Bu kez de eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen "günce satırları" servise kondu."Asker" imajı gene hedef...Herkes gibi komutanlar da görüşmelerinden veya izlenimlerinden notlar alabilir. Hatta günce de tutabilir.Bu bir fantezi değildir.Kuvvet komutanlığına kadar gelmiş bir amiralin gerektiğinde başvurabileceği "hafıza notlarına" ihtiyacı vardır.Kendisine bir soru yöneltildiğinde, adı bir olay nedeniyle geçtiğinde ve dahası sağlıklı değerlendirmeler yapmak için notlar tutması doğaldır.Ama... Doğal olmayan şey, Deniz Kuvvetlerinin Komutanlığı'na kadar gelmiş ve ülke güvenlik sisteminin en önemli 5 isminden biri olan Oramiral'in güncesini ya da notlarını koruyamamış olmasıdır.Güvenlikte "gizlilik" ilkesinde bir çatlak, "Ya kozmik sırlar nasıl korunabiliyor?" sorusunu düşündürtüyor.Daha önce Genelkurmay'a ait olduğu iddia edilen andıç için de bu kaygıyı vurgulamıştım.Her kurum, gazeteciler ve medya kuruluşları için değerlendirme yapabilir.Rapor hazırlatabilir.Bunu asker de yapabilir. Ancak... İki duyarlı noktaya işaret etmeliyim.1- Bu listeler, komutanların kendi değerlendirmeleri ile sınırlı kalmalıdır fakat askerin iletişim konusundaki
Faşist İtalya'nın lideri Mussolini'nin de "Müslümanlığı seçtiği" ve "adının Musa Nili'ye (Nil'in Musa'sı) çevrildiği" fısıltıları dolaşıyordu.Amaç; Müslüman halklar arasında Almanya'ya güven sağlamaktı. Hitler, "dünya Müslümanlarının koruyucusu" olarak gösteriliyordu.Hitler'in iki amacı vardı.Birincisi... Müslümanlardan kurulu askeri birlikler oluşturarak Alman ordularına ek insan kaynağı yaratmaktı. Gerçekten, Makedonya, Bosna ve Kafkas Müslümanlarından Nazi İslam birlikleri kurulmuştu.İkincisi... Petrolü olmayan Almanya'nın Ortadoğu ve Kafkaslar'ın ötesine "sancısız" egemen hale gelmesiydi.Aslında Hitler, kendisinden önce aynı yolu açan Alman Kaizer'i Wilhelm II'nin izinden yürümüştür.Osmanlı'nın son yıllarında Almanya İmparatoru Wilhelm II'nin "Müslüman olduğu" ve "Hacı adını aldığı" söylentisi yaygındı. "İslamın büyük koruyucusu odur" deniyordu.Amaç; başta Osmanlı olmak üzere tüm Ortadoğu Müslümanlarına, Kafkaslara, Afganistan'a "Almanya sevgisi" kazandırmaktı. Bu bölgeye ve petrole hâkim olmaktı. II. Dünya Savaşı'nda Müslüman halklar arasında Nazi Almanya'sı diktatörü Hitler'in "Müslüman olduğu" ve "Haydar adını kullandığı" inancı yayılmıştı. II. Dünya Savaşı'ndan yeni çıkan
Karşımdaki, siyasi iktidara öfkeliydi. Bir ara ağzını bozdu. "Böyle konuşma" demek yerine, kırmadan uyardım:"Biliyorsun, telefonlar dinleniyor..."Yanardağ gibi patladı: "Bu telefonu dinleyenin" diye başlayarak ne küfürler ediyordu. Bir kere daha uyardım."Dinleyenin günahı ne? Verilen görevi yapıyor. Sen dinletene bak" diyecek oldum, araya bir erkek sesi girdi. "Evet, Güneri Bey doğru söylüyorsunuz. Ben de bu iktidara karşıyım, ama bize emredilen görevi yapıyoruz. Ayıp değil mi böyle küfretmek?.."O zamanlar birkaç bin telefonu aynı anda dinleyen elektronik telekulaklar henüz yokmuş anlaşılan... Böyle dinliyorlarmış.Oscar alan "Başkalarının Hayatı" filmini izlerken bu anıyı yeniden yaşadım. "Başkalarının hayatlarına" dünyanın her yerinde kulak sokuluyor.Gerçekten güzel bu film, komünist yönetim altındaki Doğu Almanya'da geçiyor. Bir yazarın evi, siyasi polis tarafından dinlenmekte, her konuşması, her hareketi rapor edilmekte.Yazarın özel hayatı da... Raporlarda saati verilerek "sesler kesildi, büyük olasılıkla sevgilisiyle sevişiyor" diye satırlar var.Ve filmdeki "kulağın", verilen görevi yapmanın ötesinde, tıpkı 1980'de telefon devresine giren sesin sahibi gibi insani boyutları da
