Piyasalar çalkalanıyor olan “euro”ya oluyor

26 Mayıs 2010

Eskiden zenginin derdi başka, fakirin derdi başka idi. Anadolu’da sık sık tekrarlanan bir söz vardı: “Binin yarısı beş yüz... O da bende yok... İşler kötüye gidiyormuş... Bana ne!...” denirdi.
Şimdi kazın ayağı öyle değil... ABD’deki banka batıyor, Afyon’daki mermer işçisi Süleyman Safi işini kaybediyor. Almanya, Yunanistan’a yardım ediyor diye, Alman halkının kafası bozulduğundan mağazalarda satış düşüyor. Elazığ’daki konfeksiyon işçisi Sacide Macit işsiz kalıyor.
ABD’de işler düzeliyor diye sevinirken, Yunanistan krizi çıktı. Yunanistan kurtarılıyor diye beklerken, İspanya, Portekiz, İtalya ve İngiltere sıraya girdi.
- Borsalarda fiyatlar iniyor, çıkıyor. İstikrar kalmadı. (Bizi ilgilendirir ama sarsmaz.)
- Avrupa halkının moralleri bozuldu. Halk harcamayı kesti. (Bizi çok ilgilendirir. Çünkü Avrupa pazarı bizim için önemli. İhracatımızın yarısını bu pazara yapıyoruz. Pazar daralınca üretim düşer, ihracat gelirimiz azalır. Dahası var. Avrupalı turist morali bozulduğundan tatile gelmez ise bu yıl turizm sezonunu kötü geçiririz.)
- Euro değer kaybediyor. Nasıl toparlanacağı belli değil. (Bizim ihracatımızın büyük bölümü euro ile gerçekleşiyor. Euro'nun değer kaybı

Yazının Devamı

BAŞBAKAN BİR-İKİ AYDA 1 MİLYON KİŞİYE İŞ BULACAK

25 Mayıs 2010

Başbakan Sayın R. T. Erdoğan AKP’nin Genişletilmiş İl Başkanları Toplantısı’nda, “Türkiye’de işsizlik oranı 1-2 ay içinde yüzde 10’u yakalar, yüzde 10’un altına düşerse şaşmayın“ dedi.
Demek ki, Başbakan Sayın R. T. Erdoğan 2 ay içinde 800 bin veya 1 milyon kişiye iş bulunabileceğine inanıyor. Olur mu olur! Keşke olsa da sevinsek.
Türkiye’de istihdamdaki gelişmeleri TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) izliyor. İstihdam rakamlarını her ay açıklıyor.
Eskiden beri yayınlanan istihdam rakamları yanında şimdilerde bir de mevsimlik etkilerden arındırılmış istihdam rakamları yayınlanır oldu.
Bilindiği gibi Türkiye’de sanayi üretimi de, tarım üretimi de mevsime göre değişiyor. Aylık rakamlar bu nedenle büyük farklılıklar gösterebiliyor. Mevsimlik etkilerden arındırılmış istihdam rakamlarının yayınlanmasının nedeni bu.
Eski seri istihdam rakamları ile bu yeni seri rakamlar arasında fark var.
- Eski seride 2010 yılı Şubat ayında işgücü (çalışmaya hazır kadın ve erkek sayısı) 24.8 milyon iken, mevsimlik düzeltme yapılmış seride 25.6 milyon.

Yazının Devamı

Yaşlı CHP’nin ‘Jön Türkler’e ihtiyacı var

24 Mayıs 2010

Yaşlı CHP, yaşlı kadrolarla Türkiye’nin geleceğini yapılandıramaz. CHP‘nin yönetim kadrolarını “emekliler” doldurur ve de “emekliler ölünceye kadar” koltuklarına yapışır kalır ise, daha da kötüsü emekliler “gençlere kapıları kapar ise”, CHP çağdaş, ilerici ve devrimci bir parti olamaz.
“Mütekaitlerin vatan-millet-silistre partisi” olarak kenarda bucakta kalır.
- Türkiye nüfusunun yüzde 49.7’si kadın. Türkiye’de 36.0 milyon kadın var.
- Türkiye’de “ortanca yaş” 28.8 olarak belirlendi. Nüfusun yarısı 28.8 yaşın altında.
- 20-50 yaş grubunda 33.5 milyon kadın ve erkek var.
- 20-35 yaş grubundakilerin sayısı 19 milyon.
Sosyal demokrat, devrimci, çağdaş bir siyasi partinin yönetim kadrolarına bu nüfus yapısı yansımalıdır.

