<#comment>#comment>Eskiden TBMM Başkanlık kürsüsünün arkasındaki duvarda "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" yazısı vardı. Millet dediğiniz 67 milyon insan. Bunların her biri egemenlik hakkını kullanmaya kalkar ise "curcuna" kopar. Onun için millet "vekilölerini seçiyor. Onları Ankara’ya yolluyor. Vekilleri aracılığıyla egemenlik hakkını kullanıyor.
Geliniz görünüz ki, milletin seçtiği vekillerin birçoğu Ankara’ya gidince "baştan çıkıyor". Egemenlik hakkını millet adına kullanacak yerde, kendi ceplerini ve de yandaşlarının ceplerini doldurmak için kullanıyor.
Bu nedenle milletin "vekillerine olan güveni" sarsıldı. Milletin yakınmaları o kadar arttı ki, sonunda "vekillerin de kendilerine güveni kalmadı". Güven bunalımı içeriden dışarıya sarktı. Başöğretmenimiz IMF’nin de vekillere güveni sarsıldı. Kendilerine güveni kalmayan vekiller içeriden, vekillere güveni sarsılan IMF dışarıdan elbirliği yaptı. "Egemenlik hakkı ve yetkisi" TBMM’den alınarak bağımsız, bağlantısız 10 özerk imparatorluğa devredildi. Artık milletin vekillerinin, vekillerinden oluşan hükümetin bu özerk imparatorluklara devredilen kamu görev ve sorumluluklarıyla ilgisi kalmadı.
Kısaca "politikacı" diye
<#comment>#comment>IMF de, Dünya Bankası da bir ülkeye 'bağış' yapmaz. Kredi verir. Dünya Bankası kredilerinin de, IMF kredilerinin de faizi vardır. Vadesi de vardır. IMF'nin verdiği kredi IMF üyesi ülkelerin IMF fonuna katkılarıyla oluşan kaynaktan verildiğinden faizi düşüktür. Yaklaşık yılda yüzde 5 dolayındadır. Dünya Bankası'nın kendi kaynağı yoktur. Para piyasalarından borçlandığı paralar ile oluşan kaynağı kullanır. Para piyasasından borçlanırken ödediği faizin üzerine bir miktar ekleyerek ülkelere kredi verir.
Dünya Bankası da, IMF de ülkelere bütçe açığını kapatsınlar, hükümetler istedikleri gibi harcasınlar diye kredi vermez.
Dünya Bankası kredileri belli projelerin finansmanı için kullanılabilir. Bu paralarla baraj yapılır. Deprem hasarları onarılır. Okulların bilgisayar ihtiyacı karşılanır. Mali sistemin yeniden yapılandırılması için yapılacak çalışmaların faturası ödenir.
IMF sadece ve sadece ülkenin döviz rezervini güçlendirmek için kredi verir. IMF kredileri (genelde) bozdurulamaz. Harcanamaz. Sadece ülkenin döviz varlığını gösteren 'döviz rezervi' hesabını zengin göstermek, 'vitrin süslemek' için kullanılır.
Ülke bunlarla 'vitrin süsler'. Vitrin
<#comment>#comment>Merkez Bankası bağımsız olsun dedik dedik. Merkez Bankası bağımsız oldu. Hem de öyle bir bağımsız oldu ki... Değme gitsin... Eskiden Merkez Bankası, "bankaların bankası" idi, bankalar zora girer ise bankaların ellerinden tutardı. Şimdi Merkez Bankası bankalarla meşgul olmayı "zül sayıyor." Bankalar sapır supur döküldükçe filmi seyreder gibi olan biteni seyrediyor. Eskiden Merkez Bankası para kredi sistemini "üretimi artıracak kalkınmayı hızlandıracak biçimde" yönlendirme sorumluluğu taşırdı. Şimdi ekonomi batıyor. Merkez Bankası "bizim sorumluluğumuz enflasyonu aşağıya çekmek" diyerek olan biteni görmezden geliyor. Bugün hükümetin, başbakanının, politikacının Merkez Bankası’na "Neden böyle yapıyorsun?" diye sual eylemesi bile imkansız.
