Türk Sporu’nun dümeni Atina’da kimin elindeyse Pekin’de de aynı siyasetçilerin, aynı bürokratların ve onların “özenle” seçtiği kadrolarının elindeydi.
İlk defa bir olimpiyattan diğerine “Kaptan Köşkü” değişmedi.
Peki, neden “dört yılda dört sporcu arttıramadık” olimpik kafilemizi?
Henüz madalyaların nitelik ve niceliğini hesaba katmıyoruz. Asıl “skandal” orada somutlaşacak, ama zamanı gelmedi.
Sadece 70 milyonluk ülkeden 70 olimpik sporcu bulamayan “sistem” sorguladığımız.
Bir önceki “Ters Köşe” şöyle bitti:
“Türk gençleri mi yeteneksizdi. Yoksa, iki olimpiyatı kapsayan spor politikaları mı yetersizdi. Kabahat bürokratlarda mıydı, özerklik furyasıyla el değiştiren federasyonlarda mı, iktidarla uyum içinde çalışan teknik kadrolarda mı”?
Bu bizim ilk “bahanesiz” olimpiyatımız! Hep “süreklilik”ten, “spor politikası”ndan dert yanmaz mıydık her olimpiyat dönüşünde?
Eloğlunun boynundaki madalyalara ağzımız sulanırken, ağlak bir ses tonu ve nemli gözlerle, tesis, imkan, organizasyon yetersizliği gerekçelerine sığınmaz mıydık?
Haksız da sayılmazdık!
Çünkü ülkeyi yönetenler ve onların spor kadroları o kadar sık değişirdi ki !...
Hiçbir projeyi yapan bitiremezdi. El elin eşeğini ıslık çalarak aradığı için, bitse de hayır gelmezdi.
Buyurun işte... Bahane bitti.
Yirmi yıldır ilk defa aynı Hükümet’in aynı spor politikalarıyla gidiyoruz üst üste ikinci olimpiyata. İsimler değişmiş olsa da aynı parti programını uygulayan, fikren aynı Spordan Sorumlu Bakan’larıyla.
Bir golcü, “yedek”ten başladığı kariyerinde zamana ve zemine bağlı olmadan gol ata ata tırmanıyorsa... Teknik adamı yeryüzünün hangi köşesinden gelirse gelsin sahadaki dakikalarını söke söke arttırıyorsa... Ve Şampiyonlar Ligi gibi bir vitrinde dört gol rekoruyla tarihe geçiyorsa...
Üstelik bunu kaleye daha yakın oynayan 30 milyon euroluk “esas oğlan”a rağmen yapıyorsa...
İster şapka çıkarın ister günah!
O bir futbol fenomenidir.
Lakin bitmedi.
Aynı zamanda aynı futbolcu hâlâ ”yedek” sayılıyorsa ve her sezon üzerine “kuma” alınıyorsa...
Bazen örtülü bazen açık “Semih’le yürümez” gibi bir önyargı asla silinemiyorsa...
Fenerbahçe- Stephen Appiah ilişkisindeki aşamaları kulübün resmi sitesinden öğrenince hayrete düşüyor insan.
Resmen “bebek” gibi bakmışlar Ganalı futbolcuya...
Korumuşlar, gözetmişler, anlayışla karşılamışlar.
Hatta “şımartmışlar”.
Saçı olsa, samur fırçayla tarayacaklar!..
Mesela, Stephen Appiah’ın sözleşmesinin dondurulması için “ödemelerin yapılması ve yazılı onay kaydıyla” Futbol Federasyonu hak tanımış Fenerbahçe’ye... Kullanmamışlar.
İyi niyet hukukun üstünde Fenerbahçe’de!
Köy kahvesindeki Hasan Emmi “futbol ve memleket” ilişkileri üzerine monolog yapmadı. On yıllık hakemliğinin son üç yılını Süper Lig’de icra eden, Beşiktaş’ın 100. yıl maçını yöneten, Olimpiyat Stadı’nın açılış maçında düdük çalma şerefine sahip Hamza Mısır konuştu.
Hem de ne konuşma!..
Duyanlar sersemledi.
Fakat ne yazık ki, duyması gerekenler duymadı!
Ya da bana öyle geldi.
Saygıdeğer kulüplerimizin saygıdeğer yöneticileri, duyup da susmayı tercih ettilerse, bilsinler ki öyle bir şansları kalmadı.
Savcının iddianamesi gibi bir şey bu... Ya belgelerle kendilerini aklayacaklar ya da kamu vicdanında mahkum olacaklar.
Başlık, rahmetli Ecevit’in Meclis’e türban sokmaya çalışan Merve Kavakçı’ya isyanı kadar sert oldu ama çare yok; Lincoln de çok oldu.
Koca sezonu “bir dargın bir barışık” geçirdi kendisi. Hadi, Kalli ile frenkansı tutmadı dedik. Hakan Şükür’den bildik. “Alışacak” diye ümit ettik.
Eeee... Yeni sezon, yeni hoca... Beyefendi sezon açılışına yetişemiyor.
Gerekçe yok. Yarım ağızla bir özür diliyor o kadar.
Belli ki, evinin havuzunda güneşlenirken düşünmüş;
“Ya, birkaç gün sallasam ne olur”?
Sonra da kendi sorusuna yanıt bulmuş:
Futbolu “buz balesi” veya “tramplen atlama” ile karıştıranlar var galiba! Oysa benim bildiğim “rakibe karşı” oynanıyor hâlâ...
Göğüs göğse, kondisyon kondisyona, yetenek yeteneğe, taktik taktiğe, zeka zekaya...
Kazanan, sadece o maçtaki rakibinden iyi...
Rakip, bu işin yüzde ellisi.
Galibiyet coşkulu, yenilgi hüzünlü fakat soru “nasıl oynadık”a gelince, her yanıtın ilk cümlesi “rakibin performansı” ile başlamak zorunda.
Rakibin kondisyonuyla, yeteneğiyle, taktiğiyle, zekasıyla...
Sinan Şamil Sam bana ringi dar ettiğinde çok iyi boks yapmış mı olur? Veya Dünya ağır sıklet şampiyonuna yenildiğinde beceriksiz yerine mi koyulur?
Mahkemede iki kritik “dava”...Ergenekon ve Parti Kapatma.
Güngören’de “katliam”... İlk kez “ikiz” bomba.
Doğu cephesinde değişen bir şey yok... “Al bayraklı tabutlar” günlük vaka.
Ben de her Türk vatandaşı gibi bunlarla yatıp bunlarla kalkıyorum ama...
Şu spor yazarlığı işi, “görme, duyma konuşma” yaftası gibi boynumu acıtıyor bazen. Ruhumu eziyor.
Ülkemin ümüğü sıkılırken, sokaklarında masumların kanı akarken, kırsalı şehit fidanlığı olurken, kelepçe gibi geliyor.
“Spor”cumuyuz, “Üç maymun” muyuz yoksa?