Gecenin Kanatları adlı filmin ilk gece gösterimine gittim.
Film 1970 ya da 1980’li yıllarda bir sol terör örgütü eylem evinde başlıyor.
Polis evi basarak içeride bulunanları tarıyor, bombalıyor.
Hepsi ölüyor, sadece örgütteki karı kocanın 6-7 yaşlarında güzel gözlü kızı sağ kalıyor.
O gözlere zum yapmış kamera bir genç kızın aynı renkte güzel gözlerine -Beren Saat’inkilere- zum yapıyor.
Beren Saat, eski ve marjinalleşmiş, yani “var” ama artık esamesi okunmayan bir sol örgütün üyesidir, büyük olasılıkla örgüt babasının ve annesinin örgütüdür.
Epeydir adından bahsedilen bir ses getirici eylem koyamadığı için örgüt onu “canlı bomba” olarak seçmiştir.
Kuzey Akdeniz boyunca “iç savaş” yaşanmamış tek ülke Türkiye’dir.
Bu felaketin virüsü sosyal dokulara girmekte...
Dikkat...
Güneydoğu’dan ve Türkiye’nin diğer kentlerinden yankılanan haberler iyiye alamet değil.
Dün 7 askerimiz şehit oldu. 3 ağır yaralıdan biri şu satırlar yazılırken ameliyat ediliyordu. Ölenlere rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Polis ve askeri araçlara saldırılar, vitrinlere atılan molotofkokteylleri, parti tabelalarının söküldüğü binlerce katılımlı gösteriler, kepenk kapattırma eylemleri, Abdullah Öcalan ve PKK için atılan destek sloganları... İstanbul gibi büyük kentlerde de “kurtarılmış mahalleler” yaratma çabaları...
Sanki görünmeyen bir el düğmeye bastı.
Dağa çıkacak gençler için istihbarat alan ikna timleri, ailelere ulaşarak diyalog yoluyla dağa gidişi önlüyorlar
ULUSLARARASI “politik psikoloji” hizmetleri nedeniyle 27 ülke tarafından 3 kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterilen Prof. Dr. Vamık Volkan “Kürt açılımı” sürecinde Ankara’nın danışmanı...
Daha önce İsrail-Filistin, Gürcistan ve Estonya-Rusya, Boşnak ve Hırvat-Sırp... Daha bir dizi etnik sorunun çözümü için danışmanlık yaptı.
Onu, Atatürk’ün psikolojisini irdeleyen, dünyanın “ilk ve tek” kitabının yazarı olarak da tanıyoruz. (*)
ABD üniversitelerinde ders veren ve ilk “politik psikoloji” enstitüsünü Washington’da açan Prof. Volkan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Köşk’te kabul edildi. İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la da dirsek temasında...
Bugün yayınlanacak Şeffaf Oda’da Prof. Vamık Volkan’dan ilginç izlenimler sunuyorum.
3 eski kuvvet komutanı sorgulamanın eşiğinde. Em. Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükler nedeniyle böyle bir “vadi” siyaset haritasında zaten vardı.
Ancak... Zamanın bu vadide bir süre akması gerekiyordu.
Önce, psikolojik iklim oluşmalıydı.
Dört yıldızlı generaller tutuklandılar... Yargılandılar... Rütbeli subaylar için “ihtilal hazırlığı” dosyaları açıldı... Siyaset için define değerinde “cephanelikler” bulundu... “Ay ışığında Sarıkızı kafese koymak” planları ele geçirildi.
Sıranın 3 eski kuvvet komutanına gelmesi, artık çok da yadırganmayacak...
Hele... Arkadaşımız Mustafa Balbay’ın mahkemede “Günlükler yüzünden ben buradaysam, günlükleri yazan nerede?” sorusu, süreci daha da hızlandırmış olmalı...
Labirent bilmecesinde gezinen kalemler sonuca yaklaştılar.
Bir Galatasaraylı olarak arkasında “Güneri” yazan Fenerbahçe formasını giydim mi?
Dünkü yazıdan sonra Cimbomlu ve Fenerli dostlar bunu soruyorlar.
Giymedim tabii... Eğreti forma olur mu?
Hatta otelden ayrılırken resepsiyondaki görevli “Valizinizi indirmek için odanıza çıktım. Çok güzel bir tişört unutmuşsunuz, onu da aşağıya getirdim” dedi ve odada bıraktığım Fenerbahçe formasını gösterdi.
“Unutmadığımı, isteyerek ve bilerek, özgür irademle odada bıraktığımı, kendisine büyük bir zevkle hediye edebileceğimi” söyledim.
Nasıl da memnun oldu...
Formayı giymedim ve otel görevlisine verdim ama maçta Fenerbahçe’yi tuttum.
Amsterdam Havaalanı pasaport polisi önündeki kuyruktayız.
Bir gün sonra oynanacak Twente-Fenerbahçe maçı için geldik.
Gençten bir polis...
İri yarı, asık suratlı...
Cam bölmenin önündeki genç, hoş, şık giyimli, İngilizceyi düzgün konuşan bir Türk kadını sorguluyor.
Ahiret soruları...
Dakikalar ilerliyor.
Salı sabahları için takvim yapraklarına “siyasi düello” notları düşülür.
Parti gruplarında liderler kürsülerden salvo ateş açarlar.
Çoğu kez “Bu ne şiddet, bu celal” denir.
“Demokrasi kültürünün hâlâ hazmedilemediği” yorumları yapılır.
Altan Öymen’in yeni yayımlanan “Öfkeli Yıllar” adlı kitabını okuyorum da ne mesafeler almışız görüyorum. (*)
Paylaşayım...
‘ 1950’de Celal Bayar ve Adnan Menderes’in DP’si seçimleri kazanmış ve oy oranlarında değil ama seçim sisteminin gereği milletvekili sayısında büyük çoğunlukla iktidara gelmiştir.
Toz duman arasında sapla saman karışırken iki siyasal oluşumun eskizleri görünürlük kazanmaya başladı.
A&G 14-16 Kasım arası nabız tuttu.
Mustafa Sarıgül’ün Değişim Hareketi’nin yüzde 2-3’ten sıçrama yaparak oylarını yüzde 8,7’ye çıkardığını saptadı.
Daha siyasi parti statüsüne geçmeden bu oran önemlidir.
Yüzde 10 barajını şimdiden aşmaya çok yaklaştı.
Elbette siyaset sürprizlere açıktır ama şu manzarada yüzde 1,3 oy farkını önümüzdeki süreçte yakalaması ve geçmesi olasılığı hiç de az değil.
Peki bu oylar nereden geliyor?