Yazının Devamı

O kral öldü yaşasın bu kral (!) (...iyi de halkımızın durumu n’olacak?)

23 Mayıs 2010

CHP önemli bir parti. Eski başkanı değişiyor. Yeni başkan geliyor. Partiler halka hizmet için kurulur. Parti üyeleri, halka daha iyi hizmet aşkı ve iddiasıyla başkanlığa soyunur.
Halka hizmet için (1) Halkın sorunlarını tesbit etmek (2) Bu sorunlara çözüm getirecek politikaları oluşturmak gerekir.
Halkın temel ve ortak sorunu, iştir, aştır, huzur ve güvendir. Bunlar ancak üretim artışı ile gerçekleşir. Üretim kaynak (gelir) yaratır. Ülkenin büyümesinin, halkın refahının önünü açar. Partilerin başındakilerin ve partilerin yöneticilerinin sorumluluğu, partinin çizgisi doğrultusunda halka hizmet verme arayışında ekonomik ve sosyal politikaları belirleyecek kadroları oluşturmak ve çalıştırmaktır. Bu kadroların çalışmalarını değerlendirmektir.
Bülent Ecevit’in yaptıklarından örnek alınması gerekir.
- Bülent Ecevit, 1973 yılında “Ak günlere” adını taşıyan bir seçin bildirgesi yayınladı. Bu bildirge bir “manifesto”dur. Ekonomi ve sosyal alanlarda yapılması gerekenler ve yapılacaklar listesidir. Bu manifestoyu Bülent Ecevit tek başına hazırlamadı. Çok sayıda genç akademisyen ona destek verdi. (Okumayanlara öneririm. “Ak günlere”, güncelliğini kaybetmeyen özgün bir belgedir.)

Ecevit

Yazının Devamı

Babacan ‘iyimser yüreklendirici’ mesajlar veriyor

21 Mayıs 2010

Forum İstanbul’un bu yıl 9’uncusu yapılan yıllık toplantısının açılışında konuşan Başbakan Yardımcısı, Devlet Bakanı Sayın Babacan, “iyimser ve yüreklendirici” mesajlar verdi.
Krizde milli gelirinin büyük ölçüde gerilemesine rağmen, Türkiye’nin çok ülkeden daha iyi imkânlarla krizden çıkış yoluna girdiğini anlattı.
Sayın Babacan’ın verdiği mesajların ikisi önemli ve iddialı. Sayın Babacan diyor ki,
- Kriz paniğinde çok ülke, önce sallanan bankalarını ve finans kuruluşlarını ayakta tutabilmek, sonra da piyasayı canlandırabilmek için banknot basarak, bütçelerini açarak piyasaya oluk gibi
para akıttı.
Şimdilerde enflasyonu önlemek, bütçe açıklarını kapatmak telaşında çareler arıyorlar. Vergi artışları gündeme geldi. Almanya Başbakanı finansal sisteme vergi getirilmesi konusunu düşünüyor.
IMF bankaları ayakta tutabilmek için uluslararası vergileme sistemini

