HÜKÜMETİ kurmakla görevlendirilen DSP lideri Bülent Ecevit ANAP - DYP - DSP üçlü koalisyon modelinde ısrarlı.
DYP lideri Tansu Çiller'in, bu modele karşı çıkan açıklamalarına karşın Ecevit, bugün DYP lideriyle yapacağı görüşmede ısrarlı olacağını söylüyor.
DSP liderine dün Çiller'in "üçlü model"e karşı çıkan sözlerini nasıl değerlendirdiğini sorduk: - Sayın Çiller açıklamalarıyla şimdiden kendini bağlıyor. Ben değerlendirmemi yarınki (bugün) görüşmemizden sonra yapacağım. Ancak, önerdiğim modelde ısrarlıyım. - Sayın Çiller'i nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz? DYP liderine üçlü modelin gerekçeleri olarak ne söyleyeceksiniz? - Benim yaklaşımım şu olacak: Öncelikle bu hükümet ülkeyi seçime götürecek bir hükümet anlamı taşıyacak. Bu nedenle öyle uzun uzadıya pazarlıklara gerek yok. Bu açıdan bakıldığında Meclis'te kolayca güvenoyu alabilecek model benim önerdiğim üçlü modeldir. - DYP Başkanlık Divanı, üçlü koalisyon yerine
TÜRKLERİN savaş meydanlarında kazanıp masa başında kaybettiği çok olmuştur. Osmanlı tarihi de bu "masa başı" yenilgi örnekleriyle doludur. 20'nci yüzyılın sonunda da Türkiye, böyle bir tehlikeyle karşı karşıya gibi görünüyor.
Önce olayın adını koyalım:
Türkiye, 15 yıl süren bir savaştan galip çıkmıştır. Ülkenin Güneydoğusunu hedef alan bu savaşta, Türkiye'nin karşısında "emsali görülmemiş" bir ittifak vardı. Bu ittifakta kimler yoktu ki... En önde ittifakın silahlı vurucu gücünü oluşturan PKK örgütü. Hemen arkasında, üretim yerine entrikanın, kültür yerine cahilliğin, demokrasi yerine diktatörlüğün hamuruyla yoğurulmuş Suriye, Irak ve İran gibi "komşu"lar. Onların hemen arkasında, PKK'ya üs sağlayan, parlamento açmaktan televizyon yayını yapmaya kadar her türlü maddi, manevi olanağı sağlayan belli başlı Avrupa ülkeleri. Bir başka "komşu", Yunanistan dahil. 15 yıl içinde bir Avrupa ülkesinin, PKK terörüne yataklık ettiği için Suriye'yi, Irak'ı, İran'ı suçladığını gördünüz mü? Her üçü de "terörist ülke" listesinde bulunmasına rağmen...
DSP lideri Bülent Ecevit'in deneyeceği ilk model olan ANAP - DYP - DSP üçlü koalisyonu kurulabilir mi?
DYP lideri Çiller'in bugüne kadar yaptığı açıklamalar, Ecevit açısından pek umut verici değil. Ancak DSP lideri, dün bu sorumuzu yanıtlarken umudunu koruyordu:
"Ben umudumu kolay kolay yitirmem. Kamuoyu, önerdiğim hükümet modelini benimsemiş görünüyor. Sivil toplum örgütleri de bugün (dün) bu yönde açıklamalar yaptılar. Kamuoyundaki bu durum, umarım Sayın Çiller'i de etkiler. DYP üzerinde herhalde kamuoyu baskısı olur."
Ecevit, Çiller'in açıklamalarına karşın üçlü koalisyona şans tanıyor. Beş büyük sivil toplum örgütünün açıklamaları ve kamuoyundaki hava, Ecevit'in umudunu artırmış görünüyor.
- Sayın Yılmaz'la yarın (bugün) görüşeceksiniz. Sayın Çiller'den de randevu aldınız mı?
- Evet. Sayın Çiller'le Pazartesi günü saat 14.00'te görüşeceğiz.
- Sayın Kutan ve Sayın Baykal'la da görüşecek misiniz?
"CUMHURBAŞKANI Süleyman Demirel, DSP Lideri Bülent Ecevit'i hükümeti kurmakla görevlendirdi."
"Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Ecevit."
Tarih sanki 12 Eylül'ü tekzip ediyor.
Demirel'e 1991 yılında 7. kez Başbakan olduğunda neler hissettiğini sormuştuk. Demirel, "böyle olmasaydı tarih yanlış olurdu" karşılığını vermişti.
19 yıl sonra aynı durum Ecevit için de geçerli.
