Bu iğrençlik, bu rezillikleri Irak - Ebu Gıreyb Hapishanesinde, ABD güçlerinin yaptıklarını yansıtan İŞKENCENİN GİZLİ RAPORUndan yansıttım. Genelde, böyle satırlardan, görüntülerden kaçınırım.Ama tarihi değiştirecek "ibret" ölçütleridir."ABD için Irakta tarihin sonu olabilir" gibi iddialı bir öngörünün kanıtlarıdır.O nedenle bir bölümünü - istemeyerek de olsa - yayımlıyorum. Başlarına çuval geçirerek sıraya dizilmiş çıplak tutukluların önünde, ellerinde tuttuğu hayali makineli tüfekle cinsel organlara ateş ediyormuş gibi poz veren kadın asker fotoğrafı... Kimyasal lambaları kırarak içindeki fosforik asidi tutukluların suratına dökmek... Süpürge sapıyla erkek tutuklulara cinsel tecavüzde bulunmak... Erkek ve kadın tutukluları çırılçıplak videoya çekmek. Fotoğraf için, onları cinsel ilişki pozları vermeye zorlamak... Günlerce çıplak bırakmak... Çıplak erkek tutuklulara kadın iç çamaşırı giydirterek fotoğraf ve videolarını çekmek... Fotoğraf ve video çekmek için onlara bazı tatmin görüntüleri verdirtmek... Çırılçıplak bu görüntüde dizlerinin önüne başka bir tutukluyu çömeltmek (bu fotoğraf yayımlandı...) Gerçekten... Bu insanlık suçu görüntüleri, bir milat olabilir. ABDnin geri dönüş
Bir bakanın da bulunduğu masanın çevresinde AKP üzerine fikirler yürütülürken dinlediğim bu söylem, AKPden beklenmeyen "olumlu" tavırlar bağlamında dile getirilmişti...Örneğin "ABye tam üyelik için çabalar..."Bunu kimse beklemiyordu.Yani...AKPnin ilk kurulduğu aylarda, hatta yeni iktidar olduğu süreçte "değiştik" iddialarına inanılmıyordu."Renkleri, kokuları sonra çıkacak ortaya. Şimdilik saklıyorlar" gözüyle bakılmaktaydı.Oysa...- Meğer samimiymiş - diye düşünmeye başladık" mesajını veriyordu bu "tersine takiye" söylemi..Bakan da şöyle cevap vermişti:"Bu kadar uzun takiye olur mu?Ya başından itibaren samimi olabiliriz...ya da takiye diye başlanılan zaman içinde asli tabiatımız haline gelmiştir."Masadaki diğerleri de benzer "olumlu" sayılabilecek AKP gözlemleri dile getirdiler. İzlenimim samimi olduklarıydı.Genelde Türkiyede paylaşılan bir AKP değerlendirmesi bu.Zaten o nedenle değil midir ki, son yerel seçimlerde AKP oylarını artırdı.Merkez ve merkeze yakın seçmene doğru oylarını genişletti. "Tersine takiye"yi yeni işittim. Yansıtayım: "Takiye yapıyor diyorlar. AKP gerçekten takiye yapıyorsa, bunu kurulduğu zamanlar yaptı, irticanın devamı gibi göründü. Şimdi ise gerçek AKPyi
Sonunda evlenmeye karar verdiler. Nikah şahitleriydim. Artık Nişantaşında işyerinin hemen yakınında bir evleri var. Kadıköye gitme ve gelmenin 17 yıllık parantezi kapandı.19 yılı geride bıraktılar.Ancak, her akşam buluştuklarında eşine gene bir gül dalı veriyor. 50 İlk Öpücük / 50 İlk Buluşma filmini izlerken "sevgilisini, 17 yıl boyunca her akşam Nişantaşındaki işyerinden alıp gece saat kaç olursa olsun Kadıköydeki evine bırakan ve 17 yıl boyunca bir akşam bile aksatmadan ona her defasında bir taze gül veren, sonra da, Nişantaşındaki bekar evine geri dönen" arkadaşımı anımsadım. Gelelim filme.Hoş...Güzel akıyor...Konusu şöyle:"Genç kız babasının doğum gününde, geçirdikleri bir trafik kazası sonucu, hafıza kopukluğu yaşamaktadır.Geriye dönük olarak sadece kaza gününe kadarki yaşamını tam hatırlamaktadır.Kazadan sonra, o gün yaşadıklarını ertesi gün tümüyle unutmaktadır.Yaşamına bir genç girer.Fakat o günkü yakınlaşma ertesi gün genç kızın hafızasından uçmuş olduğu için, yeni günde yepyeni ve onun dikkatini çekecek buluşlar üretmek zorundadır. Bunların sunuşlarıyla ve romantik yaklaşımlarla genç kızın kalbini her gün yeniden kazanmaktadır."Müthiş bir ek uğraş... Her gün genç kız