Merkez Bankası ne yaparsa yapsın - ekonomiyi nasıl boğar ise boğsun - içeride tam bağımsız. Amma velakin, Merkez Bankası IMF’ye, Dünya Bankası’na tam bağımlı. O cenahtan gelecek her türlü emir ve kumandayı harfi harfine yerine getirmeyi görev ve vazife "telakki eyliyor."
Kadife Şahin’in haberinde okuyacaksınız piyasalara güven vermek için Merkez Bankası ulusal mutabakat metni hazırlıyormuş. Seçime girecek tüm partiler IMF’ye
<#comment>#comment>İstanbul Büyükşehir Belediyesi iki önemli yatırım yaptı. Halkı çok ilgilendiren bu iki yatırım ile ilgili haberler gürültüye gitti.
Bu iki yatırım da çöp ile ilgili. Çöpler toplandığında çöpün önemini unuturuz. Çöp toplama işi aksar ise kıyameti koparırız.
Bu nedenle anlatıma önce çöpten başlayalım. İstanbul’da 28 ilçe 13 belde belediyesi her gün 1.200 dolayında kamyon ile sokak sokak, dolanarak 8.200 ton çöp topluyor. Belediyeler topladıkları çöpü götürerek Büyükşehir Belediyesi’nin kucağına yığıyor.
Büyükşehir Belediyesi bu çöpleri çevreye zarar vermeden depolamak amacıyla Anadolu yakasında Ümraniye’de, Avrupa yakasında Kemerburgaz’da iki "Düzenli Depolama Alanı" oluşturdu. Bu alana gelen çöpler preslenerek toprak altına gömülüyor. Ümraniye depolama alanının ömrü 30 yıl, Kemerburgaz’ın 20 yıl. Almanya’da bir kişinin bir günlük çöpü 1.200 gram veya 1.500 gram. İstanbul’da 950 gram. Çöp içindeki değerli maddelerin ayrımından sonra Almanya’da depolamaya giden çöp kişi başı 350 gram, bizde ayrım yapılamadığından 850 gram. Bu nedenle bizde çöplükler çabuk doluyor.
Çöpün yarısı organik
Öztin Akgüç, Mülkiyeden sınıf arkadaşımdır. Yazılarının çoğunu keser saklarım. Öztin Akgüç 6 Mayıs 1994 tarihinde "Solcu"luğun ne olduğunu, 3 Temmuz 1994 tarihinde "Solda Birleşme"nin imkansızlığını yazmıştı. Sekiz yıl önce yazdıkları bugün "güncelliğini" koruyor. Öztin Akgüçün yazdıklarından sayın okuyucularıma özetler aktaracağım. Bugün neyin ne olduğunu anlamak bakımından yararı var. (I) Solculuk nedir? (2) Solculukta üretkenlik esastır. Üretici olmak yalnız fiziki gereksinimlerin karşılanması için mal ve hizmet üretimi ile kısıtlanamaz. Bilgi üretmek, fikir ve düşün ürütmek, sanatsal yapıtlar üretmek, yaşamı daha anlamlı ve renkli kılmakta, çoğu kez maddi mal ve hizmet üretmekten daha yararlı olmakta, daha büyük katkı sağlamaktadır.(3) Solculukta, bencillik yoktur. Paylaşım ve dayanışma esastır. Bir solcu için paylaşmanın verdiği doyum, bazı varlıklara tekel olarak sahip olamadan daha fazladır. (1) Solcu olmak bazı nitelikler gerektirir. Günümüzde solcu geçinenlerin önemli bir bölümü de takiyecilik yapmakta, olduklarından farklı görünmekte veya böyle bir izlenim yaratmaya çalışmaktadır. Söylem ve eylemleri birbiriyle tutarlı olmamaktadır. Solda sömürü olmaz (5) Solculukta,
<#comment>#comment>Öztin Akgüç, Mülkiye’den sınıf arkadaşımdır. Yazılarının çoğunu keser saklarım. Öztin Akgüç 6 Mayıs 1994 tarihinde "Solcu"luğun ne olduğunu, 3 Temmuz 1994 tarihinde "Solda Birleşme"nin imkansızlığını yazmıştı. Sekiz yıl önce yazdıkları bugün "güncelliğini" koruyor. Öztin Akgüç’ün yazdıklarından sayın okuyucularıma özetler aktaracağım. Bugün neyin ne olduğunu anlamak bakımından yararı var.