Sayalım...Önce Atatürk'ün başbakanları...Atatürk'ün ölümünden sonra İsmet İnönü'nün cumhurbaşkanı olması için TBMM'de görüş birliği sağlanmıştı. Hatta bunu İnönü'ye Atatürk'ün son başbakanı Celal Bayar bildirmişti. İnönü, başbakanlıktan sonra cumhurbaşkanlığına seçilen ilk isim. ............................Celal Bayar'ın kurucusu ve lideri olduğu Demokrat Parti büyük çoğunlukla iktidar oldu. Eski başbakan Celal Bayar da DP'li milletvekillerinin oylarıyla Köşk'e çıktı............................İhtilal ve "post ihtilal" dönemlerinin zinde kuvvetler dayatmalarıyla asker kökenli Cemal Gürsel ve Cevdet Sunay paşalar cumhurbaşkanı oldular. Bir sonraki Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ise başbakanlık yapmamıştı. Konumuzun dışında.............................Kenan Evren ise 12 Eylül İhtilali'nin lideriydi. Onun cumhurbaşkanlığı da yazının başındaki sorunun kapsamında değil...........................Özal, kendini partisinin çoğunluğuna dayanarak başbakanlıktan sonra cumhurbaşkanı seçtirdi. Çankaya'ya çıktı. Köşk'ü bırakmak ve aktif siyasete dönmek üzereyken buna ömrü vefa etmedi...........................9. Cumhurbaşkanı Demirel'in partisi Meclis'te çoğunluğa sahip değildi, ama koalisyon
Köşk ve Konut kavşağına geldiklerinde Özal ve Demirel'in psikolojilerini, o anı yaşayanlardan yansıtayım... Özal'ın yeğeni, dönemin Devlet Bakanı Hüsnü Doğan, Özal'a "Cumhurbaşkanı olmayın" demiş. Nedenini Doğan şöyle anlatıyor:"Yerel seçimlerde oylarımız çok düştü. Anavatan, istikrarlı bir konuma gelmiş değildi. Anavatan'ın başında kalması, hem partiye, hem Türkiye'ye gerekliydi." Buna karşılık... Özal'ın çok yakını olan Bakan Güneş Taner ise tam tersi doğrultuda konuşmuş:"Başbakanlığı sizden sonra bir başkası da sürdürebilir. Sizin artık hükümet yönetmekten devlet yönetmek kademesine çıkmanız gerekiyor. İkisi birbirinden farklı."Aile de Özal'a, "cumhurbaşkanı olması" yönünde ağırlık koymuş.Ancak... Özal'ın bu konuda samimi olarak epeyce tereddüt geçirdiği izlenimlerini çevredeki başka yakınlarından da dinledim. Özal ve Demirel, Çankaya'ya çıkma kararı alırken, en yakınındakilerle neler konuştular? Çankaya'ya çıktıktan sonra "psikolojileri" neydi? Yakın çevreleriyle konuştum. DYP, daha henüz kuruluş aşamasına gelmeden Demirel'i sürgüne götüren otomobilde yıllardır en yakını olan Necmettin Cevheri de vardı.Önlerinde uzanıp giden dümdüz yola bakıp "Kurulacak partinin adı Doğru Yol
Hem "1 Mart tezkeresi geçseydi, böyle mi olurdu? Asker de böyle düşünüyor. Oylama öncesi keşke bunu söyleselerdi" yorumunu yapıyor... Hem de "Kuzey Irak yönetimiyle diyalogda sözün hükümete ait olduğu" mesajını veriyor. "Genelkurmay Başkanı Org. Büyükanıt'ın diyaloğa karşı söyleminin kurumsal değil, kişisel olduğunu" söylüyor."Asker siyaset konuşmamalı" tavrıyla "çelişki" derinleşiyor.Konu tek: "Kuzey Irak..."Ama... İki standart... Birinde, "keşke asker konuşsaydı..." Diğerinde, "Genelkurmay Başkanı'nın sözleri kişiseldir." Ve de "siyaseti asker değil, sivil yapar..."......................Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde dün yayımlanan "Genelkurmay Başkanı'nın konuşması TSK adınadır" açıklaması bu tablo içinde düşünülmeli. Başbakan Erdoğan'ın 28 Şubat bağlamında "Geçmişe takılıp kalmayalım" söylemi olumludur. Ancak... Komutanların siyaset konuşmaları için iki farklı yaklaşıma da işaret etmekte fayda var... Aslında... Hadise çok da karmaşık değil. 1 Mart tezkeresi sırasında asker konuşmamıştır. Çünkü... Kararı TBMM verecekti.Anayasal platform olan MGK'da komutanların, sivil seçilmişlere "1 Mart tezkeresi için TSK görüşünü bildirmedikleri" düşünülebilir mi?Ama...
