BU akşam Bursa’da oynanacak Türkiye-Ermenistan milli futbol maçı “Futbol, sadece futbol değildir” söylemini doğruluyor.
Ermenistan ile ilişkilerde tarihi sürecin işaret fişeği Cumhurbaşkanı Gül’ün, Erivan’a giderek Ermenistan-Türkiye milli maçını izlemesiyle yakılmıştı.
Aradan geçen kısa sürede iki ülke arasında normalleşmeyi hedef alan protokoller imzalandı. Bu akşam da Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan Bursa’daki şeref tribününde yer alacak.
Birbirini diplomasi düzeyinde bile henüz tanımayan iki ülkeden böyle görüntüler tarihin akışını değiştirebilir.
Ermenistan ve Türkiye’deki bazı tepkilerin yanı sıra dünya Ermeni lobilerinden ve kardeş Azerbaycan’dan olumsuz yankılar Gül ve Sarkisyan’ın işlerinin nasıl da zor olduğunu göstermekte. İki cumhurbaşkanının da cesaretini izliyoruz.
Öte yandan, “sporun büyüsü” bir diğer gerçek.
22 cm çapındaki futbol topu, bakın nasıl da tarihi değiştiren küresel obje olabiliyor.
ANTALYA’NIN yeni Belediye Başkanı CHP’li Mustafa Akaydın hoca, “Bir önceki Belediye Başkanı AKP’li Menderes Türel’e şahsen telefon ederek, kendisini bu yılki Altın Portakal Film Festivali’ne davet ettiğini” söylüyor. Türel Belçika’da. O nedenle gelemedi.
Siyaset yapanlar için bu olumlu örnek, “şekil” fantezisi sanılmasın.
Prof. Akaydın görev devri sırasında birkaç talihsiz gösteri için de, “Çirkin buldum” diyor.
Siyasetin, yerel ya da Türkiye ölçütünde doruklarında yer alanlar, karşı partiden olanlara aynı özeni gösterirlerse bu psikoloji dalga dalga tabana iner.
Özellikle, “demokrasi açılımı” süreciyle birlikte, “farklılıkların” altları daha koyu mürekkeple çizilmekte. Şu duyarlı süreçte siyasetçilerin birbirlerine özen göstermeleri daha da önemli.
Belediye Başkanı Prof. Akaydın, seçim sonrası başkanlık koltuğuna otururken, “Parti rozetini çıkarıyorum. Bütün Antalyalıların Başkanıyım, hangi siyasi görüşten olurlarsa olsunlar herkese eşit mesafe ve eşit hizmet” demişti.
Bu mesajını şimdi de uyguluyor.
DANS yarışması birincisi olan Bengü’ye kavalyelik keyifliydi. Hele onun söylemekte olduğu şarkıyla...
Yeni partisinin kuruluş açıklamasını yapan Mustafa Sarıgül de ŞEFFAF ODA’nın konuğuydu.
Onunla “dansın simge olduğunu” konuştuk.
Amerika’da profesör olan ve Beyaz Saray’ın da danışmanı psikiyatr Vamık Volkan Atatürk’ün psikolojisini inceleyen kitabında şöyle bir tahlil yapar:
Atatürk, uzun süren savaşlardan yorgun düşen, çok sayıda şehit veren yaslı Türkiye insanını yeniden mutluluk yolculuğuna çıkarmak ister.
FRANSA Cumhurbaşkanı Sarkozy için Fransız medyasında “operet aktörü” yakıştırması yapılıyor.
Aslında “geçerken onu devlet adamı sandık ama...” diye başlayan ve noktalar koyarak yazmak istemediğim sözcükler de kullanılıyor.
Fransa’daki Türk Mevsimi etkinlikleri bağlamında “Grand Palais”deki “Bizans’tan İstanbul’a - İki Kıtanın Limanı” adlı sergide onu gözlemledim.
