Çünkü, doksan dakika boyunca topa en yakın ve en hakim yerde bulunması gerekiyor. Bu nedenle, sahadaki 22 futbolcudan fazla koşuyor.1. ligde görev yapan bütün hakemler gibi, o da perşembe günü Merkez Hakem Komitesinin özel kamp tesislerinde oluyor.Perşembe gecesi diğer hakem arkadaşlarıyla söyleşerek ligdeki son durumu ve duyarlı dengeleri konuşarak "güncel" hale geliyor.Bir bakıma hafta sonunun maç havasına giriyor.Cuma sabahı diğer hakemlerle birlikte çok ağır ve yorucu bir antrenmana çıkıyor. Formu gözleniyor.Yöneteceği maçta karşılaşacak takımların oyun tarzlarını, oyuncuların oyun stillerini maça çıkmadan önce videodan inceliyor. Böylece kimlerin uzun top attığını, oyuncu topu ayağına aldığında kendisinin pozisyona en yakın yerde bulunması için depara kalkması gereken anları saptıyor. O bir hakem... Sadece onu çalıştıran özel bir antrenörü var. Vücudunda bir dirhem yağ bırakmıyor. Beslenmesine dikkat ediyor. Fizik gücü, Avrupa Şampiyonlar Liginde oynayan bir futbolcu ile yarışabilir. Maçtan önce öğle yemeğini mutlaka iki yardımcı hakem ve dördüncü hakemle birlikte yiyor. Ortak dil saptıyorlar. Gerilim yapabilecek, tehlikeli olabilecek oyuncular için birbirlerini
Kıbrısı 1192den 1489a kadar 300 yıl boyunca yöneten Lusignan Hanedanının son bireyleri Livio ve oğlu Alessandra Lusignan ile Brükselde tanıştım, söyleştik.Baba Lusignana "referandum öncesi Kıbrıs için görüşünün ne olduğunu" sordum. "Annan Planını okumadım ama adadaki Türk varlığı ve toplumsal kimliği kalıcı olmalı" cevabını aldım. Kıbrısın bir kralı mı eksikti? Onu da sunalım. Öykü şöyle:Kayıtlara göre Haçlı Seferleri sırasında "Aslan Yürekli" lakaplı İngiltere Kralı Richard tarafından, Kıbrıs, Kudüsten dışlandığı için kendine yurt arayan eski Kral Guy de Lusignana satılıyor. Bu parayla Haçlı Seferlerine finansman katkısı sağlanıyor.Yıl 1189...Lusignan hanedanı böylece 300 yıl Kıbrıs Adasını yönetiyor.St. Hillarion ve Adalia kaleleri, Lusignan hanedanı zamanında yapılıyor.Sonrası... Kıbrıs, Venedikliler tarafından ele geçirilince aile önce Sakız Adasına göçüyor.Ardından İzmire...Kıbrıs, 1571de Osmanlı tarafından alınınca, aile Osmanlı ile yakınlaşıyor.Lusignan ailesi, yüzyıllarca İzmirde daha çok Mirriler adıyla tanınıyor. Aslan Yürekliden taç Baba Lusignan 1960 yılına kadar Türkiyede kalmış. İyi bir eğitimi var.Levanten diye anılan İzmirde yerleşmiş Latinlerden.Sonra...
