BAŞBAKAN Erdoğan İsrail için “şımarık çocuk” dedi. İsrail’in tüm dünyaya diklenen “tavır geleneği” sadece sırtını dayadığı ABD himayesi ile izahı “doğru” fakat “eksik”tir.
Bu kibirli tavır “din” kökenlidir.
Tarih kadar eskidir.
Anlatayım:
Tevrat’ın Tekvin bölümü 32’nci kısımda anlatılanlara göre Hz. Yakup bir akşam çölde bir adamla karşılaşır.
Sorgusuz sualsiz, sebepsiz nedensiz güreşe tutuşurlar.
Bu güreş tan yeri ağarıncaya kadar sürer ama yenişemezler.
11 ve 12 Eylül... Tarihin iki önemli yıldönümünden takvim yaprakları...
Birincisine okyanusun öte yanındaki New York’ta tanık oldum.
Ardından Türkiye’de ikincisine...
Bu üst üste iki film karesini izlemek daha etkileyici oluyor.
Önce birincisi...
TERÖRÜ SIFIRLAMAK
EL Kaide’nin jet yolcu uçaklarıyla vurduğu Dünya Ticaret Merkezi İkiz Kuleleri’nin bulunduğu yer “sıfır noktası” diye anılmakta.
ARDA Turan’ın “Türk ve Kürt gençlerinin artık ölmemeleri, yaşam sevincini paylaşmaları” mesajını veren sözleri eşreflere göre yorumlandı.
Kırpanlar oldu, sündürenler, eğip bükenler oldu.
“Halklar” gibi sözcüklere bakarak onun “bölücü jargon” kullandığını düşünmek haksızlıktır.
Arda’nın yelkenleri o rüzgârlara kapalıdır.
Arda’nın tüm yürek temizliğiyle yaptığı konuşma açıklamasından sonra sanırım nihayet doğru anlaşılmıştır.
Bu arada Milli Takım maçlarının hapishane koğuşlarında nasıl izlendiğine dair bir anı:
Türkiye’nin ilk 10’a giren büyük işadamlarından biri sürmekte olan bir “hayali ihracat” davasında “tanık” olarak ifade vermek üzere Diyarbakır’a uçmuştu.
İTALYAN yönetmen Giovanni Veronesi mizaha tavan yaptırmış. Öyle hergelece bir kasting yapmış ki en üst “çakra”dan bakıldığında “romantik/komedi” türündeki film, “siyasal/komedi”ye dönüşüyor.
Başroldeki oyuncu “bu adam İtalyan Başbakanı Berlusconi’ye ne kadar benziyor” dedirtmekte.
Yönetmenin “hinliği” de bu.
Türkiye’de yaşayan Yahudilerle yakın arkadaşlığınız varsa, onlardan şu söylemi duymuş olmalısınız:
“Biz bu topraklarda 500 yıldan fazladır varız. Kimi Bosna’dan, kimi Makedonya’dan, Bulgaristan’dan, Yunanistan’dan, Kafkaslardan, Arap ülkelerinden gelmiş ve genellikle kökleri 100-150 yıla ancak inebilenlerden çok daha fazla buralıyız.”
Annem Boşnak olduğu için ben de böyle söylemlerden payımı almışımdır.
Ama...
Hoşuma gittiğini de belirteyim...
Yerkürede, barbar, talancı, kıyıcı Türkler diye itilip kakılmalarla örselenmiş gururuma okşamaydı bu sözler.
YAZIK OLUYOR
Türkiye, 1949’da yeni kurulan İsrail’i resmen tanıyan ilk devletlerden biriydi.
Nâzım Hikmet’ten bir anıyla “dinleme/izleme” anekdotu yazmıştım.
Nâzım’ın nehir kıyısında laflarken genç sanatçı dostuna zorlukla seçilen iki adamı göstererek “beni izliyorlar, biri bana kimse zarar vermesin, diğeri ise ben kimseye zarar vermeyeyim diye” söylemini yansıtmıştım satırlarımda.
Bunun üzerine hukukçu bir dostum Afrika’nın devletlerinden birindeki -yanılmıyorsam Cumbaba Cumhuriyeti demişti- “izleme/dinleme” olayını anlattı.
Olay henüz yeni sayılır.
‘ Yetkili hâkimin önüne imzalaması için bir kâğıt konur.
Üzerinde bir dizi telefon numarası vardır.
Hâkimin imzalaması sonucu yargı kararıyla o numaralar dinlemeye alınacaktır.
DAĞLARDAKİ PKK’lıların geleceği ne olacak? “Demokratik özerklik” formülünde bu sorunun cevabı -bazı kaynaklara göre- bulunmuş bile.
Sürpriz...
“Dağdakilerin demokratik özerk Kürt yönetiminin güvenlik güçlerini oluşturması” masaya konulacak dosyalardan biri.
Kimin aklına gelirdi ki bu.
Anlatayım:
“Barış halinde” dağdaki PKK’lıların ve Kandil’deki eşrafın durumları üzerine planlar yapılıyordu.
Öne çıkan plan eskizi söyledi:
DİNLEMELERİN, izlemelerin Türkiye’sinde, Moskova’dan bir “izlenme” anısı:
Nâzım Hikmet genç sanatçılara destek verirdi.
Onlardan biri olan Oleg Tselkov’a “Yergi” tiyatrosunda sergilenen “Demokles’in Kılıcı” adlı oyunun dekorlarını hazırlatmıştı.
Bir gün nehir kenarında oturuyorlarmış.
Nâzım, alaycı bir göz işaretiyle az ötede hayal meyal seçilen iki karartıyı göstermiş.
Ne olduğunu anlayamayan Tselkov, “kim bu adamlar” diye sormuş.
Nâzım omuzlarını silkerek, “beni izliyorlar kardeşim” cevabını vermiş.