<#comment>#comment>Pump priming, talep azalması sonucu "geberik" hale gelmiş piyasaları hareket geçirmeyi sağlayacak bir politikaya verilen isimdir.
Önce bilmeyenlere, duymayanlara "pump priming"in ne olduğunu anlatayım. Eski günlerde kuyulardan su çekmek için "el tulumbaları" kullanılırdı. El tulumbası denilen şey, kalın, dökme demirden yapılmış geniş bir silindir içinde yukarıya aşağıya inip çıkan bir pistondur. Kolunu indirip, kaldırdıkça silindir içindeki piston da yukarı ve aşağıya hareket eder. Yukarıya çıkarken hava ile birlikte kuyudan suyu emer. Aşağıya inerken de suyu öndeki oluktan kovaya boşaltır.
Pistonun, silindir içinde yukarı aşağı hareket ederken hava kaçırmaması için, pistona iyice yapışması için deriden geniş bir conta kullanılır. Güneş altında kalan el tulumbalarının dökme demir gövdesi kızar. Bu deri contası kurur. Tulumbanın kolu ne kadar indirilip kaldırılsa piston hava kaçırdığından kuyudan su çekmez.
Bu durumlarda bir yerlerden bir kova su bulunur, o su tulumbanın tepesinden içeriye, pistonun inip çıktığı silindirin içine boca edilir. Bu arada tulumbanın kolu indirilip kaldırılır. Üzerine su boca edilen piston inip çıkarken kuruyan deri yumuşar.
<#comment>#comment>Dövizin ipi çözüldüğünde en büyük tehlike, enflasyonun kontrolden çıkması, yüzde yüzü aşması idi. IMF destekli programı uygulayanlar bunu önlemek için bu defa ekonomiyi kazığa bağladı. Piyasalar durdu. Ekonomi geriye gitmeye başladı.
Böyle bir tabloda, ağustos ayında toptan eşya fiyatlarının yüzde 3.5 oranında, tüketici fiyatlarının yüzde 2.9 oranında artması gerçek enflasyonu ifade etmez.
Fiyatlar genelde iki nedenle artar. (1) Döviz pahalılanır, faiz yükselir, işçilik ücreti artar. Üretime katkısı olan enerji ve hammadde fiyatları artar. Maliyet artar, fiyatlar artar. (2) Piyasadaki parasal büyüklük artar. İnsanların geliri büyür, insanlar daha çok para harcar. Talep patlar. Bunun ilkine "maliyet enflasyonu", ikincisine "talep enflasyonu" denir. Talep enflasyonu, fiyatları patlatır ama, talep yok ise maliyetlerdeki artış fiyatlara kısa sürede yansıyamaz. Belli bir süre sonra fiyatlar artar. Türkiye’de şu günlerde olan biten budur.
Üretim maliyetleri büyük ölçüde döviz ve enerji fiyatına bağlıdır. Bir yılda döviz fiyatı yüzde 120 - yüzde 130 dolayında arttı. Elektrik ve gaz fiyatlarındaki artış yüzde 112.5 oranında. Buna karşılık toptan eşya
<#comment>#comment>Ocak - mart aylarında yüzde 4.5 küçülen ekonomideki kötüye gidiş devam edince ve nisan - haziran aylarında küçülme yüzde 11.8’e ulaşınca, Ümidimiz Halkçı Ecevit "işin ciddiyetini nihayet anladı." "Büyüme hızındaki düşüş sürecini mutlaka durdurmak zorundayız. Türk ekonomisi daralmaya mahkum bir ekonomi değildir" diyerek, kendine göre alınması gereken tedbirleri sıraladı.
Anadolu’da buna "jeton düştü ama biraz geç düştü" derler... Yabancıların ise "goodmorning after supper" diye bir deyimleri vardır. Bu deyim "uykudan geç uyanmayı" ifade eder. Türkçesi "akşam yemeğinden sonra, sabah şerifler hayırlı olsun" gibi bir şeydir.
Bu ülkenin büyüme hızındaki bu hızlı düşüş süreci, başka bir iktidar döneminde değil "Ümidimiz Halkçı Ecevit"in iktidarında ortaya çıktı... Politikadaki yanlışlarda ısrarcı olan, ekonomi dibe vuruyor uyarılarını dikkate almayan Umudumuz Halkçı Ecevit, şimdi uykudan uyanarak tedbir sıralıyor.
