<#comment>#comment>Sanki Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu ile AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan horoz dövüşü yapıyorlar da, diğerleri seyrediyor.
Bizim Atatürk'le, Cumhuriyet'le, Türk Silahlı Kuvvetleri'yle sorunumuz yok, reel politika yapacağız, diyerek yola çıkan ve bu yönleriyle kapatılan Refah ve Fazilet partilerinden farklı olduklarını iddia edenlerin, PKK'yla mücadelede bile Türk Silahlı Kuvvetleri'ni suçlayan, aşağılamaya çalışan, küçük düşürmeye gayret eden söylemlerinden geri adım atmaya niyetli olmadıkları anlaşıldı.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusunu, temel niteliklerini ve kurumlarını hedef almayı temel politika haline getirmiş olanlara karşı bir suskunluk hakim.
Başbakan Bülent Ecevit'in, partisinin grup toplantısında AK Parti ve Erdoğan'ı eleştiren konuşması dışında ses gelmedi.
Örneğin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'den...
Sezer'in konuşmayı sevmediğini, basının görüşme taleplerini ve sorularını yanıtsız bıraktığını biliyoruz. Elbette, bir Cumhurbaşkanlığı, yönetim ve sorumluluk anlayışı. Sezer, haftada bir basın veya dış politika danışmanı aracılığıyla gazetecilerin sorularına yanıt verdiriyor. Ama bazı konular sözcü marifetiyle
Erdoğan'ın bu s"ylemini yine kendisi, kendini tutamayan davranışları tekzip ediyor.Son tartışmayı ele alalım...Erdoğan'ın 1992 yılında Rize'de yaptığı konuşma kamuoyuna yansıdı. Erdoğan, dinleyen herkesi şaşkınlığa düşüren bu konuşmasında, açık biçimde Türk Silahlı Kuvvetleri'ni "cellatlık" la suçluyor. PKK ile 15 yıldır verdiği ve başarıyla sonuçlandırdığı mücadelede, askerleri "lüme g"ndermekle itham ediyor.Türkiye Cumhuriyeti'nin karşılaştığı tarihinin en ağır ter"r saldırıları karşısında 15 yıl savaşmış ve dünyada ter"r "rgütüyle düzenli ordu olarak baş edebilmiş tek "rnek olan Türk ordusuna karşı s"ylenmiş bu s"zlerin elbette akılla, izanla ilgisi olamaz.Bu s"zler, Atatürk'ün çağdaş, laik Cumhuriyeti'ni 70 yıldır içine sindiremeyen ve b"yle bir Cumhuriyet yerine din devleti "zleyenlerin duygularını, gerçek düşüncelerini dışa vurmalarıdır. Demokrasi araçlarını kullanırken aşka gelip gerçek niyetlerini saklamayı başaramadıkları anların bir "rneğidir.Eğer b"yle değilse...AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, asker - sivil, demokrasi gibi savunma yollarına başvurmadan, bu s"zlerini geri almalı ve binlerce şehit vererek ülke bütünlüğünü korumuş Türk halkından ve onun ordusundan "zür
<#comment>#comment>AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın "geliştiğini, değiştiğini" kanıtlamaya dönük söylemi inandırıcı olamıyor.
Erdoğan'ın bu söylemini yine kendisi, kendini tutamayan davranışları tekzip ediyor.
Son tartışmayı ele alalım...
Erdoğan'ın 1992 yılında Rize'de yaptığı konuşma kamuoyuna yansıdı. Erdoğan, dinleyen herkesi şaşkınlığa düşüren bu konuşmasında, açık biçimde Türk Silahlı Kuvvetleri'ni "cellatlık"la suçluyor. PKK ile 15 yıldır verdiği ve başarıyla sonuçlandırdığı mücadelede, askerleri ölüme göndermekle itham ediyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin karşılaştığı tarihinin en ağır terör saldırıları karşısında 15 yıl savaşmış ve dünyada terör örgütüyle düzenli ordu olarak baş edebilmiş tek örnek olan Türk ordusuna karşı söylenmiş bu sözlerin elbette akılla, izanla ilgisi olamaz.