(1) Solcu olmak bazı nitelikler gerektirir. Günümüzde solcu geçinenlerin önemli bir bölümü de takiyecilik yapmakta, olduklarından farklı görünmekte veya böyle bir izlenim yaratmaya çalışmaktadır. Söylem ve eylemleri birbiriyle tutarlı olmamaktadır.
(2) Solculukta üretkenlik esastır. Üretici olmak yalnız fiziki gereksinimlerin karşılanması için mal ve hizmet üretimi ile kısıtlanamaz. Bilgi üretmek, fikir ve düşün ürütmek, sanatsal yapıtlar üretmek, yaşamı daha anlamlı ve renkli kılmakta, çoğu kez maddi mal ve hizmet üretmekten daha yararlı olmakta, daha büyük katkı sağlamaktadır.
(3) Solculukta, bencillik yoktur. Paylaşım ve dayanışma esastır. Bir solcu için paylaşmanın verdiği doyum, bazı varlıklara tekel olarak sahip olamadan daha fazladır.
(1) Sayın Derviş Türkiyeye bir "iktisatçı" olarak getirildi veya gönderildi. Ondan beklenen IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan programları uygulaması idi. İyi eğitimine, uzun deneyimine dayalı olarak Türkiye için özgün çözüm programları oluşturup uygulayacak yerde, IMF ve Dünya Bankası reçetelerinden bir milim şaşmamak için çırpındı durdu.Üç yıldır Türkiyede IMF reçetesi uygulanıyor. Üç yıldır Türkiyenin kredi notu, kırılıp duruyor. Dünya piyasalarındaki saygınlığı devamlı düşüyor. İç borç 30 katrilyon liradan 130 katrilyon liraya tırmandı. İşsizlik arttı. Tarımda, sanayide üretim geriledi. Kamu da yatırım yapmıyor, özel sektör de...(2) IMF ve Dünya Bankası tarafından Sayın Dervişten ne istenildi de yapmadı? Yapamadı? "Geri dönerim haa!.." "Krediyi göndermezler ha!.." tehditleriyle istediği kanunları çıkarttırdı, istediği bakanları işten attırdı. İstediği kamu kuruluşlarını özerk hale getirdi. İstediği kişileri istediği yere tayin ettirdi.(3) Eğri oturup doğru konuşalım. Bakanlık koltuğuna oturduğu 3 Mart 2001 tarihinden ayrıldığı 10 Ağustos 2002 tarihine kadar Türkiyeyi tek başına idare etti. Her istediğini yaptı. Bugüne kadar tek başına iktidar olmuş partilerde bile,
<#comment>#comment>Hani bir reklam vardı: "Pantolon veremedik, size bir gömlek verelim!.." İşte o biçim... "İktisatçı olarak bir şey yapamadık... Biraz da politikacılık yapalım..." Veya "Kapitalist olarak bir şey yapamadık, biraz da solculuğu deneyelim..." Veya "Solu birleştiremedik, solcu geçinen bir partiye kapağı atalım..." gibi...
(1) Sayın Derviş Türkiye’ye bir "iktisatçı" olarak getirildi veya gönderildi. Ondan beklenen IMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan programları uygulaması idi. İyi eğitimine, uzun deneyimine dayalı olarak Türkiye için özgün çözüm programları oluşturup uygulayacak yerde, IMF ve Dünya Bankası reçetelerinden bir milim şaşmamak için çırpındı durdu.
Üç yıldır Türkiye’de IMF reçetesi uygulanıyor. Üç yıldır Türkiye’nin kredi notu, kırılıp duruyor. Dünya piyasalarındaki saygınlığı devamlı düşüyor. İç borç 30 katrilyon liradan 130 katrilyon liraya tırmandı. İşsizlik arttı. Tarımda, sanayide üretim geriledi. Kamu da yatırım yapmıyor, özel sektör de...
(2) IMF ve Dünya Bankası tarafından Sayın Derviş’ten ne istenildi de yapmadı? Yapamadı? "Geri dönerim haa!.." "Krediyi göndermezler ha!.." tehditleriyle istediği kanunları çıkarttırdı, istediği