Galatasaray’ın sahibi kim? Büyük derin ağabeyler değil mi?.. Neredeler peki?
Bir Galatasaray başkanına en feci dramları yaşatırken varlar. Galatasaray kulübü tarihindeki en büyük dramı yaşarken neden çözüm bulmuyorlar?
Onlar değil mi yetki ve sorumluluk sahibi? Galatasaray onların değil mi?
Cayır cayır yanıyor işte.
Sorumluluk, elinden sorumluluk ve yetkiyi aldıkları Adnan Polat’da mı şimdi? Yetkisiz ve aciz bir başkan...
Bitmiş.
Bitirmişler.
İnsanoğlunun icat ettiği her yeni suça karşı çıkarılan her yeni yasa gibi, futbol terörünü önleme yasası da “irkiltici” geliyor en başta...
İrkiltici, kısıtlayıcı, hatta zalim.
Ceza yasalarının tabiatı gereği değil, gerçekten zalim.
Statta koltuk kırana altı yıl hapis!..
Kışkırtıcılara yüzbinlerce lira ceza!
Maç bileti almak, gözaltına alınmaktan farksız yeni uygulamada...
Günden güne daralan yaşam alanımız, futboldan da ağzının payını aldı şimdi.
Adnan Polat’ın “devrilmesinde” anlaşılamayan nokta nedir?..
Başkandaki kamikaze sendromu!
“Her şey ortadaydı, Polat nasıl farkına varıp seçime gitmedi” değil mi?
Bile bile lades yani.
Satır indi. Hem azlettiler, hem bir yıl seçilme şansını kaybetti. Bir daha da kolay kolay dönemez. Oysa bir erken seçimde hem tarihe geçmeyecekti (!) hem de tekrar kazanma ihtimali bile vardı.
Adnan Polat bir çılgın mı?
Durumu kavramaktan mı acizdi?
Bugüne kadar ayağında krampon olan hiçbir adam Hamit Altıntop kadar berrak yaklaşmamıştı Avrupa’daki Türk futbol yeteneklerinin Türkiye ile ilişkilerine...
Hep eyyam, hep geçiştirme...
Bize gol attıkça yüreğimiz acıyan, kariyeri yükseldikçe bize buruk bir mutluluk tattıran “Avrupalı” gençlerimize hiç kimse “Ay-Yıldız için yalvarmalısınız” diyememişti Hamit Altıntop gibi.
“Acı ama gerçek” tarafından şöyle bir “durum tespiti” yapamamıştı:
“Avrupa’da 10 tane yetenekli gencimiz var, biz gidip onlara yalvarıyoruz. Anasına, babasına, dayısına telefonlar gidip gelmeler.”
Ve “malum” sonucu bu kadar sert ilan edememişti:
“Orada olmazsa Türkiye’ye geliriz diyorlar. O futbolculardan ne kadar faydalanabiliriz ki”!..
Derdimiz nedir bizim Emre’yle?.. Futbolunu mu beğenmiyoruz, gayretini mi az buluyoruz, koşmuyor mu, oyuna akıl koymuyor mu, gezer mi, derbeder mi?
Hayır... Emre’de bunların hepsi on numara.
Aklı başında her futbolsever, şu futbolumuzun sınıf atlaması için en az üç tane daha Emre istemezse, ya angaje fanatiktir ya da futboldan bihaber.
* * *
Buna rağmen dertliyiz Emre ile...
Çünkü hırçındır kendisi. Agresiftir. Olay çıkarma üstadıdır. Durduk yerde hem kendisine hem de takımına zarar vermek gibi tuhaf bir motivasyon sahibidir.
Her lafını ölçe tarta söyleyen Milli Takım Teknik Direktörü Hiddink’e bile “Emre'nin Güney Kore maçında yaptığı aptalcaydı” dedirtmiştir. Hiddink geride kalmış “Emre vakalarını” bilse Güney Kore maçındakini tekil olarak değerlendirmez, olayı “aptallık” olarak nitelemez, belki de “hastalığa” kadar uzatırdı işi.
Bazı suçlar vardır, işleyene / işletene / ihmali görülene en ağır cezaları verseniz bile toplumun ruhundaki sıkıntıyı, bireylerin kalbindeki korkuyu dindiremezsiniz. Gelecekte tekrarlanmayacağından emin olamazsınız.
Olay toplumsal sabıkanıza yazılmıştır. Çıta yükselmiştir. Yinelenebilir... Hatta aşılabilir.
Ya oturup daha beterini beklersiniz ya da radikal önlemlere girişirsiniz.
Arena’daki “şişe” öyle bir şey işte...
Yerini bulsa, Milli Takım kalecisi şu anda ya aile kabristanında ya da komadaydı. Libya’ya müdahaleden sonra Dünya’da ikinci haberdik.
Iskaladı, rahatladık!
Galatasaray’a bir maç ceza; haydi geçmiş olsun!..
Türk Voleybolu en az Avrupa Şampiyonluğu kadar zor ve kritik bir sürece girdi şimdi!..
Çünkü, bizim bildiğimiz belli:
Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Vakıfbank Güneş Sigorta Türk Telekom’lu voleybolcu kızlarımıza “kadın ağıtları” yazar, takımı kolundan tutup siyasetçileri dolaştırır, biraz hediye falan verir sonra da futbola döneriz bir güzel.
Belki bir iki magazin röportajı:
“Şekerim küt inerken tırnağın kırılmıyor mu” tarzı...
Arkasında Fenerbahçe gibi dev organizasyona, kitlelere sahip voleybolcularımızın başarıları aynı şekilde karambole gitmedi mi?
İnanmayacaksınız ama, “Süper Ligin en heyecanlı haftalarında nereden çıktı bu voleybol şampiyonluğu” diyen “sporseverlerimiz” bile vardır bizim.
Yakın tarihteki en tatsız “derbi arifesi” bitti, maç günü geldi...
Olayın en keyifli olması gereken süreci, eziyet gibiydi.
Evet, resmen köpüksüz ekşi bir ayrana benziyordu derbi öncesi. Susuzluktan kıvranmasan bir yudum içilmeyecek bir ayran.
Oysa nabız yükseltmeye ne kadar müsait bir ortam vardı.
Gerilim demiyorum; heyecan... Futbol heyecanı, derbi çarpıntısı, rekabet harareti...
Öyle bir ruhsal taşkınlık yaşayan var mı?
Mesela Hagi... Kaybedecek neyi var ki? Hagi çıkıp (kendi tabiri ile erkekçe söyleseydi) deseydi ki, “Fenerbahçe karşılaşmasını kaybedersek giderim” !.. Nasıl motive olurdu acaba talebeleri?