Şöyle ki:1) 1974 Barış Harekatından bu yana, Kıbrıs Türk tarafı uluslararası ilişkilerde, sadece Denktaş tarafından ve sadece toplum lideri sıfatıyla temsil edilmiştir.Önce Kuzey Kıbrıs Türk Federe Devleti, sonra KKTC başkanlığı hiçbir zaman tanınmamıştır.KKTC Başbakanı olarak ilk kez Mehmet Ali Talat uluslararası görüşmelerde taraf statüsü ile masaya oturmakta. KKTC resmen tanınmasa da Başbakanın tanınması önemli aşamadır. Zımni kabullenilmek anlamına gelir.Talat, İsviçre görüşmelerinde, Yunanistan Başbakanı ve Kıbrıs Rum yöneticileriyle masaya oturdu.Daha 48 saat önce ABD Dışişleri Bakanı Powell ile telefonda konuştu.Dün ABde, olası bir çözüm halinde parasal katkıda bulunacak ülkelerin temsilcileriyle birlikte toplantıdaydı... Protokol yeri, Büyükelçi düzeyinde temsil edilen Rum yönetiminden öncelikliydi.Bunlar simgesel fakat önemli işaretlerdir.KKTC artık Başbakanı ile temsil edilerek, 30 yıllık toplum lideri çizgisini ilk kez kırmış bulunuyor. Referandum sonuçları ne olursa olsun Türkiye - birkaç raund - üstte kalacaktır. ABnin genişleme sorumlusu Verheugen, dün "Referandumda Türk tarafı EVET der, Rum tarafından HAYIR çıkarsa, Kuzey ve Güney Kıbrısı ayıran yeşil hat, 1
Yaşamım boyunca ailelere özen göstermek ilkesinden sapmadım.Arınçın hanımefendisi de o ilkemin gereği, bu yazıdaki tüm satırların dışındadır.Ve bir soru:"Davet sahibi de" - hani mesela - neden onu yalnız davet ettiğini aynı üslupla ve aynı formülle "şeyini şey ettiğimin şeyi" gerekçesiyle diye izah etse Arınç, neler hisseder?Ama...Böyle bir izah gelmeyecektir.Çünkü...Vurguluyorum...Üslup "kişiliğin çözülmüş şifresidir."Onu ele verir.Arınç da, şirazesi kaçmış her söyleminden sonra sözlerini geri alıp tevile yönelse de sonuçta artık, kişiliğini üslubuyla deşifre etmiş bulunuyor. Üslup, "kişiliğin çözülmüş şifresidir." Cumhurbaşkanı davetine eşini götürmeyiş nedenini bir TBMM Başkanı bunun karşılığı, şeyini şey ettiğimin şeyidir" diye açıklıyor. Öte yandan...Arınç, bu devletin protokolünde iki numara.Milli iradeyi temsil eden TBMMnin başkanı.İlk sahibi Mustafa Kemal Atatürk olan koltukta - yazgı işte(!) - oturuyor.Yani onu "şeyleten" ilkeleri koyan adamın koltuğunda.Arınç, Cumhurbaşkanı vekili de...Devletin doruğu ve başkomutanı konumuna bir adım mesafede...Böyle bir konumun sahibi, böyle söylemlerde nasıl bulunabilir? "Şey"lemek Özel kesimde, sorumluluk ve yetki verilenler her yıl
"1 - ...Sorumlu, ılımlı, yapıcı, birleştirici ve dikkatli yaklaşımım yanlış yorumlanabiliyor. Ben sesin gürlüğüne değil, aklın önderliğine itaat etmek isteyen bir askeri nesle komuta ediyorum.".........."2- Son zamanlarda medyada ve halkımızda şöyle bir beklenti olduğunu hissediyoruz. TSK, her önemli konuda EVET ve HAYIR diyerek kesin tavır koymalıdır, hatta koymak zorundadır ve bunu da kamu ile paylaşmalıdır. Elbette bu düşünceye saygılıyız. Ancak TSKnın her konuda taraf olması veya her şeyi kamuoyuyla paylaşması da beklenmemelidir."............Bu iki söylemin birincisi, Silahlı Kuvvetlerin de küresel değişim sürecinin dışında olmadığının vurgulanmasıdır.Harp okulları artık 2 yıllık yüksekokullar değil, 4 yıllık fakülteler.Artı...Harp okullarını bitirenler bilgisayar mühendisliği, makine mühendisliği, elektronik mühendisliği gibi bir ek disiplin daha kazanmış oluyorlar.Yabancı dil bilgisi bu eğitim sürecine eklenmeli.Ayrıca, doktora anlamına gelen "kurmay akademisi" general olmanın bir bakıma önkoşulu...Sürekli dış ilişkiler, yabancı ülke görevleri, NATO konsepti ile TSK mensubunu, ses yüksekliğinin desibeline endeksli robot gibi görmek ve onun varlığını "demokrasideki postal
