Yoksa “aranan muhalefet” bulundu mu?
CHP, önce AKP’nin ağzından kök dişini söktü.
Siyaset kerpeteniyle AKP’nin ağzından Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’yi bağırta, kanırta çekti aldı.
Burada CHP Grup Başkanvekili ve İstanbul Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun hakkını teslim etmek gerek.
AKP’ye ve Dişli’ye tam saha pres yaptı, iyice bunalttı ve sonuç aldı.
Şaban Dişli’yi Genel Başkan Yardımcılığı’ndan istifa ettirmek başarıdır ama daha önemli olan bu istifanın nedenidir. Kamuoyunda bıraktığı izdir.
1 milyon dolarlık arsa imar değişikliği anlaşmasına atılan imza “neyin” belgesidir?
AKP iktidarının kamuoyu yönlendirme metotları var.
Bir konuyu, içine bir sürü başka unsur katarak karıştırmak, çorbaya çevirmek bunlardan biri.
“Deniz Feneri” skandalı da çorba oldu.
Önce bir başka “tipik” örnek vereyim.
Örneğin...
Seçilmişlerin dokunulmazlığı sorununu hatırlayın.
2002’den bu yana “dokunulmazlık” ne zaman gündeme gelse, AKP yönetimi, “Sadece seçilmişlerin değil, atanmışların da dokunulmazlığı kaldırılmalı” diyor.
Dünya CERN'de insanlığın en büyük deneyine odaklanmış.
Tartışma gündemiyle Türkiye ise yerkürenin taşrası gibi kalıyor.
İsviçre'deki CERN adlı enstitünün yeraltı trenlerinde, elde edilebilen en düşük ısıda ve en büyük süratte yoktan "madde" yaratılıyor.
Yani... Dünyanın, güneşin, yıldızların da içinde bulunduğu evrenin oluşumunu izah etmek iddiasındaki "Big Bang (Büyük Patlama)" teorisinin rakamdan, formüllerden sıyrılarak maddeye dönüşmesidir bu...
Teoriye göre, sıfır zamanda, yani zamanı doğurabilecek bir geçmiş de yokken, uzay da yoktu, karanlık da, etraf da... Sadece kâinatın kıyısına kadar yer alan tüm maddeleri son zerresine ve son parçacığına kadar toplayan ve hiç boyutu kalmayana dek sonsuz küçüklükte kompakt bir noktada yoğunlaştıran "tekillik (singularite)" var.
O "tekillik" Büyük Patlama'yı yapar.
Ey oğul! Beysin... Bundan sonra öfke bize, uysallık sana...
Güceniklik bize, gönül almak sana...
Suçlamak bize, katlanmak sana...
Acizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana...
Geçimsizlikler, çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana...
Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlama sana...
Ey oğul!
Son günlerdeki Erdoğan üslubu için bir anı... Merhum Turgut Özal, koşu bandında yürürken fenalaşmış ve düşmüştü.
Kalbi durmak üzereydi.
Hastaneye geldiğinde artık umut kalmamıştı.
İşte o çok kritik süreçte göğsüne şok vererek kalbi yeniden çalıştırmaya uğraşan iki genç doktor vardı.
Ölüm gerçekleşmişti ama onlar hâlâ Özal’ı hayata döndürme çabasındaydılar.
O iki doktordan biri, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın oğlu Ataç Baykal’dı.
Zaman zaman siyasetin doruklarında kavgalar patladığında, çıtayı hayli aşağılara düşüren hakaretler ve suçlamalar yapıldığında hatırlanması gereken bir anıdır bu...
Eski Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’yi balık çiftlikleri mi yedi?
Can Pulak, 41 yıllık arkadaşımdır. Gazetecidir. Özal’ın başdanışmanıydı. Denizcidir. Çevrecidir.
Yaşamını Bodrum’da sürdürüyor.
Ege kıyılarının büyük derdi balık çiftlikleri ve çevre konusunda Can’ın anlattıklarını yansıtıyorum...
Vladimir Mamayev, Birleşmiş Milletler çevre sorunlarında çözüm ve mali yardım için “doruk adam”.
New York’tan bir Türk arkadaşının önerisiyle Bodrum-Kazıklı Koyu’nda küçük bir ev satın alır.
Kandıra Cezaevi'ndeki iki emekli orgenerali, TSK adına Kocaeli Garnizon Komutanı Korgeneral Galip Mendi'nin ziyareti "demokrasi külliyatının" gene aynı bölümünü tartışmaya açtı; "sivil-asker ilişkileri..."
Önce bir gerçeği kabul edelim...
Türkiye'de askerin ağırlığı, etkinliği, devlet hiyerarşisinde ve protokoldeki yeri AB ülkelerinden farklıdır.
Ama... Bunun nedenleri öyle "konfeksiyon demokrasi" seri numaralarıyla açıklanamaz.
Sosyal, psikolojik, siyasal nedenlerin yanı sıra bulunduğumuz belalı coğrafya da önemlidir.
Bunlar ayrı bir dosyadır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Erivan'a davet edilmesi ve bu daveti kabul ettiğini açıklaması tarih kavşağıdır.
Türkiye-Ermenistan milli takımlar futbol maçı, böylece yeşil sahayı çok aşan bir siyasi çerçeveye oturdu.
Ancak... İyimserlikte gene de ihtiyatlı olmak gerek.
Bunun bir örneğini Erivan'da, volkanik taşlarla yapılmış tarihi başkanlık binasında dönemin Cumhurbaşkanı Koçaryan ile yaptığım söyleşi sürecinde yaşadım.
11 Haziran 1998 Perşembe günkü Milliyet'in manşetindeydi konu. Yeni Başkan Koçaryan, daha önce Karabağ'da Azerilere karşı çarpışan ve o coğrafyayı işgal eden Ermeni güçlerinin eski komutanı... Sert mizaçlı bir Ermeni milliyetçisi olarak tanınıyordu. Tedirgindim.
Yıl 1998... Erivan'da Başkan Koçaryan'la söyleşi...
‘MÜTTEFİK BİLE OLABİLİRİZ’