Devlet Denetleme Kurulu

16 Aralık 1996

SUSURLUK kazasının en önemli etkilerinden biri vatandaşın devlete olan güven duygusunu sarsmış olması...
Milletvekili, polis şefi ve cinayetlere karışmış birinin silah, susturucu ve toz maddeyle aynı arabada seyahat etmeleri, "devlet"i kuşku altında bıraktı.
Susurluk kazasını bir "milat" gibi gören kamuoyu, şimdi tatmin edici, güvenilir, bağımsız bir denetim ve yargılama ile "devletin temizlenmesi"ni bekliyor.
Bu sürenin ilk aşaması denetimdir.
Türk hukuk sisteminde, demokratik hukuk devletinin esasını oluşturan ve güçler ayrılığı ilkesine göre çalışması gereken yasama, yürütme ve yargı erklerinin denetimi söz konusudur.
Susurluk olayıyla ilgili "yasama denetimi" yapılıyor.
TBMM'de oluşturulan "Organize Suçları Araştırma Komisyonu" çalışmalarına başladı. Ancak, yasama denetiminin siyasi nitelik taşıması ve nihai kararın siyasi yaklaşımlarla verilmesi, bu mekanizmaya "güven" duyulmasını engelliyor. Komisyonda görev alan milletvekillerinin muhalefetteyken "kara" dediklerine, iktidarda "ak" demeleri, muhalefetteyken "suçlu" dediklerine, iktidardayken "suçsuz" demeleri, "yasama denetimi"ni "güvenilmez" kılıyor.

Yazının Devamı

Ağar'dan savunma...

14 Aralık 1996

"ADALET Bakanı'nda adalet duygusu varsa" diyor Mehmet Ağar, "bu fezlekeyi geri çevirir."- Neden geri çevirsin?
- Böyle komik bir fezleke olmaz da onun için.
- Fezlekenin neresi komik?
- Savcı, Jandarma Laboratuvarının raporuna dayanarak fezleke hazırlamış. Ama, rapor fezlekeye esas olacak nitelikte değil.
- Neden?
- Çünkü, raporda, "Bu imza Mehmet Ağar'ındır" demiyor.
- Ne diyor?

Yazının Devamı

Susurluk kazası...

12 Aralık 1996

SUSURLUK olayı şimdiden arapsaçına dönmüş durumda.
Meclis Araştırma Komisyonu'nun ilk saptamaları kazanın "çözdükçe dolanan" bir kördüğüme dönüşeceğini gösteriyor.
Dosyadaki belgeler ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın iddia ettiği gibi asker veya polis üniformasıyla devlet içinde "özel örgütlenmeler" olduğunu ortaya koyuyor.
Komisyon, İçişleri Bakanlığı'ndan "üç olay" hakkında bilgi istemiş:
1- Susurluk kazası,
2- Söylemez çetesi,
3- Yüksekova çetesi.

Yazının Devamı

Son fırsat

9 Aralık 1996

GEÇEN Cuma günü Milliyet'in manşeti şöyleydi: "Her şey şimdi başlıyor." Bu üç sözcük, aslında Susurluk olayının artık geri dönülmez noktaya ulaştığını ifade ediyordu.
Yakın tarihimizde bugüne kadar birçok kaza, suikast, cinayet, yolsuzluk örtülü kaldı. Tartışıldı, yazıldı, çizildi ama dosyalar tozlu raflarda çürümeye terkedildi, zamanla unutuldu gitti. Her şey, yapanın yanına kar kaldı. Dünyada nice demokrasiler, nice diktatörlükler "temiz toplum" dalgalarının önünde sürüklenip parçalandılar; sadece Türkiye'de, ülkeyi saran kiri söküp atmaya kimsenin gücü yetmedi.
Belki de, "yetti artık" dediği için, kamuoyu, bu kez işin peşini bırakmıyor. Susurluk olayını sonuna kadar götürme kararlılığını gösteriyor. Yıllarca aptal yerine konmanın hıncını, "Bu sorun ya çözülecek ya çözülecek" diyerek almak istiyor.
Medyaya yansıyan ve medyayla güçlenen bu kamuoyu baskısı olmasaydı, Susurluk, kırk gün kırk gece gündemde kalır mıydı? Araya sokuşturulmak istenen tüm "gündem saptırma" çabalarına rağmen... Türban tartışmalarına, hatta İstanbul Üniversitesi'nde patlatılan tabancaya rağmen...
Susurluk örtbas edilemez, çünkü kökü derindedir. Türkiye'yi yıllardır kanatan yara Susurluk'ta deşilmiş ve irin

Yazının Devamı

Erbakan ne yapacak?