Memnuniyetsiz bir yüz ifadesi vardı...
Türklere alerjisini biliyoruz. Serginin sonuna gelindiğinde, boyunu uzun göstermek için giydiği, öfkeleri yükseltilmiş pabuçlarında yaylanarak, hızlı adımlarla gitti.
Çıkış kapısının önündeki anı defterine ne yazdığına baktım.
Sadece bir tarih yazmış ve de imza atmış.
CUMHURBAŞKANI’nın uçağında 4 gazeteciyiz.
Gezinin konusu “Paris’te Türk Mevsimi” etkinlikleri ama akıllar gene de siyasette...
Bir kısmı yazılmamak kaydıyla (off the record) olan ufuk turunda gerçekten tonlarca mürekkep tüketilecek, en baba promosyonlardan daha yüksek satış getirecek şeyler dinliyoruz.
Yazılabilecek olanları yansıtayım...
“Cumhurbaşkanı’nın görev süresi 7 yıl mı, yoksa 2 kez seçilmeyi öngören 5+5 yıl mı?”
Cumhurbaşkanı Gül, “bu konuda yorum yapmak istemediğini, hatta o konuyu düşünceler gündemine hiç almadığını” söylüyor. “Konuyu siyasetin ve yaşamın akışına” bırakmış.
Bu cevap, Gül’ün Dışişleri Bakanlığı’ndan bu yana sürdürdüğü “diplomasi refleksini” de yansıtıyor olabilir, “siyaset dervişliğini” de...
GAZETECİNİN dış gezilerde klasik bir yazı girişi vardır. Öyle başlayayım...
“Siz bu satırları okurken Paris’te olacağım.”
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün katılacağı “Fransa’da Türk Mevsimi” bağlamındaki etkinlikleri izleyeceğim.
Sanıyorum en son 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in umre seyahatindeydim. Ondan sonra cumhurbaşkanı, başbakan, bakan gezilerine katılmadım.
Bunca yıl sonra Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün konuğu olarak özel uçakta yolculuk bir değişiklik...
Bu satırları yolculuk öncesi yazıyorum.
Gündemde önemli konular var.
PAZAR günü Ruhat Mengi’nin Her Açıdan programını izliyordum.
Hâkim ve savcıların “dinlenmesi” sorunu tartışılıyordu.
Değerli hukukçu Turgut Kazan “Hâkimler ve savcılar sokaktaki vatandaşa ya da diğer devlet görevlilerine göre daha korumasızdır” deyince, Prof. İlter Turan araya girip itiraz etti:
“Neden öyle olsun? Hepimizin durumu aynı...”
O sırada programı izleyenlerin çoğunun da İlter Turan gibi tepki gösterdiğini sanıyorum.
Hatta ben de “Hâkim ve savcılar için dinleme kararını onların meslektaşı olan hâkimler veriyor. Asıl bizim güvencemiz daha az” diye içimden geçirmiştim ama aynı anda hukuk bilgisine ve deneyimine inandığım Turgut Kazan için “Bir bildiği vardır” ihtiyat payını bırakmıştım.
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ye saldırı - şükür ki- yaşamsal sorun olmaksızın atlatıldı.
Ancak... Bu olayı bir “uyarı” olarak algılamak ve daha geniş açıyla görmek gerek.
Türkiye’nin en büyük kurumlarından birinin liderine, çalışma odasında kurşun yağdırılması düşündürücüdür.
Saldırgan, güvenlik biriminden -tabancası, iki dolu şarjörü, 37 mermisiyle - geçiyor, 7. kata kadar çıkabiliyor, orada Genel Başkan’ın odasına girebiliyor... Silahını çekip başkanın bacaklarına 5 kurşun sıkabiliyor.
Olay bir adi suç olabilir...
Belki de siyasidir...
Arkada görünmeyen eller şu aşamada bilemeyeceğimiz tezgâhları kurmuş olabilirler.