz, değil mi?Yani?Yanisi şu, 11 sendika sorunu başka başka yönlere çekiyor. Oysa ilk sorun, acil sorun, Şemdinli'deki o öğretmeni hatırlama, unutmama sorunudur. O da, "öğretmenin sendikası" olmakla mümkündür, partici olmakla değil.Olli Rehn bunu unutuyor.Bunu da söylemeli ama söylemiyor.* * *OLLI Rehn AB'de hayvan haklarının insan hakları