8 Aralık 2003 Güney Kıbrıs Hilton Oteli... İktidar partisi AKELin politbüro üyesi, en güçlü 3 adamından biri parlamento sözcüsü Katsurides ile konuşuyoruz. "Sağcı bir Rum yerine, Türk başkanı tercih ederim" diyor. (9 Aralık 2003te fotoğraf bu köşede yayımlanmıştı). - Rusyadan SAM - 300 füzelerine destek vermişti.Yani... AKELin, barış için el uzatırken, ansızın arkadan dolanıp puan almak gibi bir huyu (huysuzluğu) olduğu söylenebilir. Makarios döneminde "Enosis" yanlısıydı. - 1960ta Rum ve Türk tarafları arasında Birleşik Kıbrıs Devleti kurulması sürecinde, AKEL Partisi de "hayır" tavrı almıştı. Ama...Bizim de galiba, söylemleri işimize geldiği gibi algılamak "arızamız" var.Konuşmalardan, karbonatlanmış beklentiler üretiyoruz.Ben de tanığıyım.Anlatayım:Daha KKTC seçimleri yapılmamıştı.Güney Kıbrıs Hiltonun giriş katındaki salonda, AKELin parlamento sözcüsü, partinin politbüro üyesi ve en güçlü üç adamından biri olan Katsurides ile söyleşiyorduk.Söylediklerini 9 Aralık 2003te, bu köşede şöyle yansıtmışım:".... önümüzdeki pazar seçim kazanır da görüşmeci olursa, CTP Başkanı Talatla ya da onun gibi çözüm isteyenlerle görüşülür. Annan Planı üzerinde iki tarafın istedikleri
Anlatayım.Yaşlı adam ölmeden önce "beni ayaklarımda çoraplarımla toprağa verin" gibi garip bir vasiyette bulunur.Ailesi, akılları pek yatmamış olmakla beraber, babanın bu son isteğini yerine getirmek ister.Ama, cenazeyi kaldıracak olan din adamı itiraz eder: "İslamda caiz değildir.Merhumu sadece kefenle saracağız. Çorap kesinlikle olamaz..."Aile çaresizdir.Akıllarına merhumun ölmeden önce büyük oğluna, "Ancak çok sıkışırsan aç ve içindekini oku" diyerek verdiği zarf gelir.Belki "çorapla gömülmenin bir çözümü vardır zarfın içinde" derler.Açarlar.Zarftan birkaç kelimelik bir yazısı çıkar merhumun: "Gördün mü oğlum? Öbür dünyaya çoraplarını bile götüremezsin. Bu gerçeği bilerek yaşa..." Yaşlı adamın "vasiyeti" öyküsü için yakıştırmalar yapılmıştır ama aslı öykünün Semerkandda yaşanmış olduğudur. Sakıp Sabancının "kaybı" haberini aldığımda bu öyküyü anımsadım.Öykü ilk dinleyişte ya da okuyuşta, zenginlerin servetini öbür dünyaya götüremeyecekleri gerçeğini vurguluyor olsa da... Biraz düşününce daha derindir."Bu dünyada başka değerlerin varlığına da gönül vermek gerektiği" mesajını vermektedir.Sakıp Sabancı bu derinliğin adamıydı.Sanata, eğitime, üretime, dostluğa gönül
Panelin duyarlı çizgisine renk kattı.Hangi panel... Hangi tartışma?Anlatayım.Brüksel Egmond Sarayının konferans salonu... 40 kişilik oval konferans masası...Egmond Sarayındaki, Belçika IRRI Kraliyet Enstitüsü ile Marmara Grubu Vakfının ortak düzenlediği bir etkinlikteyiz. Konu "Türkiye üzerinden Batı ve İslam diyaloğu..." Paskalya tatilinin başladığı gün olduğu için, ilginin zayıf kalacağı düşünülmüştü.Oysa... Koca salon doldu. Ayakta kalanlar bile vardı.İslam kavramı, zaten gündemdeki konuların ilk sırasında.ABye üyelik olasılığı da, Batı - İslam diyaloğu bağlamında Türkiyenin önemini tırmandırıyor. Kıbrısta dananın kuyruğunun kopacak olması ise çorbanın tuzu ve biberi...Böyle olunca AB ülkelerinin tatile girdiği Paskalya günü bile, tarihi Egmond Sarayının geniş salonu dolabiliyor.Hem de "uçuk - kaçık vakti bol takımıyla" değil...Ağırlıklı konuşmacılar ve izleyiciler de vardı. İşte Türkiye... Demokrasiyle yönetiliyor... Ve bir İslam ülkesi değil mi?" Bu soru Türkiyenin AB için önemini irdeleyen tartışmaların tam orta yerine düştü. Tartışmaların ince ayarını yansıtayım:1- Konuşmacıların ve tartışmaya katılanların bir kısmına göre İslam dini ile demokrasi bir arada olamaz. İslam