7 Aralık 1996

İSTANBUL Emniyet Müdürü Yazıcıoğlu, Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Erbakan'a, "Topal cinayetiyle ilişkili polis ifadeleri"nin varlığından söz ettiği halde, olayı inceleyen müfettişlere neden, "böyle bir belge yok" dedi?
Erbakan, Yazıcıoğlu'yla görüşürken, bu çelişkinin nedenini soruyor:
- Neden farklı konuştunuz?
- Belge var, diyemezdim.
- Niçin?
- Bu ifadeleri resmileştirmem olmazdı. O zaman Avrupa'da sıkıntıya düşerdik. Devleti sıkıntıya sokmak istemedim.
Hoca, bu yanıt üzerine Yazıcıoğlu'ndan bildiklerini anlatmasını istiyor. Yazıcıoğlu da, Topal cinayetine karıştıkları öne sürülen polislerin sorgusuna ilişkin bilgileri aktarıyor.

Yazının Devamı

Ağar'ın önerisi

5 Aralık 1996

İÇİŞLERİ Bakanlığı'ndan istifa ettiği günden bu yana susmayı yeğleyen Mehmet Ağar soruyor:
- Bakın bakalım, Türkiye'de kumarhane ruhsatlarını kimler vermiş?
Ve yanıtlıyor:
- Bu ruhsatların altında ANAP'lı ve CHP'li Turizm Bakanları'nın imzasını göreceksiniz.
- ANAP kaynaklı senaryolarda sizin, Türklerin kumarhanelere girmesini yasaklayan genelgeniz, Topal'ın öldürülmesi ve Susurluk kazası arasında bağlantı olduğu öne sürülüyor...
- Bu senaryoları ben de okuyorum. Bunun test edilmesi çok kolaydır. Grup toplantısında da önerdim. Türklerin kumarhanelere girmesini yasaklayan bir yasa çıkaralım. O zaman hangi milletvekili, bu yasa teklifini destekleyecek, hangisi desteklemeyecek ortaya çıkar.
- Siz böyle bir yasa teklifi verecek misiniz?

Yazının Devamı

Umut kimde?

2 Aralık 1996

TÜRKİYE'de vatandaşın nabzı artık basınla atıyor. Evlerde, işyerlerinde, kahvelerde, açık oturumlarda konuşan insanlar, tartışılan konu için "Aman basın bu işin peşini bırakmasın" diyorlar. "Çürümeye Son" kampanyasına katılarak Milliyet'i arayan birçok vatandaş, "ya siz de bu işin peşini bırakırsanız" diye kaygılarını dile getiriyorlar. Aslında insanlarımızın "bu iş"le kastettikleri sadece Susurluk olayı değil. Susurluk'la ortaya çıkan kirlenme, çürüme, ekonomik ve sosyal düğümlenmedir. Bu düğümün çözülmesi için umutlar basına bağlanmıştır.
Basın görevini yapıyor, yapacak. Kirli çamaşırların ortaya dökülmesinden de vazgeçmeyecek. Ne zaman vazgeçti ki... Ama burada bir yanlışlık var: Siyasal partilerin umudu da basın olmaya başlarsa, konunun esasını gözden kaybetme tehlikesi vardır. Çünkü, vatandaşın asıl beklentisi siyasettendir, siyasetçilerdendir. Vatandaş basından yardım isteyerek sorunu çözmek istiyorsa, hala temiz siyasetçilerin varlığına inandığı içindir. Yoksa, gazetelere mektuplar yağdırmaz, evlerde, işyerlerinde, kahvelerde konuşmaz, sokağa dökülürdü.
Gün, temiz siyasetçinin günüdür. Seyretmek yerine, "en az namussuzlar kadar cesur" olduğunu gösterme günüdür.

1980'lerin

Yazının Devamı

Yılmaz'dan 3 saptama

30 Kasım 1996

SUSURLUK kazasından sonraki gelişmeleri değerlendiren ANAP lideri Mesut Yılmaz, üç saptama yapıyor:
1- İzleri süpürüyorlar,
2- Terörle mücadelenin arkasına sığınıyorlar,
3- ANAP - ülkücü çatışması yaratmak istiyorlar.
Mesut Bey, bu saptamaları şöyle açıyor:
- Devletin temiz kalmış birimleriyle, kirli işlere bulaşmış birimleri arasında çatışma var. Mafyayla entegre olmuş devlet birimleri izleri süpürüyor.
- Kirli işlere bulaşmış devlet birimleri ve hatta bazı siyasilerin güvenceleri de PKK ile mücadele. Olaylar ortaya çıkınca, yakalandıklarında `bize bir şey yapamazsınız, çünkü biz terörle mücadele için şu şu işleri yaptık' diyorlar. Tek güvenceleri bu. PKK'ya karşı yaptıklarını zırh olarak kullanıyorlar.

Yazının Devamı