Yazının Devamı

Borsa şirketlerinin toplam kârının yarısı bankaların

20 Mayıs 2010

Bütçe açık verince, açığı kapatmak için Hazine tahvil ve bono satar. Bu tahvil veya bonoları (1) Yabancı bankalar, yatırımcılar satın alabilir. (2) Halkımız, küçük büyük tasarruf sahipleri satın alabilir. (3) Türk bankaları satın alabilir.
Bu tahvil ve bonoların “mutlaka satılması” gerekir. Satılamazsa Hazine “tıkanır”. Ödeme yapamaz hale gelir. Yunanistan’da olan budur.
Hazine’nin çıkardığı tahvillerin, bonoların çok az kısmını yabancı bankalar ve yatırımcılar ile halkımız satın alıyor. İşte bu nedenle Türk bankalarının kasaları Hazine tahvilleri ve bonolarıyla (İç Borçlanma Senetleri) doluyor.
Hazine kim satın alırsa alsın tahvillere ve bonolara aynı faizi ödüyor. Açık anlatımla, yabancı yatırımcıya başka, halka başka, bankalara başka faiz ödemesi yok. Faizi kim beğenirse, bu kâğıtlardan satın alma şansına sahip. Yabancıların ve halkımızın satın almadığı Hazine kâğıtlarını (faizini beğendikleri için veya kendilerini mecbur hissettikleri için) bankalar topluyor.
Bankalar bu kâğıtları satın almasa, Hazine borçlanamaz. Borçlanamasa açığını kapatamaz. Açığını kapatamasa ödemeleri durdurur.
Türk bankalarındaki tahvil ve bono stoku arttıkça bankalar Hazine’den daha çok faiz

Yazının Devamı

Yenilikçilik (inovasyon) ve ‘yeni girişimcilik’

19 Mayıs 2010

İşsizlik oranı geçen şubattan bu şubata yüzde 16.1’den yüzde 14.4’e geriledi ama gene de 3.5 milyon işsizimiz var. Her yüz gencin 25.5’i işsiz.
Yatırım olursa, üretim artarsa işsizlik de azalacak diyoruz. Ama bizim artan yatırımlarımız ve artan üretimimiz işsizliği azaltmıyor. Çünkü biz modası geçmiş yatırımlarla talebi olmayan üretim yapıyoruz.
İşsizlik sorununun kemikleşmesini önlemek, büyümeyi hızlandırmak, ihracat gelirimizi artırmak için “yeni bir strateji”ye ihtiyaç var.
Devlet Planlama Teşkilatı’nın yayımladığı göstergelere göre yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin toplam üretimdeki payı yüzde 4.1 oranında, ihracatımızdaki payı yüzde 3.3 oranında. Halbuki AB ülkelerinde yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin ihracattaki payı yüzde 21.6 dolayında.
İşsizlik sorununu ve teknolojideki geriliğimizi “veri” (given fact) kabul ediyoruz. Ve de çözümün ne olacağını tartışmıyoruz.
İşte bunun içindir ki, yaratıcı, yenilikçi bir bilim adamı olan Prof. Dr. Arman Kırım’ın bu konularda önerilen içeren, tartışma kapısı açan bir çalışmasını okuyunca heyecanlandım.
Prof. Dr. Arman Kırım işsizlik ve geri teknolojiye dayalı basit üretim çemberini kırmak için “inovasyon (yenilikçilik) ve

Yazının Devamı

Elektrik faturasında pazarlık dönemi

18 Mayıs 2010

Yıllık elektrik tüketimi 100 bin kilovatsaatın altında olanların “elektrik faturasını pazarlıkla düşürmeleri mümkün”. Faturanın nasıl düşürüleceğini anlatmadan, 100 bin kilovatsaat tüketim ne büyüklüktedir onu anlatayım.
Bizim evin son elektrik faturasına göre bir ayda 503 TL kilovatsaat elektrik tüketmişiz. (Aylık elektrik bedeli, dağıtıcı payı, vergi toplamı 138 TL ödemişiz. Kilovatsaat başı tüketim maliyetimiz 27.5 kuruş dolayında) Yıllık ortalama tüketimimiz 6 bin kilovat saat olduğuna göre eğer biz 20 daireli bir sitede yaşamış olsaydık, talep birleştiren site yönetimi “elektrik fiyatını pazarlıkla düşürme şansına sahip olabilecekti.”
Pazarlık işini anlatmadan, elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımı hakkında da ara bilgi vermekte yarar var.
Şimdilerde elektriği özel sektör de üretiyor. Ürettiği elektriği kendi ihtiyacı için kullanmayanlar, bunu belli bir fiyatla Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.’ye (TEDAŞ) satıyor. Elektrik milli iletim hatlarına yükleniyor. Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) elektriği dağıtım bölgesinin kapısında dağıtıcı şirketlere teslim ediyor. Dağıtıcı şirketler de her tüketici için bir örnek tarifeyle elektriği dağıtıyor. Parasını tahsil ediyor.

Serbe

Yazının Devamı