Silahtarağa Santralı o dönemde bir efseneydi. Hatta 1926da yayımlanan "AMELİ ELEKTRİK DERGİSİ", santral için "Silahtarağa tüm İstanbulu aydınlatıyor" diye yazıyordu. Silahtarağa, o zamanlar Haliçin "Işık kent" diye anılan Parisiydi. Lojmanlarına 24 saat sıcak su verildiği tüm Türkiyede "efsane gibi" anlatılırmış.Zaman geçti...Silahtarağa yaşlandı, teknolojisi çağın gerisinde kaldı.Kapatıldı...Ama, bu kez sadece İstanbulu değil, tüm Türkiyeyi aydınlatacak bir kültür merkezi oluyor. Küresel aydınlıkları veren ışık kaynaklarından biri olarak hizmete girecek. 1 Mayıs bağlamında anayım... Haliçteki Silahtarağa Elektrik Santralında çalışan Ali Rıza Arı, Atatürkün seçtiği Türkiyenin ilk işçi milletvekilidir. Dün Hidiv Kasrında Enerji Bakanlığıyla Bilgi Üniversitesi arasında bir imza töreni vardı.Bu imzalarla emektar santral binası, ekleri ve 17 dönümlük arazi, Bilgi Üniversitesine geçiyor.Orada Modern Sanatlar Müzesi kuruluyor.Türkiyede ilk ve tek...Son 200 yıl içinde yapılmış binalar, Türkiyede ve dünyada kaderlerine terk edilmişti.Şimdi müze ya da diğer çok amaçlı hizmetler için onarılıyor ve toplum yararına sunuluyor.Örneğin, Paristeki tren garından "dOrsay Müzesi" oluştu. New
Harikulade bir yaratıcılık... Sahnede Kıbrıslı Rum, Yunan, Ermeni ve Türk...İranlı, Arap ve İsrailli... Timor ve Sri Lankalı sanatçılar... Hepsi de genç. Yaşamları uluslararası ödüller alarak akmakta. Küresel ünlüler.Ulusları birbirlerine karşı olmuş. Hatta savaşmış. Ama onlar "Barış Konseri"nde birlikte müzik yaptılar."Çatışan ulusların, müzik diliyle barış diyaloğu kuran sanatçıları" olarak seçilmişler. Birer simge ...Haftanın başında salı gecesi Paris - UNESCOda unutulmaz bir gece yaşattılar. Bu güzelliğin öyküsü şöyle. Parisin Sen kıyısına bağlanmış, Fransızların peniş dedikleri nehir teknesi piyanist Hüseyin Sermetin stüdyosudur. Orada Ermeni kökenli Marc Buker ile yarattıkları ve hayata geçirdikleri "BARIŞ KONSERİ" sihirli bir mesaj oldu. Anlatayım... Hüseyin Sermet, Türkiyenin en iyi piyanistlerinden. Paris, Sen kıyısına bağlı bir nehir teknesini stüdyo haline getirmiş. Orada piyano çalışmalarını yürütüyor. Dünyanın pek çok metropolünde konser vermiş.Boğaziçi Üniversitesinde de öğretim üyesi.Fransada yaşıyor. Fransız vatandaşlığı önerilmiş. Almamış.Teknede, dostu, Türkiye Ermenisi Marc Buker ile "Türkiye - Ermeni dostluğu için katkılarda bulunmak üzere" bir dernek kurmaya