Bu sözler, Atatürk'ün çağdaş, laik Cumhuriyeti'ni 70 yıldır içine sindiremeyen ve böyle bir Cumhuriyet yerine din devleti özleyenlerin duygularını, gerçek düşüncelerini dışa vurmalarıdır. Demokrasi araçlarını kullanırken aşka gelip gerçek niyetlerini saklamayı başaramadıkları anların bir örneğidir.
Birinci saldırı ve yarattığı tehlike askerin cephede 15 yıl savaşmasıyla; ikincisi ise yine askerin sivil dinamikleri harekete geçirerek başlattığı 28 Şubat süreciyle kesilebilmiştir.Bugün duruma baktığımızda g"rünen şudur:Silahlı mücadeleyi kaybeden ter"r "rgütü, siyasi alanda güçlenmeyi başarmıştır. Hatta "zellikle Güneydoğu'da siyasallaşma aşamasını da geride bıraktığı, "meşru" laşma aşamasına geçtiği s"ylenebilir. Siyaset alanında demokratik araç ve olanaklardan yararlanarak meşrulaşma mücadelesi vermektedir. Taleplerin hukuk alanında yoğunlaşması da bunun g"stergesidir. Hukuk sisteminde bir zemin yakalayabilirse bundan sonraki taleplerini bu zemin üzerinden gündeme getirecektir.28 Şubat sürecinde iktidarı kaybeden laiklik karşıtı akım ise r"vanş hazırlığı içindedir. Siyasi mücadelesinin temel hedeflerinden biri budur. Demokrasiyi amaç olarak değil araç olarak g"ren bu akımın partileri, bir yandan din ve dince kutsal sayılan her şeyi istismar ederek, bir yandan da ezik ve fakir halk yığınlarının tepkilerini değerlendirerek yeniden iktidara gelmenin yollarını aramaktadırlar.Güneydoğu'da ayrılıkçı akımın karşısında diğer siyasi partilerin şansı hemen hemen kalmamış durumdadır.
<#comment>#comment>Türkiye, 20. yüzyılın son çeyreğinde iki önemli saldırı ve tehlikeyle karşılaştı. Biri ayrılıkçı terör örgütünün 15 yıl süren silahlı saldırısı, diğeri laiklik karşıtı akımın siyasi saldırısıdır.
Birinci saldırı ve yarattığı tehlike askerin cephede 15 yıl savaşmasıyla; ikincisi ise yine askerin sivil dinamikleri harekete geçirerek başlattığı 28 Şubat süreciyle kesilebilmiştir.
Bugün duruma baktığımızda görünen şudur:
Silahlı mücadeleyi kaybeden terör örgütü, siyasi alanda güçlenmeyi başarmıştır. Hatta özellikle Güneydoğu'da siyasallaşma aşamasını da geride bıraktığı, "meşru"laşma aşamasına geçtiği söylenebilir. Siyaset alanında demokratik araç ve olanaklardan yararlanarak meşrulaşma mücadelesi vermektedir. Taleplerin hukuk alanında yoğunlaşması da bunun göstergesidir. Hukuk sisteminde bir zemin yakalayabilirse bundan sonraki taleplerini bu zemin üzerinden gündeme getirecektir.