Sıraladığı tedbirler ise "düşüş sürecini durduracak" tedbirler değil. Sırasıyla arz edeyim:
Ecevit diyor ki: Zordaki şirketlerin borçları takside bağlanacak.
Gerçek şu ki: Türkiye’de banka sisteminde yeniden yapılanma var. Kamu bankaları
<#comment>#comment>Diyelim ki, ülkede belli bir dönemde 10 ekmek üretiliyor. Diyelim ki, bu ekmekleri tüketecek olanların elinde de 10 para var. Hepsi de ekmek satın almak istiyor. (On para, bölü on ekmek, eşittir bir para...) Her bir ekmek bir paraya satılır.
Diyelim ki ülkede belli bir dönemde 10 ekmek üretiliyor iken, bu ekmekleri tüketecek olanların eline 20 para verildi... Bu durumda, (yirmi para, bölü on ekmek eşittir, iki para eder.) Her bir ekmek iki paraya satılır.
Ekmek fiyatı yüzde yüz artar. Paranın değeri yarıya iner. İşte bu noktada siz paraya itibar kazandırmak isterseniz, yapacağınız tek bir şey vardır: Para kullananların eline daha fazla para vermezsiniz. Para miktarını 20 para ile sınırlandırırsınız. Ve de ekmek üretimini artırırsınız. Eğer ekmek üretimini 10’dan 20’ye çıkarabilirseniz, (yirmi para, bölü yirmi ekmek eşittir, bir para eşitliği ortaya çıkar.) Ekmek bir paraya satılır. Para "itibar" kazanır.
Bu anlatım, paranın değeri ile üretim ilişkisini sergilemek için, "basit bir anlatımdır." Dolar karşısında diğer ülke paralarının değer değişiminde de buna benzer bir çark çalışır.
Bu ön açıklamadan sonra gelelim ana konumuza.
Sayın
Şaşırdılar... "Amca siz ne söylüyorsunuz? Bizim devlet ile alacağımız vereceğimiz yok... Biz devleti falan soymadık..." Güldüm... "Siz fındık yetiştirmiyor musunuz? Türkiye'de bir şey üreten, çay, tütün, şekerpancarı yetiştiren, devleti soyan vatandaş olarak küçümsenir... Onun için takılmak istedim... Anlatınız bakalım bu yılki fındık maceranızı..."Yeğenlerim üç haftadır ortalıkta görünmüyorlardı. Düzce'ye fındık toplamaya gitmişlerdi. Düzce'den dönüşlerinde hikayelerini dinledim... İşte anlattıkları:"Yağbasan köyünde 20 dönüm toprağımız var. Dönüme 35 ocak fındık dikilir. Biz de 670 - 700 ocak fındık bitkisine sahibiz. Bir ocak, verimli ise bizim oralarda 4 - 5 kilo fındık verir. Normal olarak bizim bu yıl 3.5 ton fındık almamız lazımdı. Ama biz bir ton altı yüz kilo dolayında fındık aldık. Bunun 400 kilosu da boş çıktı. Bir ton 200 kilo fındık sattık. Tüccar fındığımızı 52 randımanlı buldu. Kilosuna 1 milyon 500 bin lira verdi. Tamı tamamına 1 milyar 773 bin 720 lira ödedi.Fındık ağacını tarlaya dik. Sonra yılda bir uğra. Git ağaçtan fındığı topla... Devlete sat... Çok kişi böyle sanır. Halbuki fındıkçının işi çoktur. İlkbaharda, gübre atılır, ocaklar çapalanır. İki yılda bir
<#comment>#comment>"Soyguncu fındıkçılar" dedim. "Geçiniz karşıma. Oturunuz. Anlatınız bakalım fındık yetiştirerek devleti nasıl soyuyorsunuz?"
Şaşırdılar... "Amca siz ne söylüyorsunuz? Bizim devlet ile alacağımız vereceğimiz yok... Biz devleti falan soymadık..." Güldüm... "Siz fındık yetiştirmiyor musunuz? Türkiye'de bir şey üreten, çay, tütün, şekerpancarı yetiştiren, devleti soyan vatandaş olarak küçümsenir... Onun için takılmak istedim... Anlatınız bakalım bu yılki fındık maceranızı..."