Daha sonraki TSK operasyonlarında PKK, teslim olmak yerine geri çekiliyor ve araziye dağılıyordu. 284 kilometrelik sınır ve ötesindeki dağlara yayılmış bu 2500-5000 PKK'lıya düzenli askeri harekât çok zor. Peki sınır ötesine bunca harekât boşuna mıydı? Elbette hayır.Her defasında örgütün lojistik altyapısı büyük ölçüde yok edilmiş, yeniden toparlanması ve Türkiye'ye girişler yapması ötelenmiştir.Kuzey Irak'taki bazı PKK kamplarına götürülen gazeteciler arasında olmuştum."Kamp" dedikleri şey; bir fırın, birkaç kazan, mağaralar ve çardaklardan ibaretti.Daha TSK gelmeden boşaltılmıştı. PKK'lılar da araziye dağılmıştı.Bu kadar geniş coğrafyada TSK'nın uzun süre kalması mümkün olmadığına göre silahla çözüm "çetin" sorun.Elbette "savaş sanatının ustası kurmayların" -bilemediğim- değerlendirmeleri olabilir. "Yanılabileceğim" ihtiyat kaydını düşüyorum. Türkiye Kuzey Irak'a çok kez girdi. Ancak sadece Ekim 1992 Harekâtı'nda "stratejik sonuç" alan politik ve askeri başarı sağladı. O harekâtta PKK, Türk ordusuyla cephe savaşını kabul etmek yanlışına düşmüştü. Çok kayıp vermişti. Kalanları KYB'ye teslim olmuştu. Psikolojik, politik ve uluslararası iletişimle altyapısı oluşmamış bir askeri
Sanırım bu uğuru gelecek Altın Portakal Festivali'nde değerlendirir.Oscar sahibi Helen Mirren, Altın Portakal'ın onur konuğu olarak Antalya'ya gelirse, tüm dünya medyasının ilgi odağı olur.Menderes Türel bunu yapabilir de, Ankara ne yapar onun cevabı için aşağıdaki paragrafı okuyun. Helen Mirren, son Altın Portakal Film Festivali konuğuydu. Antalya Belediye Başkanı Menderes Türel, bizim Şeffaf Oda programında önceki hafta, "Oscar'ı alırsa Antalya'nın uğuru olacak" diyordu. Dediği oldu... Uluslararası CNN'in tüm dünyada izlenen yayınında art arda Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin turizm reklamı görüntüleri yayımlanıyordu.Gerçekten "başarılı" görüntüler...Deniz, güneş, neşe ve mutluluk mıknatıs gibi çekiyor izleyeni.Öyle, insanları "harf" haline getiren ve "Bu da nesi?" diye sorduran "problem görüntüler" değil.Doğrudan ve damardan...Ve böylesine, tüm dünyanın izlemeye kenetlendiği bir küresel etkinlik yayınında Türkiye neden yoktu?Neden tam da turizm rezervasyonlarının yapıldığı aylarda Türkiye kayıpları oynuyor?Büyük bir fon ayrılmış ve Türkiye'nin tanıtım filmleri yapılacakmış.Buna "Akşam yemeğinden sonra günaydın" denir. Türkiye nerede? Oscar ve gazeteci Oscar ödülleri arasında