Bu "çorba" birleşeni, Türkiye için "karşıtlık nedenlerini" de bir çorba karışımı gibi sunuyor.Türkiyeyi önce Atatürk devrimleriyle laik ve modern bir devlet olarak tanımlıyor. Sonra... "İslamcı"ların eline geçtiğini iddia ediyor. AKP ve Erdoğanı "şeriata yavaş ve yumuşak geçişi amaçlamakla" suçluyor.Türkiyenin Atatürk devrimlerini koruyan askerin olası yönetimiyle din devleti süreci arasında sıkıştığını iddia ediyor.Türkiyenin İslam devleti olmayı kabul ettiği anda ABnin ne büyük bir sorunu içine almış olduğunu işte o zaman anlayacağı(!) uyarısını yapıyor. Kürtlerden tutunuz Ermenilere kadar uzanan bir sicil(!) kalkışımında bulunuyor.Kamuoyuna ortak eylem ve politikacıları etkileme planları sürüyor.Bu sitede vurgulanan bir saptama da "Fransız toplumunun büyük çoğunluğunun AB üyeliğine karşı olduğu..." İnternette Fransızların "Türkiyeye HAYIR" (Non a La Turquie) sitesi, dün Fransa Cumhurbaşkanı Chiracın yaptığı konuşmanın arkasındaki "dekor" gibidir. Fransada sol, sağ, merkez, ırkçı, komünist... Tüm görüştekiler Türkiyenin AB üyeliğine karşı olmak ortak paydasındalar. Sosyalistlerden bir sandık dersi almış bulunan merkez sağ çoğunluk ve onun lideri olan Chiracın, AB Parlamentosu
Ya Türkiye?O yıllarda bizim polis de aydınların evlerine baskın düzenliyor, "Larousse" lügati bulduğunda, "Burada RUS kelimesi geçiyor" diye el koyuyordu. Lügatin sahibi de sorgulanmaya yollanıyordu. Larousse lügatinde 30 yıl önceleri ne kadar "voleur" karşılığı "hırsız" izahı yapılırsa, atasözlerinden örnek olarak Voleur comme un grec cümlesi yer alırdı. Türkçesi "Yunanlı gibi hırsız!.." Yunanistan, devlet politikası olarak bu cümleyi Laroussetan çıkarttırdı. Sadece bunu değil, Larousse ve diğer Fransız ve başka ülke lügatlerinde, ders kitaplarında yer alan tüm "aşağılayıcı" ifadeleri çıkarttırdı. Sonra...Yeni nesiller "hırsız" denince artık "Yunanlı gibi" sözünü bilmiyorlar.Ama Fransızca lügatlerinde Türkler için aşağılayıcı - bir bakıma atasözleri - ifadeler sürüyor.Örneğin her gelenin sorduğu, altı yaylı yuvarlağa, "TÜRK KAFASI" denir.Boksörlerin kum torbası gibi, ama antrenman için değil eğlence için vurulan kafadır yaylı yuvarlak.Tokat, yumruk...Kelleye patlatılır.O nedenle "Türk kafası" (kellesi) bir bakıma aşağılayıcı bir deyimdir. Bu bağlamda "kalın kafalı, odun kafalı" anlamına, anlayışı kıt olanlar, jetonu geç düşenler için de kullanılır.Üzücü ama gerçek...Bizim
Söyleyenin kastını aşsa da, "vicdan - cüzdan" söylemi, madalyonun bir yüzünde, yargı insanlarını bir genelleme içinde yaralayıcı, aşağılayan, çirkin kelimeler olmuştur.Hakim ve savcı adalet dağıtırken "vicdan ve cüzdan arasında sıkışmaz...Ekonomik sıkıntı çeker. Bunalır, hatta havadan para kazanmış hortumcuların, vurguncuların gönderdiği haberlerle menfaat ilişkilerine zorlanır. Ama bildiği yolda yürür.Peki... "Vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan hakim, savcı yok mudur? Elbette vardır.Ama... Diğer mesleklerde olduğu kadar.Madalyonunun diğer yüzünde eksilerden artı üretmek gerekirse... "vicdanı ile cüzdanı arasında sıkışan adalet adamı" söylemi kamuoyu oluşturmak bağlamında bir yarar da sağlamıştır.Bu bağlamda "iyi şeyler" oluyor. Adalet Bakanı Cemil Çiçek, bu konuyu ciddi ve sonuç alma kararlılığıyla yürütüyor. Ondan dinlediklerimi yansıtayım:"Adalet için üç önemli dayanak şöyle:1- Nitelikli yasa2- Nitelikli personel3- Uygun maddi ve fiziki koşullar."Bunlardan birincisi için bir süredir çalışmalar sürüyor. Yasalar AB normlarına göre uyum kuralları gereğince yeniden yazılıyor.İkincisi olan nitelikli personel için de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile paralel çalışmalar