Demirel, görevi neden Ecevit'e verdi?
Başkent'te yanıtı aranan soru bu.
BAŞBAKAN Mesut Yılmaz'la, dün, Cumhurbaşkanı Demirel'le ikinci görüşmesini yapmak üzere Köşk'e çıkmadan önce sohbet olanağı bulduk.
Yılmaz'ın verdiği ilk mesaj şu:
"Türkiye, CHP lideri Baykal'ın, hiçbir stratejiye, hatta taktiğe bile dayanmayan, ancak, `ayakoyunu' denebilecek tavrı yüzünden bir hükümet sorununa sürüklenmiştir. Biz ANAP olarak her zaman yaptığımız gibi bu sorun karşısında da yapıcı olacağız." Yılmaz'a, DSP lideri Ecevit'in önerisini sorduk: - Sayın Ecevit, 56. hükümet için ANAP ve DYP'nin yakınlaşması gerektiğini ve koşulsuz olarak bu eksende bir hükümet oluşumunu destekleyeceklerini açıkladı. Sizin yaklaşımınız nedir? - Ben, Sayın Cumhurbaşkanı'nın diğer liderlerle yaptığı görüşmenin içeriklerini bilmiyorum. Sadece Sayın Ecevit'le görüştüm. Sayın Ecevit'in yaklaşımını biz de olumlu buluyoruz. - Bir diğer model önerisi de, Meclis'te grubu bulunan bütün partilerin katılımıyla
ÇAĞDAŞ uygarlık, artık sadece "Batı uygarlığı" olarak nitelenen bir kavram değil. Çağdaş değerler, Batı'nın bazı geri zekalı liderlerine maledilemeyecek kadar anonim, Avrupa coğrafyasına sığdırılamayacak kadar evrenseldir. Çağdaşlık; Doğu'nun, Batı'nın, Kuzey'in, Güney'in "ortak paydası"dır artık.
Bu gerçeği ilk gören ve "Batı uygarlığı" yerine "çağdaş uygarlık" deyimini kullanan Atatürk değil mi?
Atatürk'ün çocukları için, "çağdaş uygarlık" hedefi bugün için de geçerlidir. 75 yılda teknolojisiyle, ekonomisiyle, üretimiyle, savunmasıyla çağdaş uygarlık yolunda büyük adımlar atan Türkiye'nin, adalet, eşitlik, hoşgörü konularında da "çağdaş değerler"le kucaklaşması gerekiyor.
Demokratikleşme, ne PKK'ya ne de Avrupa destekli Apo'ya endekslenemeyecek kadar geniş ve çağdaş bir adımdır Türkiye için. Son on yıldır tartışılan, ama bir türlü raflardan inip hayata geçirilemeyen demokratikleşme paketlerini, terörle açıklamak akılcı olur mu?
Batı'nın siyasal oyunlarını, Türkiye'nin demokratikleşme
DİK dik durur, dikine dikine konuşurdu Yavuz Gökmen...
Ters ters bakar, tersine tersine yazardı...
Başı dik, yüreği yatıktı...
Her düşünceye saplayacak bir düşüncesi vardı hep...
Hürriyet'teki köşesine, öylesine, uluorta yerleştirmişti yaşamını...
O köşede, öylesine, uluorta yaşadı...
Fikirleriyle...
APO'nun Roma'da gördüğü muameleyi hukuk ve akıl zemininde karşılamamız gerekiyor.
Ankara'nın, uluslararası siyasi kimlik yaratma çabası içine giren ve bu konuda Batı'dan hatırı sayılır bir destek gören "Apo ve PKK" sorununun çözümünü, "terör çemberi"nden çıkmasına izin vermeden uluslararası hukuk ve dış politika araçlarıyla sağlaması aklın gösterdiği yol.
Ancak, Ankara, dış dünyada bu mücadeleyi verirken, Türkiye'nin iç dünyasını da gözden uzak tutmamalı.
PKK hareketinin temel araçlarından birinin "ırksal bilinçdışı (bilinçaltı)"nı harekete geçirmek olduğu ve "Kürtçülüğe" dayalı bir "bölünme"yi hedeflediği unutulmamalı.
İngiliz psikiyatr Laing, şizofreniyi, "Şizofrenik olarak adlandırılan yaşantı ve davranışlar, kişinin yaşanılmaz bir dünyada yaşayabilmek için yaratmak zorunda kaldığı özel bir strateji türüdür" diye tanımlıyor.
Ve bu tanım, PKK'nın izlediği stratejiye hiç uzak değil. Yarattığı şizofrenik tiplerle uyguladığı terörün ırksal bilinçdışını