Yeğenlerim üç haftadır ortalıkta görünmüyorlardı. Düzce'ye fındık toplamaya gitmişlerdi. Düzce'den dönüşlerinde hikayelerini dinledim... İşte anlattıkları:
"Yağbasan köyünde 20 dönüm toprağımız var. Dönüme 35 ocak fındık dikilir. Biz de 670 - 700 ocak fındık bitkisine sahibiz. Bir ocak, verimli ise bizim oralarda 4 - 5 kilo fındık verir. Normal olarak bizim bu yıl 3.5 ton fındık almamız lazımdı. Ama biz bir ton altı yüz kilo dolayında fındık aldık. Bunun 400 kilosu da boş çıktı. Bir ton 200 kilo fındık sattık. Tüccar fındığımızı 52 randımanlı buldu. Kilosuna 1 milyon 500 bin lira verdi. Tamı tamamına 1 milyar 773 bin 720 lira ödedi.
Fındık ağacını tarlaya dik. Sonra yılda bir
Ama takke düştü, kel göründü!.. 2001 yılının ilk 6 aylık milli, gelir rakamları, tarımda ve sanayide "dramatik" gerileme, ülkenin fakirlik çukuruna nasıl düştüğünü ortaya koyuyor.Milli gelir, bir ülkede belli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeridir. Önce fiziki üretim belirlenir. Sonra bu fiziki üretim parasallaştırılır. Cari fiyatla (günün fiyatı ile) belirlenen milli gelir, karşılaştırmaya (mukayeseye) imkan vermek için de sabit fiyata dönüştürülür. Sabit fiyata dönüştürmek demek, fiyatlardaki enflasyon şişkinliğini almak / yok etmek demektir. Sabit fiyata dönüştürülen milli gelir rakamları, bir yıl öncenin aynı döneminin rakamı ile karşılaştırılır. Böylece bir yılda belli faaliyet dallarında üretim artmış mı, eksilmiş mi, artmış ise ne oranda artmış, eksilmiş ise ne oranda eksilmiş, ortaya çıkar.Milli gelir rakamlarını Devlet İstatistik Enstitüsü üçer aylık dönemler itibariyle açıklar.Dün, 2001 yılının ikinci üç aylık döneminin milli gelir rakamları açıklandı. Böylece 2001 yılının ilk ve ikinci üç aylık dönemlerinde ve toplu olarak ilk altı aylık dönemde geçen yıla göre üretimin ne kadar azaldığını öğrenme imkanımız ortaya çıktı. 2001 yılının ilk üç aylık
<#comment>#comment>Üretmeden olmaz... Bir ekonomi sadece faiz ve döviz fiyatından ibaret değildir... Üretmeyen ekonomide ne faizin fiyatını, ne dövizin fiyatını tutabilirsiniz... Geliniz görünüz ki, ekonomi politikalarını belirleyenler bu gerçekleri göremiyor.
Ama takke düştü, kel göründü!.. 2001 yılının ilk 6 aylık milli, gelir rakamları, tarımda ve sanayide "dramatik" gerileme, ülkenin fakirlik çukuruna nasıl düştüğünü ortaya koyuyor.
Milli gelir, bir ülkede belli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeridir. Önce fiziki üretim belirlenir. Sonra bu fiziki üretim parasallaştırılır. Cari fiyatla (günün fiyatı ile) belirlenen milli gelir, karşılaştırmaya (mukayeseye) imkan vermek için de sabit fiyata dönüştürülür. Sabit fiyata dönüştürmek demek, fiyatlardaki enflasyon şişkinliğini almak / yok etmek demektir. Sabit fiyata dönüştürülen milli gelir rakamları, bir yıl öncenin aynı döneminin rakamı ile karşılaştırılır. Böylece bir yılda belli faaliyet dallarında üretim artmış mı, eksilmiş mi, artmış ise ne oranda artmış, eksilmiş ise ne oranda eksilmiş, ortaya çıkar.
Milli gelir rakamlarını Devlet İstatistik Enstitüsü üçer aylık dönemler itibariyle açıklar.