28 Şubat sürecinde iktidarı kaybeden laiklik karşıtı akım ise rövanş hazırlığı içindedir. Siyasi mücadelesinin temel hedeflerinden biri budur. Demokrasiyi amaç olarak değil araç olarak gören bu akımın partileri, bir yandan din ve dince kutsal sayılan her şeyi istismar ederek,
Ulusal egemenlik çocuğun, çocuk ulusal egemenliğin geleceğidir. Koruyucusu, kollayıcısı, güveni, güvencesidir. ™yle olmalıdır.Atatürk'ün bayram günü saptamaları sadece Türkiye'ye değil bütün dünyaya mesaj niteliği taşır.Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç tarihi olan 19 Mayıs'ı (1919) gençliğin, ulusal egemenliğin kuruluş tarihi olan 23 Nisan'ı (1920) çocukların bayramı ilan etmiştir.Ulusal egemenliği, bağımsızlığı, laik Cumhuriyet'i, çocuklara ve gençliğe emanet ederek, günü değil gelecek yüzyılları düşünmüş, "zaman" gerçeğini en iyi yorumlayan lider olmuştur.Peki Atatürk'ün çocuk ve gençliğe bakışını, yüklediği işlevi yerine getirebilmesi için büyükler g"revlerini yerine getirebilmişler midir?Çocuğun ve gençliğin "nemini kavramışlar mıdır? Onlara gerekli koşulları hazırlamışlar mıdır? Gelecek için taşıdıkları "nemi anlamışlar mıdır? Çocuk ve gençlikle, ulusal egemenlik, tam bağımsızlık, laiklik arasında bağlantı kurabilmişler midir?Maalesef, memleketimizdeki çocuk manzaraları bu sorulara olumlu yanıt vermeyi olanaksız kılıyor.Aksine durum, Atatürk'ün başlattığı sürecin birçok noktada kırıldığını, temellerini attığı birçok kurumun yarı yolda bırakıldığını
<#comment>#comment>Atatürk'ün büyüklüğünün, ileri görüşlülüğünün kanıtlarından biri de dünyada çocuklara bayram hediye eden ilk lider olmasıdır. Çocukların bayramı olarak Türkiye'nin ulusal egemenlik gününü saptaması onu daha da büyütür. Ulusal egemenlikle çocuk ilişkisi karşılıklı güvence oluşturur, oluşturulmalıdır.
Ulusal egemenlik çocuğun, çocuk ulusal egemenliğin geleceğidir. Koruyucusu, kollayıcısı, güveni, güvencesidir. Öyle olmalıdır.
Atatürk'ün bayram günü saptamaları sadece Türkiye'ye değil bütün dünyaya mesaj niteliği taşır.
Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç tarihi olan 19 Mayıs'ı (1919) gençliğin, ulusal egemenliğin kuruluş tarihi olan 23 Nisan'ı (1920) çocukların bayramı ilan etmiştir.
Ulusal egemenliği, bağımsızlığı, laik Cumhuriyet'i, çocuklara ve gençliğe emanet ederek, günü değil gelecek yüzyılları düşünmüş, "zaman" gerçeğini en iyi yorumlayan lider olmuştur.
Peki Atatürk'ün çocuk ve gençliğe bakışını, yüklediği işlevi yerine getirebilmesi için büyükler görevlerini yerine getirebilmişler midir?
Yılmaz, idam cezasının kaldırılması ve mali milad konularında "nemli mesajlar verdi. Savaş, yakın savaş ve ter"r halleri dışında idam cezasının kaldırılmasını "ng"ren anayasa hükmüne uyum sağlanması amacıyla Meclis'e sevk edilen yasa tasarısının "zellikle Avrupa Birliği'nin beklentilerini karşılamadığını vurgulayan Yılmaz, idam cezasının Abdullah ™calan'ın mahkum olduğu 125. maddeyi de kapsayacak şekilde tümüyle kaldırılması gerektiğini savundu. Yılmaz'a sorduk:- İdam cezasının kaldırılmasına ilişkin tartışmanın mühim noktasını Abdullah ™calan oluşturuyor. MHP, ™calan hariç (125. madde) idamın kaldırılmasına itiraz etmiyor. Siz ™calan'ın da kapsama alınmasını mı istiyorsunuz?- Bu şekliyle yasa tasarısı işimizi ç"zmüyor. Ben daha "nce de ifade ettim. İdam cezası herkesi ve herşeyi kapsayacak şekilde kaldırılmalıdır. - ™calan'ın cezasının infaz edilmesine, AB istiyor diye mi, idam cezasına karşı olduğunuz için mi, yoksa ™calan'ın asılmasının Türkiye'nin yararına olmayacağı düşüncesiyle mi karşı çıkıyorsunuz? - Her üç gerekçeyle de karşı çıkıyorum. Cezanın infaz edilmesi Türkiye'ye yarar sağlamaz. İdam cezasının kaldırılması gerekli. Avrupa'da idam cezası yok. Avrupa Konseyi üyesi